Enerji [energy], aynı zamanda Ruhsal Enerji [Psychic Energy) veya Zihinsel Enerji [Psychical Energy] olarak da adlandırılır; fiziksel enerjiye benzetilen varsayımsal ve ölçülebilir bir güçtür. Bu kavram, motivasyonel durumların, duygulanımların [affect] ve diğer zihinsel yaşantıların göreli yoğunluklarını açıklamak için kullanılır. Freud’un zihin kuramında ve erken dönem ego psikologları arasında, ruhsal enerjinin tüm zihinsel etkinliğin arkasındaki güç olduğu da varsayılmıştır. Freud’un metapsikolojisinde ise enerji kavramı, zihindeki çeşitli enerjilerin doğasını, miktarlarını, aralarındaki karşıtlıkları ve bu enerjilerin birikimini, dağılımını ve boşaltımını belirleyen ilkeleri ele alan ekonomik bakış açısı [economic point of view] çerçevesinde geliştirilmiştir. Bu kavram ayrıca, Freud’un eserlerini çeviren Strachey tarafından kullanılan kateksis/yatırım/enerji yükü [kateksis, cathexis] terimiyle de yakından ilişkilidir; yatırım, ruhsal enerjinin bir düşünceye veya bir zihinsel sürece yönlendirilmesi anlamına gelir.
Ruhsal enerji kavramı hem kuramsal hem de klinik gerekçelere dayanır. Freud tarafından fiziğin terminolojisinden açıkça ödünç alınan enerji kavramı, insan organizmasını yalnızca “maddede içkin olan kimyasal-fiziksel güçlerle eşdeğer güçler” üzerinden açıklama görevine bağlılığının bir kanıtıdır (Bernfeld, 1944); bu görev Freud’a Helmholtz Tıp Okulu geleneğinden aktarılmıştır. Klinik kuram düzeyinde Freud, enerji kavramını, arzuların [wishe], hislerin [feeling] ve düşüncelerin [idea] göreli yoğunluğunu ve buyurucu gücünü, ayrıca savunma işlemlerinin gücünü açıklamak için kullanmıştır. Aynı zamanda bu kavramı, söz konusu yoğunluğun ilişkilendirildiği düşünceden ayrılabileceği, bir düşünceden başka birine kaydırılabileceği [displacement] veya semptomlara/belirtilere [symptom] dönüştürülebileceği (converted) yönündeki temel gözlemi açıklamak için de kullanmıştır. Son olarak Freud, bu kavramı, kendi ve Breuer’in tedavi sürecinde yaptığı şu gözlemi açıklamak için de kullanmıştır: güçlü duygu ifadeleri semptomlarda iyileşmeyle ilişkilendirilebilir (katarsis [catharsis] ya da abreaksiyon [abreaction]).
Gerçekten de, bir şekilde Freud’un temel kavramlarının hemen hepsi, ruhsal enerjiye ilişkin fikirlerine dayanıyordu; bunlar arasında dürtü [drive], güdülenme [motivation], çatışma [conflict], dikkat [attention], birincil ve ikincil süreçler [primary and secondary processes] ile zihnin düzenleyici ilkeleri yer aldığı gibi, semptom oluşumu [symptom formation] ve travma [trauma] gibi psikopatolojiye, direnç [resistance] ve aktarım [transference] gibi psikanalitik tedaviye ilişkin temel fikirleri de bulunmaktadır. Bununla birlikte, psikanalizde çok az kavram, ruhsal enerji kavramı kadar tartışma yaratmıştır; birçok kuramcı, hem ruhsal enerji kavramının hem de ekonomik bakış açısının terk edilmesini önermiş ve bunların psikanalitik zihin modeline kesinlikten çok belirsizlik ve kafa karışıklığı kattığını savunmuştur. Bununla birlikte, Freud’un enerji kuramının ayrıntılarına yönelik eleştirilere rağmen, psikanalitik zihin anlayışı, her deneyimin belirli bir yoğunluk derecesine sahip hislerle birlikte yaşandığının ve bu yoğunluğun belli bir ölçüde değiştirilebilir ve aktarılabilir olduğunun bilincini içerir.
