Ön görüşme ve randevu için:

Anksiyete bozuklukları nelerdir?

Yazar:

Kategori:

Bu yazıda, anksiyete bozukluklarının neler olduğu ve anksiyete bozuklukları tedavisi üzerinde durmaya çalışacağım.

Anksiyete bozukluğu hakkında konuşabilmek için öncelikle anksiyete (kaygı, bunaltı) ve korku kavramlarını tanımlamamızda ve aralarındaki farklara dikkat çekmemizde fayda var. Ancak şunu bilmeliyiz ki, özellikle psikoloji açısından korku ve kaygının ne kadar ayrı olduğu konusunda hiçbir zaman tam bir görüş birliği olmamıştır.

Anksiyete kelimesinin Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde karşılığı yok. Ancak kaygı, adı geçen sözlükte şöyle tanımlanıyor: “Üzüntü, endişe duyulan düşünce, tasa” ve “Genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen gerginlik duygusu.” Aynı sözlükte bunaltı kelimesine de “sıkıntı, iç sıkıntısı” karşılığı verilmiş.

Korku kelimesinin Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılıkları ise şöyle: ” Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü”, “Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara” ve “Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu”

Kaygı(anxiety)nın Psikoloji Sözlüğündeki tanımlarından biri şöyle: En genel anlamıyla tehlike veya talihsizlik korkusunun ya da beklentisinin yarattığı bunaltı veya tedirginlik; usdışı korku. Ancak tanımlandığı çerçeveye ve kullanıldığı bağlama, teorik temele bağlı olarak kaygı teriminin içeriği de büyük farklılıklar ve çelişkiler göstermektedir.

Psikoloji Sözlüğünün korku(fear) tanımı ise şöyle: Algılanan bir tehlike, tehdit anında hissedilen ve nahoş bir gerilim, güçlü bir kaçma veya kavga etme dürtüsü, hızlı kalp atışları, kaslarda gerginlik vb. belirtilerle yaşanan yoğun bir duygusal uyarılma.

Sizi tanımlamalarla daha fazla sıkmak istemiyorum. Fakat şunu belirtmem lazım ki anksiyete (kaygı, endişe) ve korku tamamen aynı şeyler değildir.

Son yıllarda pek çok önde gelen araştırmacının ayrımına göre korku, otonom sinir sisteminin savaş ya da kaç tepkisinin etkinleştiği temel bir duygudur. Korku, silah tutan birisi ya da yırtıcı bir hayvana karşı anında verilen bir tepkidir. Korkunun bu anlamda, hayatta kalmamız açısından işlevsel bir değeri vardır. Şayet korku tepkisi gerçek bir tehlike olmadığı halde ortaya çıkıyorsa bir panik atak yaşantısından bahsedebiliriz.

Anksiyete (kaygı) ise, korku ve paniğin aksine daha çok geleceğe yönelen ve korkudan çok daha dağınık nahoş duygu ve bilişlerin (düşüncelerin) karmaşık bir şekilde bir araya gelmesidir.

Anksiyete ve korku son derece insani yaşantılardır. Yani bütün insanlar zaman zaman korku ve anksiyete yaşarlar hatta yaşamalıdırlar. Hayatında hiçbir korku ve anksiyete deneyimi yaşamayan bir insanı tasavvur etmekte zorlanıyorum. Bununla birlikte korku ve anksiyete, hayatımıza fayda yerine zarar getirdiğinde bir rahatsızlık ya da hastalık olarak değerlendirilebilir. Mesela, normal düzeyde bir kaygı sınav performansı için gereklidir; ancak kaygı optimal düzeyi aşınca kişi gerçek potansiyelinin altında başarı sergiler. Başkalarının düşüncelerini belirli bir düzeyde önemsemek bize toplumda saygın bir yer edindirebilirken, başkalarının düşüncelerini abartılı şekilde önemsemek evden çıkmamıza ve bir işte çalışmamıza engel olabilir.

