Yorum[lama] [interpretation], analistin, hastanın bilinçdışı ruhsal yaşamına dair anlayışını, hastanın konuşmaları, düşünceleri, duygulanımları, fantezileri ve davranışlarında ifade bulan biçimiyle, ona sözel olarak iletmesidir. Bir yorum, hastanın bilinçli yaşantısının bazı yönleriyle, onun bilinçdışında tutmaya çalıştığı ruhsal deneyimleri bağlantıya geçirir; böylece bilinçdışı ruhsal yaşantıyı bilinçli kavrayışa açık hale getirir. Yorum, içgörüye [insight] yol açar. Yorumun açık bir bilgilendirici bileşeni bulunsa da, etkili yorumlar genellikle bundan fazlasını içerir: hastanın duygusal yaşantısının bir yönüyle rezonans kurar, yani duygusal düzeyde de yankı bulur. Yorum, şu iki müdahale türünden ayrılır: Yüzleştirme [confrontation]: Hastanın bilinçli yaşantısındaki, ancak anlamını inkâr ettiği ya da ayrıştırdığı yönlere hitap eder. Netleştirme [clarification]: Hastanın zaten bilincinde olduğu şeyleri genişletir ve netleştirir. Analistin yorumu, aktarım/karşıaktarım ilişkisi bağlamında sunulduğundan, hasta açısından hem bilinçli hem de bilinçdışı, aktarım yüklü anlamlar taşır. Bir yorum aynı zamanda, analistin hem bilinçli hem de bilinçdışı öznel yaşantısının yansımalarını da içerir; bu, analistin neyi yorumladığına karar veriş biçiminde, kullandığı dilde ya da ses tonunda kendini gösterebilir. Analiz süreci boyunca, hem analist hem de hasta, yeni bilgiler ortaya çıktıkça yapılan her yorumu gözden geçirir, değiştirir ya da onun üzerine eklemeler yapar.
Yorum, hem psikanaliz tarihinde hem de güncel psikanalitik uygulamada büyük öneme sahiptir. Yorum, yalnızca psikanalize özgü bir müdahale türüdür ve bu yönüyle, analistin önerilerine dayalı diğer tedavi biçimlerinden psikanalizi ayıran temel unsurlardan biridir. Yorumun işlevi, zihni şu şekilde kavrayan bir anlayışla doğrudan ilişkilidir: Dinamik bir bilinçdışı, savunma süreçleri aracılığıyla bilinçten etkin biçimde dışlanır. Ancak yorumun rolü, psikanalizin temel tartışmalarının merkezinde yer alır. Şu sorular, bu tartışmaların başlıca örnekleridir:
- Yorumlar, hastanın ruhsal yaşamına dair keşfedilebilecek hakikatleri mi ifade eder, yoksa hastaya kendisi hakkında makul ve tutarlı anlatı mı sunar (yorumbilgisel [hermeneutik] bakış açısı)?
- Analist, hastanın zihnine dair bir şeyleri bilme konusunda epistemolojik olarak ayrıcalıklı ya da nesnel bir konumda mıdır?
- Yorumlar, hastanın zihninde zaten var olan ve kalıcı anlamları mı açığa çıkarır, yoksa bu anlamlar, özel bir hasta–analist ilişkisinde birlikte inşa edilen [co-constructed] bir ürün müdür?
- Yorum, psikanalizin terapötik etkisinin merkezinde yer alan unsur mudur?
- Ve nihayet: Yorumlar, hastalara nasıl yardım eder?
Bu sorular, psikanalitik kuram ve uygulamada yorumun doğasına, işlevine ve sınırlarına ilişkin kuramsal farklılıkların temelini oluşturur. Ayrıca, yorumun teknik kullanımı konusunda da çeşitli tartışmalar vardır:
- Zihinsel yaşamın hangi yönleri yorumlanmalıdır?
- Yorumlar yalnızca aktarım üzerine mi odaklanmalıdır, yoksa hastanın aktarım dışı ruhsal yaşamına da yer vermeli midir?