Breuer (Breuer ve Freud, 1893/1895), Histeri Üzerine Çalışmalar’a [Studies on Hysteria] yaptığı katkısında enerji terimini kullanmışken, Freud’un ruhsal enerji terimini ilk kullanımı biraz daha sonra, 1896 yılında, Savunma Nevrozları’nın [The Neuroses of Defence] erken bir taslağında gerçekleşmiştir. Freud, çalışmalarının bu erken evresinde ayrıca enerji fikrine, ruhsal yoğunluk [psychical intensity]”, “uyarılma toplamı [sum of excitation]” veya “duygulanım kotası [quota of affect]” gibi kavramlarda da atıfta bulunmuş ve bu miktarın “artmaya, azalmaya, yer değiştirmeye ve boşaltılmaya yetenekli bir nicelik”in tüm özelliklerine sahip olduğunu belirtmiştir. Freud, yayımlanmamış ve nöronal temelli Bilimsel Bir Psikoloji İçin Taslak [Project for a Scientific Psychology], (1895b) çalışmasında ise, elektriksel bir uyarana benzer bir enerji miktarı hayal etmiş ve bunu basitçe “Q” olarak adlandırmıştır. 1900 yılına gelindiğinde Freud, zihinsel etkinliği iten güç olarak giderek artan şekilde yalnızca “enerji”den (veya “ruhsal enerji”den) söz etmeye başlamış, kateksis/yatırım terimini de bu enerjinin belirli zihinsel ürünlere veya yapılara yatırılması ya da depolanması anlamında kullanmıştır (1900).
Freud, “Tasarım [Project] ve topografik modeller gibi en erken zihin modellerinde, zihnin (ya da “zihinsel aygıtın“) genel işlevinin ruhsal enerjinin düzenlenmesi ve boşaltılması olduğunu öne sürmüştür. Bu modellerde zihin, ruhsal enerjiyi yönetmenin iki farklı kipine sahiptir: birincil süreç ve ikincil süreç. En erken süreç olan birincil süreçte, hareketli enerji [mobile energy] veya bağlanmamış enerji [unbound energy] (ya da hareketli yatırımlar [mobile cathexes]), haz ilkesine [pleasure principle] uygun olarak, mümkün olan en hızlı yoldan boşalım arar; bu süreçte enerji, gerçeklik kaygılarına yanıt olarak geciktirilemez veya ileride kullanılmak üzere depolanamaz. Zamanla zihin-beyin, gerçekliğin taleplerine yanıt olarak boşalımı erteleyebilme kapasitesine sahip ikincil süreç işleyişlerini geliştirir ve böylece düşünme, yapı inşası, savunma ve diğer daha gelişmiş zihinsel işlevler için kullanılabilecek bağlı enerji [bound energy] (aşırı yatırım [hypercathexis] veya yatırım karşıtı [anticathexis]) oluşturur. Yapısal kuramın [structural theory] geliştirilmesiyle birlikte (1923a), Freud, deseksüalize enerjiyi [desexualized energy] tanımlamıştır; bu kavram daha sonra Hartmann (1939a) tarafından nötrleştirme [neutralization] olarak adlandırılmıştır. Freud bu terimle, id’in saldırgan ve cinsel hedeflerinden özgürleşmiş ve egonun tüm işlevlerinde kullanılmak üzere serbest bırakılmış enerjiyi kastetmiştir (Freud, 1900, 1911b, 1915d, 1923a).