Anksiyete bozuklukları nelerdir?

Anksiyete (kaygı) bozukluklarının en temel özelliği, insanı yetersizleştiren yoğunluktaki gerçek dışı (rasyonel olmayan) korku ya da kaygılardır.

DSM-V (Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı), Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları Bölümü‘nde yer alan bazı bozukluklar şunlardır:

Yaygın anksiyete bozukluğu (YAB)

Yaygın anksiyete bozukluğu (YAB) kronik olarak seyreden; aşırı miktarda, uzun süreli gözlemlenebilen endişe hali ve sıradan olaylara ve nesnelere karşı geliştirilen kaygı olarak karakterize edilebilir. YAB muzdaripleri sıklıkla; sağlık, para, aile, iş ve eğitim hayatları ile ilgili korku ve endişe içerikli hisler taşırlar. Esasen bunu belirli bir öz korku olarak tanımlayamazlar ve tamamen kontrolleri dışındadır. Bu korkular genellikle gerçek dışı ve karşılaşılan duruma nazaran orantısız şekilde seyreder. Bu insanlar günlük hayatlarında, ilişkilerinde, iş ve okul çevrelerinde sürekli bir başarısızlık ve felaket sanrısı taşırlar.

Panik bozukluğu

Panik bozukluğu bir anksiyete tipi olarak, kısa kısa veya aniden bastıran aşırı korku ve kuruntu hali olarak tanımlanır. Bu duygulara fizyolojik olarak titreme, aşırı zihin bulanıklığı, baş dönmesi, bulantı ve zorlukla nefes alma eşlik eder. Panik ataklar aniden ortaya çıkma eğilimi gösterir ve yaklaşık 10 dakika sonra en üst seviyesine ulaşır ancak bu atakların son bulması saatler alabilir. Bu ataklar genellikle korkulu bir tecrübenin ardından veya uzun süre yaşanan bir stres sonucu tetiklenir ancak kimi zamanlar sebepsiz ve kendiliğinden de başlangıç gösterebilir.

Herhangi bir panik atak, kişinin normal vücut fonksiyonlarını ölümcül bir hastalıkla ilişkilendirmesi, o fonksiyona karşı olan aşırı bir dikkat artımı ve hipokondriyaz (hastalık hastalığı) şeklinde düşünsel bir döngüye sebep olabilir.
Ayrıca panik ataklar, ek olarak gelecekte başka atakların yaşanması ihtimaline dayalı farklı bir endişe hali de oluşturabilir ve bu durumun muzdaribi bu ataklardan kaçınmak için davranışlarında ve günlük hayatında büyük değişimlere gidebilir.

Özgül fobi

Fobi kavramı; geçerli bir dayanağı olmaksızın oluşan bir korku, bir obje veya durumdan kaçınma olarak tanımlanabilir. Fobiler genel anksiyeteden farklıdır çünkü bir fobide korkunun kaynağı tespit edilebilmektedir. Bahsedilen bu korkunun sanal ve dayanaksız oluşu kişi tarafından da tespit edilebilmektedir ancak yine de kişi içerisinde bulunduğu bu kaygı durumundan kendisini kurtaramamaktadır. Fobiyi tetikleyen unsurlar bir durum, herhangi bir hayvan ya da gündelik bir nesne olabilmektedir. Örneğin, agorafobide söz konusu kişi anksiyete veya bir panik ataktan kaçınmak amacıyla belirli yer veya durumlardan uzak durmayı tercih etmektedir. Agorafobikler bahsedilen bu mekanlarda genel olarak çıkışa yakın ve çıkışın kolay olacağı, göze çarpmayacağı yerleri tercih ederler ve bu da gösterir ki bu kişiler kaçışı kolaylaştırmak yoluyla anksiyetenin üstesinden gelmeye çalışmaktadırlar.