- Yorumlar, hastanın bilinç düzeyine yakın olan zihinsel içeriklerine mi gönderme yapmalıdır, yoksa hastanın bilinçle çok az bağlantısı olan zihinsel içeriklerine mi odaklanmalıdır?
Bu sorular, yorumun zamanlaması, derinliği ve bağlamı konusunda kuramsal ve teknik farklılıkları yansıtır ve farklı psikanalitik ekoller tarafından farklı şekillerde yanıtlanır.
Yorum kavramı ve kelimenin kendisi, ilk kez “Histeri Üzerine Çalışmalar”da [Studies on Hysteria] (Breuer ve Freud, 1893/1895), Freud’un Elisabeth von R. ve Lucy R. vakalarındaki tedavilerinde ortaya çıkmıştır. Ancak bu terim, teknik bir anlam kazanarak psikanalizin temel kavramlarından biri haline, “Düşlerin Yorumu”nda [The Interpretation of Dreams] gelmiştir. Burada Freud (1900), düşlerin de tıpkı semptomlar gibi bir anlam taşıdığını ileri sürmüştür. Daha spesifik olarak, bir düşün yorumu, bilinçdışı ile bilinçli ruhsal yaşam arasında yeniden bir bağ kurmayı, yani “kaybolan bağı” onarmayı amaçlar. Freud’un topografik kuramında, kabul edilemez arzuların bastırıldığını, ancak bu arzuların hazza yönelik sürekli baskısının semptomlarda ifade bulduğunu ileri sürmüştür. Bir semptomun anlamını yorumlamak -yani onu bilince çıkarmak- hastanın bastırmayı, onun yerine bilinçli, akılcı ve ahlaki yargılarla değiştirmesini sağlar (Freud, 1909c). Freud, daha sonra yapısal kuramı geliştirdiğinde (1923a), yorumun amacını yeniden gözden geçirmiştir. Freud, egoyu, dürtülerden (id) türeyen bilinçdışı arzuların, bilinçdışı cezalandırıcı yasakların (süperego) ve gerçekliğin taleplerine yanıt veren bir zihinsel fail olarak kavramsallaştırmıştır. Bu çerçevede, yorum, egonun ustalığını [mastery] ve hakimiyet alanını genişletmenin bir yolu haline gelir.
Freud’un ardından, Fenichel (1938b) bu temayı geliştirmiş ve yorumların psikolojik yüzeye yöneltilmesi gerektiğini belirtmiştir; yani, hastanın duygusal olarak rezonans kurabildiği savunmalara yönelik olmalıdır. Yorumlar, öncelikle savunma ve dirençlerin bilinçdışı yönlerini ele alarak, hastanın gözlemleyen egosunun, şu alanlarda kademeli olarak ustalık kazanmasına yardımcı olur: bastırılmış arzularla ilişkili anksiyete, bu arzuların daha az bozulmuş ifadelerinin farkındalığı ve bilinçdışı süperego (vicdan) taleplerinin farkına varılması.
W. Reich, Karakter Analizi (Character Analysis, 1933/1945) adlı kitabında, yorum tekniğine önemli bir katkı sunmuştur. Reich, hastanın karakter dirençleri ele alınmadıkça, bilinçdışı yaşantısının diğer yönlerine dair yapılan yorumların analitik süreci pek ileriye götüremeyeceğini gözlemlemiştir. Reich’in, karaktersel savunmaların, hastanın psikanalitik tedavi deneyimini nasıl kuşattığına dair öngörülü kavrayışı, günümüz ego psikolojisi temelli psikanalitik tekniklerin temel taşlarından birini oluşturmuştur. Ancak Reich’in, karakter direncinin yorumuna yönelik katı ve çatışmacı yaklaşımı, yeni sorunlara yol açmış ve bu yönüyle güncel psikanalitik tekniklere dahil edilmemiştir.