Son olarak, Freud çalışmalarının tamamında, zihnin ruhsal enerjiyi nasıl yönettiğini açıklamak üzere çeşitli düzenleyici ilkeler öne sürmüştür. Tasarım (Project, 1895b) adlı eserinde ortaya koyduğu “nöronik inerti/süredurum/eylemsizlik” ilkesi [principle of neuronic inertia], ruhsal aygıtın birincil işlevinin, uyarımdan ya da enerjiden arınarak hareketsiz bir duruma geri dönmek olduğunu ifade eder. Yakından ilişkili olan “sabitlik ilkesi [principle of constancy]” ise -Fechner’den ödünç alınmıştır- zihnin, uyarımı mümkün olduğunca düşük ve sabit bir düzeyde tutmaya çalıştığını, bunu yaparken de zihinsel etkinlik için gereken enerji kaynağını karşılamaya çalıştığını ileri sürer (Breuer ve Freud, 1893/1895). Bu iki ilke daha sonra, ölüm içgüdüsü [death instinct] işleyiş ilkesi olarak ileri sürülen Nirvana ilkesi [Nirvana principle] şeklinde yeniden biçimlendirilmiştir; bu ilkeye göre zihin, enerji düzeyini sıfır noktasına yaklaştırmaya çalışır (Freud, 1920a). Freud, en başından beri eylemsizlik ve sabitlik ilkelerini hazsızlık/haz ilkesiyle [unpleasure/pleasure principle] -daha sonra yalnızca haz ilkesi [pleasure principle] olarak adlandırılmıştır (1911b)- özdeşleştirmiştir. Ona göre, hazsızlık, enerjinin birikimiyle ortaya çıkan gerilimden kaynaklanırken, haz enerjinin boşalımıyla meydana gelir (1900). Freud, enerji kuramının çeşitli yönlerinde ortaya çıkan sorunları (örneğin, cinsel davranışın haz verici bir enerji birikimini içermesi gibi) kendisi de fark etmiştir ve bu sorunları çözme çabaları hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin edici olmamıştır. Bununla birlikte, Freud zihni enerji yönetimi için işleyen bir aygıt olarak görme anlayışını hiçbir zaman resmen terk etmemiştir; diğer işlevlerini araştırmaya daha fazla ilgi duymaya başlamış olsa bile bu görüşünü korumuştur. Gerçekten de, ekonomik bakış açısı ve enerji dili, yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar psikanalitik literatüre hâkim olmuştur. Ancak bu dönemde birçok analist, ruhsal enerji kavramını sorgulamaya başlamış ve onu şu açılardan eleştirmiştir: çoklu totolojilere dayanması; metaforu olgu gibi kullanması; çelişki, kafa karışıklığı ve belirsizlikle dolu olması; açıklayıcı değer taşımaması; zihin-beden ikiliğini pekiştirmesi ve psikanaliz ile nörofizyoloji arasında sahte bir bağ kurması. Eleştirmenler, yaşantılanan deneyimin yoğunluğundaki değişimlerin, savunma işleyişlerinin göreli gücündeki farklılıkların ve dikkatin odaklandığı yerlerdeki değişimlerin her birinin ayrı olgular olduğunu ve bunların, tekil bir enerji kavramındaki miktar değişimleriyle açıklanamayacağını ileri sürmüşlerdir. Bilişsel bilimden bilgi, öğrenme ve sistem modelleri (zihnin bilgi işleme, temsil etme ve simge oluşturma kapasitelerini vurgulayan) ile evrimsel psikolojiden alınan modeller (uyum sağlama yetisini ve bağlantıcılık [connectionism] gibi nöronal esinli modelleri öne çıkaran) modelelr, psikanalitik zihin modeli için ilham alınabilecek daha uygun kaynaklar olarak önerilmiştir (Kubie, 1947; Kardiner, Karush, and Ovesey, 1959; Holt, 1962, 1976; Rosenblatt and Th ickstun, 1970, 1977; Gill, 1977; Olds, 1994). Bununla birlikte, ruhsal enerji kavramının ortaya koyduğu tüm sorunlara rağmen, psikanalistler zihinsel yaşantıyı yoğunluk [intensity] ya da nicelik [quantity] deneyimi için bir dil kullanmaksızın tanımlamakta zorlanmaktadırlar; oysaki böyle bir dil olmaksızın birçok klinik olgunun çeşitli yönlerini ifade etmek imkânsız hâle gelmektedir.
Kaynak:
American Psychoanalytic Association. (2012). Energy. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 78).
Bir yanıt yazın