Sosyal anksiyete bozukluğu

Sosyal Anksiyete Bozukluğu bir sosyal fobi türüdür. Başkaları tarafından olumsuz tepki alma korkusu veya kendi davranışları dolayısı ile sosyal mahcubiyet kaygısı olarak tanımlanabilir. Sahne korkusu, yakın ilişki kurmaktan kaçınma ve aşağılanma kaygısı gibi yaşantılar bu gruba girer. Bu durum kişiyi sosyal alanlardan tamamen izole edebilmekte ve insan ilişkilerinde normal bir yaşantıyı imkânsız hale getirmektedir.

Posttravmatik (travma sonrası) stres bozukluğu (TSSB)

Posttravmatik (Travma Sonrası) Stres Bozukluğu (TSSB) geçmiş bir travma (savaş, tecavüz, rehin alınma ya da ciddi bir kaza gibi) sonucu oluşmuş olan bir anksiyete türüdür. TSSB sıklıkla geriye dönüş ve söz konusu anıyı hatırlatan belirli etmenlerden kaçınmak amaçlı yapılan davranış değişimleri olarak kendisini gösterir.

Ayrılma anksiyetesi bozukluğu

Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu; emniyet veya güvenlik temin eden bir kişiden veya bir mekândan ayrılınca gerçekleşen yüksek seviyeli bir anksiyete olarak tanımlanır. Bu tanımlanan ayrılma kimi zaman kendisini panik olarak gösterir. Bahsedilen bulgular aşırı veya uygun olmayan bir biçimde kendisini gösterdiği taktirde bir rahatsızlık olarak tanımlanır.

Anksiyetenin nedenleri nelerdir?

Anksiyete bozuklukları ya da kaygı bozukluklarının nedenleri arasında pek çok ortak nokta bulmak mümkün. Biyolojik nedenler açısından bakarsak, genetik nedenlerin ya da yatkınlığın varlığından söz edebiliriz. Bununla birlikte çoğu bozuklukta en temel rolü oynayan beyin yapıları, duygusal beyin de denilen limbik sistemde ve korteksin belirli bölümlerinde bulunur. En önemli rolü oynayan nörotransmitterler ise GABA, norepinefrin ve serotonindir.

Psikolojik nedenler açısından bakıldığında, anksiyete bozukluklarının oluşumunda şu ya da bu şekilde, öğrenmenin son derece etkin olduğunu görüyoruz. Aynı şekilde, çevrelerini ya da duygularını denetlemekte yetersiz olduklarını düşünenlerde kaygı bozuklukları oranı daha yüksektir. En geniş açıdan bakıldığında, anksiyete bozuklukları nedenselliğinde biyo-psiko-sosyal yapının önemli olduğunu söyleyebiliriz.

Çevresel faktörler ve medikal faktörler, genetik, beyin kimyası, madde bağımlılığı veya tüm bunların farklı kombinasyonları anksiyete sebep olabilmektedir. Hayatımızda genellikle bir stres sonucu tetiklenmektedir.

Anksiyete genellikle dış etkilere karşı bir tepki olarak düşünülebilir; ancak diğer bir taraftan, olumsuz telkinler ve sürekli kendini gerçekleyen olumsuz kehanetler ile de kendimizi kaygılı bir hale sokabilmekteyiz.

Anksiyete çevresel, dış etmenler sonucu da oluşabilmektedir ve bu faktörler farklı anksiyete türlerine sebep olabilmesi ile beraber aşağıdaki gibi sıralanabilirler:

• İstismar, mağduriyet veya sevilen birisinin kaybı sonucu yaşanmış olan travma
• Kişisel bir ilişkide, evlilikte, arkadaşlıkta veya boşanma sonucu yaşanan stres
• İş yaşamındaki stres
• Okul hayatındaki stres
• Ekonomik kaygılar
• Doğal afetlerin yarattığı stres
• Yüksek rakımlı bölgelerdeki oksijen yetersizliği