J. Strachey (1934), Klein’ci yansıtma [projection] ve içeatım [introjection] kavramlarını kullanarak, mutatif/değişim sağlayan yorum [mutative interpretation] kavramını geliştirmiştir. Strachey, analiz sürecindeki hastaların, analistin iyi huylu bir “yardımcı süper-ego”sunu [auxiliary super-ego] içselleştirerek normal gelişim için özgürleşebildiklerini öne sürmüştür. Bu içselleştirme sayesinde, hastanın kendi süperegosunun vahşiliği azalır, buna bağlı olarak da hem saldırganlık hem de patolojik savunma ihtiyaçları hafifler. Strachey, bu içe atımın -yani hastanın kendi saldırganlığı ile analistin daha iyi huylu süperegosu arasındaki farkı görebilmesiyle ortaya çıkan sürecin- yalnızca aktarımın yoğun duygulanımsal yaşantısı sırasında uyarıldığını öne sürmüştür. Strachey, yalnızca aktarım yorumlarının değişim [mutasyon] yaratabileceğini ileri sürmesiyle hatırlanır; ancak aynı zamanda, analitik süreci kolaylaştıran diğer müdahale türlerinin de önemini kabul etmiştir.
Bir analistin neyi, nasıl ve ne zaman yorumlayacağı, onun kuramsal yönelimine bağlıdır. Ancak kuramsal yönelimleri ne olursa olsun, çoğu analist, yorum formüle etme ve sunma sürecinin büyük ölçüde önbilinç düzeyinde gerçekleştiği konusunda hemfikirdir. Bazı analistler, yorum sürecinde empatinin rolüne büyük önem verir; ancak tüm analistler, yorumlarını oluştururken ve hastanın tedavinin herhangi bir anında bu bilgiyi ne ölçüde içselleştirip bütünleştirebileceğini değerlendirirken, belli bir düzeyde empatik uyumlanma [empathic attunement] sağlamaya çalışırlar.
Terapötik etki kuramıyla doğrudan ilişkili olan ve yaygın biçimde kullanılan üç yorum türü, literatürde özel adlarla anılır:
1) Aktarım yorumu [transference interpretation], analistin, hastanın analistle kurduğu ilişkiye dair bilinçdışı ve bastırılmış yönleri hastaya iletmesidir. Bu yorum, hastanın analistle şimdi ve burada kurduğu ilişkisine odaklanabilir ya da içselleştirilmiş, çatışmalı geçmiş ilişkilerin bazı yönlerinin şimdi ve burada yinelenmesini tanımlayabilir. Hastanın zihnindeki bu ilişkilerin temsilleri, hem fantezi hem de gerçeklik unsurlarını içerir. Azınlıkta kalan bazı analistler (örneğin J. Strachey, 1934; Gill, 1982), yalnızca aktarım yorumlarının değiştirici/mutatif [mutative] veya terapötik yarar sağlayıcı olduğunu öne sürmüştür. Aktarım yorumunun zamanlaması da tartışmalı bir konudur: Freud (1912a), aktarımın bir direnç haline geldiği zaman yorumlanması gerektiğini savunmuştur. E. Glover (1955), tedavinin başlangıç aşamasında -“aktarımın toplanmakta olduğu evrede”- aktarımın yorumlanmaması gerektiğini öne sürmüştür. Buna karşılık Gill (1954, 1982), aktarım belirtilerinin tedavinin en başından itibaren analiz edilmesinin önemini vurgulamıştır.
2) Genetik yorum [genetic interpretation], şu anda yaşanan arzu ve korkuları, geçmişte önemli figürlerle yaşanan ilk deneyimlere bağlar. Bu tür yorum, hastanın bilinçli olarak hatırladığı çocukluk deneyimlerine veya analiz sırasında yeniden inşa edilmiş çocukluk fantezilerine odaklanabilir.
3) Buna karşılık, dinamik yorum [dynamic interpretation], burada ve şimdi yaşanan çatışmalara odaklanır.
Günümüz ego psikologları, intrapsişik çatışmalara katkıda bulunan tüm psikolojik öğelerin yorumlanmasını vurgular; bu öğeler, çoğunlukla çoklu bilinçdışı fanteziler içinde örgütlenmiş durumdadır. Özellikle bu fantezilerin, aktarım ve direnç bağlamında nasıl yapılandığına dikkat ederler. Bu analistler, yorum sürecinde açık uçlu bir araştırmanın/sorgulamanın [open-ended inquiry] gerekliliğini özellikle vurgularlar (S. Levy ve Inderbitzin, 1992). Kleinci analistler, hastanın parça-kendilik [part-self] ve parça-nesne [part-object] temsillerinin ayrıştırılmış yönlerine ilişkin yaşantısına odaklanırlar. Analist, bu parça-kendilik ve parça-nesne temsillerinin farkına, hastanın serbest çağrışımları aracılığıyla ve özellikle hastanın uyguladığı yansıtmalı özdeşleşme [projective identification] yoluyla varır. Bu mekanizma, analisti söz konusu parça-kendilik ve parça-nesne imgeleriyle ilişkili duygulanımları öznel olarak deneyimlemeye davet eder ya da zorlar. Yansıtmalı özdeşleşme, Kleinci kuramda merkezi bir yere sahip olduğundan, Kleinci analistler, özellikle aktarım/karşı-aktarım sahnelemeleri [transference/countertransference enactment] konusunda yüksek düzeyde hassasiyet gösterirler. Bion’dan (1962a) etkilenen Kleinci analistler, hastanın yansıttığı öznel yaşantıyı ya yorumlamayı tercih edebilir ya da hasta onu yeniden içeatabilir [reintroject] hale gelene kadar, bu yaşantıyı “kapsayıp [contain]” ona tahammül etmeyi seçebilirler (Schafer, 1997). Kendilik psikologları ise, hastaların, kendiliknesnesi aktarımının [selfobject transference] harekete geçmesine karşı geliştirdikleri savunmaları ve analistin kaçınılmaz empatik ve kendiliknesnesi düzeyindeki başarısızlıklarının hasta tarafından nasıl deneyimlendiğini yorumlarlar (Kohut, 1984). Kendilik psikolojisi açısından bakıldığında, analistinhastaya dair bir anlayışa ulaşması ve yorum yapabilmesi, yalıtılmış empati anlarından değil, süreklilik gösteren empatik dalmalardan [sustained empathic immersion] kaynaklanır.
İlişkisel analistler, teorik olarak kendilik psikolojisi, kişilerarası kuram, öznelerarasılık kuramı ya da nesne ilişkileri kuramı gibi farklı yönelimleri benimseyebilirler. Ancak ilişkisel [relational] başlığı, ortak olarak şu görüşü ifade eder: Her türlü ilişkide -analitik ilişki dahil olmak üzere- hem içsel (içedönük) hem de kişilerarası (dışadönük) katkıların dikkate alınması gerekir. Bu nedenle, yorumlar, hasta ve analist arasındaki ilişki bağlamında sunulur ve burada her iki tarafın öznel yaşantılarının, analistin yorumladığı hasta deneyimini şekillendirdiği kabul edilir. Hasta, bazen analistin kendi farkında olmadığı deneyimlerinin bazı yönlerinin farkında olabilir ve bunlar hakkında yorum yapabilir. Yorumlar, analist ile hastanın birlikte deneyimin birçok belirsizliğini müzakere ettiği bir ortamda sunulur. Analist, yeni bir nesne olarak kendini sunabilecek kadar esnek olmalıdır; bu sayede, aktarımdaki eski nesnelerin etkisini keşfetmek ve yorumlamak için gerekli güvenli ortam yaratılmış olur (Greenberg, 1986).
Kaynak:
American Psychoanalytic Association. (2012). Interpretation. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 119).
Bir yanıt yazın