Tıbbi sebeplerden dolayı yaşanan anksiyete

Anksiyete; anemi, astım, enfeksiyonlar ve bazı kalp rahatsızlıkları ile ilişkilendirilmektedir. Anksiyeteye sebebiyet veren bazı tıbbi nedenler aşağıda görülebilir:

• Ciddi bir rahatsızlık sonucu yaşanan stres
• İlaçların yan etkileri
• Tıbbi rahatsızlığın yaşanan semptomları
• Amfizem veya akciğer ambolisi (akciğerdeki kan pıhtısı) sonucu yaşanan solunum yetmezliği

Madde kullanımı ve bağımlılığı sonucu oluşan anksiyete

Akıl sağlığı ile ilgili merkezlere başvuran hastaların yarısına yakınının madde bağımlısı oldukları görülmüştür. Yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluk veya sosyal fobilerden muzdarip olan hastaların alkol ve benzodiazepin ile ilişkilerinin olduğu gözlenmiştir. Genel olarak anksiyetenin aşağıdakilerin bir sonucu olabildiği bilinmektedir:
• Kokain veya amfetamin gibi yasa dışı maddelerin kullanımı
• Vicodin, benzodiazepin ya da bazı yatıştırıcılar tarzında reçeteye tabi olan ilaçlar veya eroin gibi maddelerin kullanımından sonra bırakılması.

Genetik faktörler sonucu oluşan anksiyete

Bazı araştırmacılar, kişinin aile geçmişinde bu rahatsızlığın bulunmasının kişinin kendisinin bu hastalığı geliştirme oranını arttırdığı fikrini savunmaktadırlar. Bu savunma bazı kişilerin bu rahatsızlığa karşı genetik yatkınlıklarının olduğunu göstermektedir.

Direkt beyin kimyası sebepli anksiyete

Araştırmalar göstermiştir ki beyin fonksiyonlarındaki belirli kimyasallarda anomaliler taşıyan kişilerin yaygın anksiyete bozukluğu geliştirme ihtimalleri daha fazladır. Nörotransmitter maddeler doğru çalışmadıkları zaman beynin iç iletişiminde büyük aksaklıklar yaşanır ve bunun sonucunda beyin uygun olmayan cevaplar verebilir ve bu da anksiyeteye sebep olabilir.

Bu bozuklukları sergileyenler, yaşadıkları korku ya da paniğe karşılık, kaygı belirtilerinin şiddeti ve endişelendikleri nesne ya da durum tipleri bakımından birbirlerinden ayrılırlar.

Mesela spesifik fobisi olanlar marul, böcek, peçete gibi belirli nesnelerle karşılaştıklarında panik yaşarlar. Sosyal fobisi olanlar belirli durumlarda başka insanların karşısında panik yaşar ya da kaygılı hissederler. Panik bozukluğu olanlarda, panik atak ya da kaygı yaşama olasılığı panik atak ya da kaygıya neden olur. Yaygın anksiyete bozukluğu olanlar, olası birçok olumsuz şeyle ilgili genel ve dağınık bir endişe hissederler. Obsesif kompulsif bozukluğu olanlar, zorlayıcı düşünce ve imgelere tepki olarak yoğun kaygı ya da rahatsızlık yaşarlar.

Bir kaygı bozukluğu sergileyen pek çok kişinin aynı zamanda, eş zamanlı olarak ya da hayatlarının bir döneminde başka bir kaygı bozukluğu ya da depresyon yaşadığını belirtmekte fayda var.

Anksiyete bozukluklarının tedavisi

Anksiyete bozukluklarının tedavisi için, her bozukluğa göre ayrı bir düzenleme yapılabilmektedir. Bununla birlikte, tüm anksiyete bozuklukları tedavisinde ortak olan bazı noktalara dikkat çekebiliriz:

  • Anksiyete bozuklukları tedavisi açısından, tedaviye erken başlama, bozukluğun süreğen hale gelmesine engel olabilmektedir. Bu yüzden, “kendi kendine geçer” diye düşünmeyip, bir an önce sahip olunan bozukluğun tedavisine başlanmasında fayda var.
  • Tedavide, depresyon, alkol-madde kullanımı gibi ek tanılar belirleyici olabilmektedir. Bu yüzden, tanı koyma sürecinde etraflıca bir değerlendirme yapmak gerekir.
  • Değerlendirme sonucunda, hastaya (danışana) psiko-eğitim verilmesi, bilgilendirmede bulunulması tedavi sürecini olumlu etkileyecektir. Psiko-eğitim ve bilgilendirmeye paralel olarak danışan, anksiyete belirtilerini takip edebilmelidir.
  • Anksiyete bozuklukları tedavisi sürecinde hekim (uzman), yardım alan kişiyle iyi bir ilişki kurmalı, tedavi (terapi) süreci yardım alan kişiyle birlikte planlanmalıdır.
  • Danışana, bunaltı yapıcı etkisi bulunduğundan dolayı, kafein tüketimini azaltması tavsiye edilmelidir.
  • Yardım alan kişiyle, ilaç tedavisi ve psikoterapi seçenekleri değerlendirilmelidir. Hekim, reçete edeceği ilaçların yan etkileri hakkında hastasını bilgilendirmelidir.

YAB tedavisi

Yaygın anksiyete bozukluğunun odağında, çok uzun sürebilen ve zaman zaman artabilen bir anksiyete (bunaltı) söz konusudur. Bu bozuklukta en önemli tedavi yöntemleri, ilaç tedavisi ve psikoterapidir.

YAB için ilaç tedavisi

Antidepresanlar, yaygın anksiyete bozukluğunun tedavisinde kullanılmaktadırlar. Bunun sebebi, hem etkili bve güvenilir olmaları hem de, YAB’a  eşlik eden depresyon belirtilerinde de etkili olmalarıdır. Tedavi kılavuzları, anksiyete bozukluklarında ilk tedavi seçeneği olarak seçici serotonin geri alım önleyicileri (SSGÖ) (esitalopram, setralin, paroksetin) ve serotonin-noradrenalin geri alım önleyicileri (venlafaksin, duloksetin) önermektedir. Kişi bu ilaçlara 4-8 hafta içinde hiç yanıt verilmezse ilacın değiştirilmesi, kısmı yanıt verirse de en az 8 hafta beklenmesi önerilmektedir.

Buspiron, uyku vermeyen, bağımlılık sorunu yaratmayan bir ilaçtır. Ancak, etkisini 2-4 hafta içerisinde gösterdiğinden ve depresyona etki etmediğinden, akut (acil) durumlarda çok fazla tercih edilmez.

Pregabalin antiepileptik bir ilaçtır ve pek çok ülkede YAB için ruhsat almıştır. Etkisi erken başlar. Yan etkileri arasında, uyku hali, sersemlik, baş dönmesi ve ağız kuruluğudur. Aniden bırakılırsa epileptik nöbete yol açabilir. 

Benzodiazepinler, çok hızlı ve etkili bir şekilde anksiyetenin yatışmasını sağlarlar. Hastalar da etkisinden çok memnun kalabilirler. Bununla birlikte, bağımlılık yapıcı özelikleri ve uyku verici etkileri nedeniyle, özellikle uzun soluklu anksiyetelerde birincil tedavi seçeneği olarak düşünülmezler. Bu ilaçlar kesildiğinde, anksiyete belirtilerinde önemli oranda şiddetli artışlar görülebilir. Benzodiazepinlerin kronik bunaltılarda 2-4 haftadan uzun süre düzenli kullanılmamaları gerekir.

YAB tedavisi için psikoterapi

Yaygın anksiyete bozukluğunun tedavisinde, pek çok psikoterapi yöntemi kullanılabilmektedir. Bu yöntemlerden bazıları şunlardır:

  • Bilişsel-Davranışçı terapi: Yaygın anksiyete bozukluğunda kullanılan en etkili psikoterapi yöntemidir.  Hastanın, duyguları, düşünceleri ve davranışları incelenerek gerçekleştirilir. Kişinin anksiyete dolayısıyla kaçındığı durumlar ve/veya duygularla temas etmesi sağlanır. Kişinin zor duygularla başa çıkması ve hayatın zorluklarıyla daha gerçekçi şekilde başa çıkması hedeflenir. Bilişsel davranışçı terapi, hastanın durumuna göre, haftada bir gerçekleştirilen 10-20 seanslık görüşmelerden oluşur.
  • Destekleyici psikoterapi: Bu terapide, kişiye sıkıntı verici bilinçli sorunlar ele alınır. Bu sorunlara çözüm yolları bulunur. Danışanın kişiliği, potansiyelleri ve gücü desteklenir.
  • Analitik (çözümleyici) psikoterapi: Analitik psikoterapi, anksiyetenin bilinçdışı kaynaklarını incelemeyi,  hastaya içgörü kazandırarak  kişilik yapısını değiştirmeyi hedefler.

Yapılan çalışmalar, hem ilaç tedavisinin hem de bilişsel-davranışçı terapinin, yaygın anksiyete bozukluğunda benzer derecede etkili olduğunu göstermiştir. Depresyonun eşlik ettiği durumlarda ise, bilişsel-davranışçı terapinin daha etkili olduğu (özellikle de depresyon üzerinde) gözlenmiştir. Terapiden altı ay sonraki takiplerde, terapinin ortaya çıkardığı olumlu sonucun devam ettiği belirtilmiştir. İlaç tedavisi ile bilişsel-davranışçı terapinin birlikte kullanılmasının, her ikisinin tek tek kullanılmasından daha etkili olup olmadığı bilinmemektedir.

Panik pozukluğu ve fobilerin tedavisi

Fobik bozuklukların tedavisinde, sadece ilaçların kullanılmasının önemli bir etkisi yoktur. Bu sorunlar için bilişsel-davranışçı terapi uygulanmalıdır. Bazı durumlarda, psikoterapiyi  desteklemek amacıyla ilaç tedavisi de uygulanabilir; ancak, bu sorunlar genelde kronik sorunlar olduğu için, yalnızca ilaç kullanmak rahatsızlığın devam etmesine, ya da hastanın ilaç bağımlısı olmasına yol açabilir.

Panik bozukluğu tedavisinde hastalar %75 oranında ilaçlara iyi yanıt veriyor. Psikoterapinin de (özellikle bilişsel-davranışçı terapinin) panik bozukluğu tedavisinde etkisi kanıtlanmıştır. İlaç tedavisi ile bilişsel-davranışçı terapiyi karşılaştıran çalışmalar, iki yöntem arasında bir farkın olmadığını ortaya koymuştur. 

Panik bozukluğu tedavisinde ilaç tedavisi ile bilişsel-davranışçı terapi birlikte de kullanılabilir. Hangi tedavi yöntemi kullanılırsa kullanılsın, hastaya panik bozukluğu ile ile ilgili psikoeğitimin verilmesi çok önemlidir. Bu eğitimde, kişiye panik bozukluğun oluşum mekanizmaları hakkında ayrıntılı bilgi verilir.

Panik ve fobilerde ilaç tedavisi

Seçici seretonin geri alım önleyicilerin (SSGÖ) doğrudan antipanik etkileri olduğu bilinmektedir. Bu ilaçlar, panik nöbetlerinin sıklığını ve ve şiddetini azaltırlar, beklenti bunaltısını (anksiyetesini) ve agorafobiyi giderirler. Bununla birlikte eşlik eden depresyonu da yatıştırırlar.

Antidepresan ilaçlar kullanılmaya başlandığında, anksiyete düzeyinde geçici olarak artış söz konusu olabilir. Hastaların %18-35’inde görülen bu artışta, uykusuzluk, çabuk sinirlenme, yerinde duramama ve panik nöbetlerinin şiddetlenmesi görülebilir. Bunu için, tedavinin başlangıcında, hekimin hastayı bilgilendirmesi son derece önemlidir.

Panik bozukluğu tedavisinde kullanılan ilaçların dozu, hastadan hastaya değişiklik gösterebilir.

Bazıları, panik bozukluğunda ilaç tedavisinin 8 ay ile 2 yıl arasında olmasını önermektedir. İlacın bir yıl kullanılıp kesilmesinden sonra, hastaların %50’sinde belirtilerin depreştiği bilinmektedir. Bu yüzden, panikler yatışsa bile, ilaç kullanımının en az bir yıl daha devam etmesi önerilmektedir.

Antidepresanlar aniden bırakılırsa, “kesilme belirtileri” görülebilir. Bu belirtiler arasında sersemlik, baş dönmesi, baş ağrısı, uykusuzluk, bunaltı, çabuk sinirlenme, kusma, ishal, tremor, titreme, terleme ve paresteziler görülebilir.

Benzodiazepinler, panik belirtilerini yatıştırmakta etkilidir; aynı zamanda etkiler antidepresanlara göre daha erken başlar. Ancak uzun soluklu kullanımlarda bağımlılığa yol açmaları ve tedavi sonrası yüksek alevlenme oranları nedeniyle bırakılmaları çok zor olabilmektedir. Bu gibi sebeplerden dolayı, günümüze panik bozukluğu tedavisinde kullanılmaları çok önerilmemektedir.

Panik ve fobilerde psikoterapi

Bilişsel-davranışçı terapi, fobilerin ve panik bozukluğunun tedavisinde, diğer terapi türlerine göre daha etkilidir.

Bilişsel-davranışçı terapide, önce kişinin felaket düşünceleri ve ve bunlara bağlı ortaya çıkan güvenlik arama davranışlarının değerlendirilmesi gerekir. Kişiye, yaşadıklarıyla ilgili bir eğitim verilir. Hedeflerden biri, kişinin durumları daha gerçekçi bir şekilde değerlendirmesine yardımcı olmaktır.

Bilişsel-davranışçı terapide pek çok teknik kullanılır. Üstüne giderek alıştırma (exposure), ters niyetlenme (paradoxical intention), dizgeli duyarsızlaştırma (systematic desensitization) bu tekniklerden sadece birkaçıdır.

Anksiyete bozuklukları tedavisi için öneriler

Bu yazıda, anksiyete bozuklukları tedavisi için genel bir bilgilendirmede bulunmaya çalıştım. Muhakkak ki her hasta (danışan) özeldir ve yaşadıkları da kendine özgüdür. Dolayısıyla, söz konusu ilaç tedavisi ve/veya psikoterapi kişiye özel olarak düzenlenmelidir.

Son olarak birkaç hatırlatmada bulunmak istiyorum:

  • Bu yazıda okuduklarınız sadece bilgilendirme amaçlıdır. Dolayısıyla, yazıda geçen ilaçları hiçbir şekilde, gelişigüzel bir şekilde kullanmamalısınız. İlaç kullanımı için, mutlaka ve mutlaka bir psikiyatristin teşhisine baş vurmalısınız. 
  • Anksiyete bozuklukları tedavisinde ilaç tedavisi ve psikoterapi yarıştırılmamalıdır. Hedef, sorun yaşayan insanın sorunundan kurtulmasıdır.

Konu ile ilgili düşüncelerinizi, yazının yorum kısmından paylaşabilirsiniz.

Uyarı: Bu sitedeki içerikler tanı ve tedavi amacıyla kullanılamaz, sadece bilgi edinme amacıyla kullanılabilir.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir