Histeri Nedir?


Histeri, çeşitli psikopatolojileri ya da karakter özelliklerinin bazı yönlerini ifade eder ve şunları kapsar:

1) Belirgin anatomik ya da fizyolojik bir patolojiyle ilişkilendirilemeyen, çeşitli ve sıklıkla değişken bedensel belirtilerle karakterize edilen bir sendromdur; bu belirtiler bilinçdışı çatışmanın sembolik ifadesini temsil eder. Örneğin, bir şeyi “görme”ye dair bir çatışma, körlük şeklinde dışa vurulabilir (konversiyon histerisi [conversion hysteria]).

2) Füg durumları, bazı amnezi türleri ve çoklu kişilik bozukluğu gibi, dissosiyasyonla ortaya çıkan bilinç durumundaki değişiklikleri kapsayan bir durumdur (disosiyatif durum [dissociative state]).

3) Bastırma, duygusallık ve somatizasyon gibi savunma tarzlarıyla belirginleşen bir karakter tipidir; bu kişiler kendini dramatize eden, duygusal olarak değişken ve/veya baştan çıkarıcı olsalar da, gerçek cinsel etkileşimlerden korku duyarlar (histerik karakter [hysterical character]) ve,

4) Bastırma, duygusallık (ya da duygulanımsallaştırma) ve somatizasyonun baskın olduğu bir savunma tarzıdır; bu tarz, tam gelişmiş bir histerik karakter olmasa bile görülebilir (histerik tarz [hysterical style]).

Başlangıçta histerik karakterin (ya da tarzın) histerik semptomlara yatkınlık oluşturduğu düşünülse de, bu ilişki oldukça belirsizdir. Psikanalitik literatürde konversiyon histerisi ile histerik karakter büyük ölçüde birbirinden ayrı olarak ele alınmıştır.

Histeri, psikanaliz tarihinde önemli bir rol oynamaktadır; çünkü Freud, “ruhsal çözümleme”ye [psychical analysis] dayanan yeni tedavi yöntemini ve ilk psikanalitik kuramlarını, histeri (o dönemde konversiyon histerisini ve disosiyatif durumları kapsıyordu) hastalarıyla çalışmaları sırasında geliştirmiştir. Freud, hocaları (Charcot, Bernheim ve Breuer) aracılığıyla histerinin sıradan bilinçten ayrışmış düşüncelerden kaynaklandığı kuramıyla tanışmış, ancak gelenekten ayrılarak histeriye bir etiyoloji önermiştir; bu etiyoloji dejeneratif bir hastalığa değil, psikolojik bir çatışmaya dayanmaktadır. Freud’un, histerik semptomları (ve nihayetinde tüm psikonevrozları), bastırılmış bilinçdışı arzuların sembolik ifadesi olarak görmesi, hem nevrozlara dair sonraki tüm kuramlarının hem de zihin kuramının temelini oluşturmuştur. Sonuç olarak, Freud’un histeri anlayışı, onun zihinle ilgili devrim niteliğindeki görüşünün temelini oluşturmuştur: zihin, sonsuza dek bölünmüştür (bilinç ve bilinçdışı); kendini aşırı uyarma eğilimindedir (arzu ve dürtü); ve kendini düzenleme kapasitesine sahiptir (savunma). Histerik psikopatoloji, ruhsal yaşamın bedensel yollarla sembolik ifadesini bulduğu pek çok yolu da gözler önüne serer.

“Histeri” terimi (Yunanca hystera, “rahim” anlamına gelir) ilk olarak MÖ dördüncü yüzyılda Hipokrat tarafından ortaya atılmıştır ve iki bin yıldan fazla süredir, çoğunlukla kadınlarda görülen değişken bedensel belirtilerin geniş bir yelpazesini tanımlamak için kullanılagelmiştir. Freud (1886), Viyana Tıp Derneği’ne sunduğu ilk bildirisinde, “Histerik Bir Erkekte Şiddetli Yarım Taraf Anestezisi Vakasına İlişkin Gözlem” başlıklı çalışmasını paylaştı. Charcot’nun etkisiyle, bu durumu travma ile kalıtsal nöropatik hastalığın birleşimi sonucu olarak açıkladı. Sonraki yirmi yıl boyunca kuramı giderek daha psikanalitik bir nitelik kazandı; histeri kuramındaki gelişmeler, Freud’un zihin kuramının genel gelişimiyle paralel bir seyir izledi. Özellikle 1895 yılında, Breuer ile birlikte yazdığı Histeri Üzerine Çalışmalar (Breuer ve Freud, 1893/1895) adlı kitabında, Freud savunma histerisi [defense hysteria] kavramını ortaya atmıştır. Bu tür histerinin, dejeneratif zihinsel zayıflıktan değil, “savunma güdüsüyle” sıradan bilinçten uzaklaştırılmış düşüncelerden (çoğunlukla travmaya dair “anımsamalar”) kaynaklandığını ileri sürmüştür. Bu erken dönem boyunca Freud, histerinin nedenlerini çocukluğa, giderek daha erken dönemlere kadar götürmeye başladı (başlangıçta hâlâ travma deneyimine odaklanarak); 1890’ların ortalarına gelindiğinde ise, çocukluk döneminde yaşanan travmatik baştan çıkarma deneyimlerinin histerik semptomlara yol açtığını öne sürdüğü ünlü baştan çıkarma hipotezine [seduction hypothesis] ulaşmıştı (1896c). Daha sonra, yaklaşık 1897 yılından itibaren Freud (1897e), travma kuramından dramatik bir kopuşla, baştan çıkarma hipotezini terk etti ve bunun yerine, histerinin bastırılmış çocukluk cinsel arzularının sembolik ifadesi olduğu, içsel olarak üretilmiş aşırı uyarılmaya dayanan kuramı benimsedi. Freud ayrıca, başkalarının davranışlarının bilinçdışı bir taklidine dayanan histerik özdeşleşme [hysterical identification] olgusunu da histerik semptomların oluşumuna katkıda bulunan bir etken olarak tanımlamıştır (1900). Son olarak, 1905 yılına gelindiğinde, Dora vakasında bu arzuların Ödipal istekleri ve erotojen bölgelerde ortaya çıkan arzuları -yakında libido olarak kavramsallaştırılacak unsurları- içerdiği görülmektedir (1905a).

Freud’un resmi histeri kuramı, ekonomik ilkelere dayanıyordu. Nitekim konversiyon histerisi terimi (Breuer ve Freud tarafından ortaya atılmıştır), “uyumsuz düşüncenin, uyarım toplamının bedensel bir şeye dönüştürülmesi yoluyla zararsız hâle getirilmesi” kuramına dayanıyordu (1894c). Ancak Freud’un bu konudaki çalışmalarında, kalıtımın etkilerinden başlayarak, tanımlanmış onlarca daha psikolojik fikre uzanan bir düşünce yelpazesiyle karşılaşırız. Bunlar arasında özdeşleşme, bilinçdışı fantezi (özellikle mastürbasyon fantezisi), sembolik iletişim, beden dili, somatik yatkınlık (daha önce bir organda yaşanmış gerçek bir yaralanmanın, ileride histerik semptomların oluşumuna zemin hazırlaması) ve ikincil kazanç gibi unsurlar yer alır.

Freud, histeri üzerine yaptığı çalışmaları, altında yatan yapıya dayalı genel bir psikopatoloji (ya da nevroz) kuramı oluşturmak için kullanmıştır; bu yapı, onun açısından, duygulanımın (daha sonra dürtü enerjisi) kendisiyle ilişkili düşünceden ayrıldığı her durumu ifade eder. Örneğin 1909 yılında Freud (Stekel’i takip ederek) anksiyete histerisini [anxiety hysteria] tanımlamıştır; burada bastırılmış libido, anksiyeteye (ya da daha ileri yer değiştirmelerle birlikte fobiye) dönüştürülmektedir (1908d, 1909b). Bu durum, libidonun bedensel semptomlara dönüştüğü konversiyon histerisine benzerlik gösterir. Aynı zamanda Freud’un histeri kuramı, bilincin ve bilinçdışının kalıcı biçimde bölünmüş olduğu ve dürtüler tarafından güdülendiği genel zihin kuramının da temelini oluşturmuştur.

Freud histerik karakter [hysterical character] hakkında doğrudan sistematik bir metin kaleme almamış olsa da, histerik semptomlara dair yazılarında, artmış uyarılabilirlik ve duygulanımsal değişkenlikten oluşan bir yatkın histerik mizaçtan [hysterical temperament] söz etmiştir (1888a). Ayrıca hastalarının hayal kurmaya yatkınlıkları, yoğun duygulanım yaşamaları, öfke ve tutku dolu olmaları, sevgi talepleri, yönlendirici/müdahaleci tutumları ve “bastırma” savunmasını kullanmaları gibi özelliklerine sıkça atıfta bulunmuştur. Histerik karakter kavramı psikanalize ilk kez Wittels (1930) tarafından, histerik semptomlara yatkınlık gösteren ve libidinal gelişimin oral evresinde fiksasyon gösteren bir kişilik tipi olarak tanıtılmıştır. Bu tarihten sonra psikanalitik literatürde, histerik semptomlardan ziyade histerik karakterin incelenmesi ön plana geçmiştir.

Histerik karaktere dair en geleneksel görüş, W. Reich (1933/1945) tarafından ortaya konmuştur. Reich, histerik karakteri, bilinçdışı ensest temalı Ödipal fantezilerle ilişkili cinsellikten bir kaçış olarak kavramsallaştırmış ve bu yapıyı, gelişimin erken genital/fallik evresinde bir regresyon ya da fiksasyonu yansıtan savunmacı bir baştan çıkarıcılık biçiminde tanımlamıştır. Histerik bireyin, tüm etkileşimleri savunmacı bir biçimde cinselleştirmesinin yanı sıra, Reich bastırma, somatizasyon, dissosiyasyon ve özdeşleşme gibi savunma mekanizmalarını da vurgulamıştır. Diğer kuramcılar ise, histerik bireyin “fanteziye kaçış”ını [flight into fantasy] (Fenichel, 1945) ve duygusallığın, kendini dramatize etmenin ve abartılı toplumsal cinsiyet rollerinin savunma amaçlı kullanımını (Easser ve Lesser, 1991) ön plana çıkarmışlardır. Daha yakın dönemlerde ise nesne ilişkileri kuramı perspektifinden yazan yazarlar, histerik karakter tarzının ilkel nesne ilişkilerine eşlik eden düşmanca/zulmedici [persecutory] anksiyeteyi yönetmek amacıyla nasıl kullanıldığını açıklamışlardır (Brenman, 1985; de Folch, 1984). Gelişimle ilgilenen psikanalistler, özellikle Ödipal dönemde, çocuklukta yaşanan aşırı uyarılmayı -çoğunlukla yetersiz hemcins ebeveynliğiyle birlikte- vurgulamışlardır (Blacker ve Tupin, 1977). Günümüzdeki gelişimsel yaklaşımlar ise genellikle mizaç ve histerik bilişsel tarz [hysterical cognitive style] (D. Shapiro, 1965) gibi diğer doğuştan gelen etkenlerin katkılarını da içermektedir.

Geleneksel olarak, libidinal evrelere dayalı patoloji kuramlarının egemen olduğu bir dönemde, histerik karakter en yüksek düzeydeki karakter patolojisi olarak kavramsallaştırılmış ve genital/fallik evredeki fiksasyonu yansıttığı düşünülmüştür. Ancak, histerik bireylerin tedavide sıklıkla iyi sonuç vermediği gözlemi ve kuramsal gelişmeler doğrultusunda, psikanalitik psikopatologlar farklı düzeylerde patolojilere sahip farklı histerik türlerini ayırt etmeye başlamışlardır; bu türler, ya daha erken (oral) fiksasyonları ya da daha ilkel savunmaları yansıtmaktadır (Marmor, 1953; Zetzel, 1968; Easser ve Lesser, 1991). Örneğin Zetzel, “sözde iyi histerik [so-called good hysteric]” olarak tanımladığı kişiyi, geleneksel histerik karakter özellikleri sergilese de işlevselliği daha bozulmuş ve daha ilkel savunmalar kullanan biri olarak betimlemiştir. Easser ve Lesser ise, ego işlevselliğinin genel düzeyine dayanarak histeroid karakterler [hysteroid characters] ile histerik karakterleri [hysterical characters] birbirinden ayırmıştır. Histerik bireylerdeki patoloji düzeylerini ayırt etmeye yönelik bu çabalar, Kernberg’in (1967) karakter patolojisi düzeylerine ilişkin çalışmasına katkı sağlamıştır; Kernberg’in kendisi de savunma düzeyleri ve nesne ilişkilerine dayanarak histerik karakter ile sınırda (borderline) kişilik örgütlenmesi (özellikle onun “infantil kişilik [infantile personality] adını verdiği yapılar dahil) arasında ayrım yapmıştır.

Zamanla histeri terimi psikanalitik kuramla o denli özdeşleşmiştir ki, 1952 yılında bu terim resmi psikiyatrik adlandırma sisteminden çıkarılmıştır. Nihayetinde DSM sisteminde, Eksen I altında somatizasyon, konversiyon ve dissosiyatif bozukluklar; Eksen II altında ise histrionik ve sınırda (borderline) kişilik bozuklukları terimleriyle değiştirilmiştir. Buna karşılık, Psikodinamik Tanı Kılavuzu‘nda (PTK) (PDM Task Force, 2006) yer alan sınıflandırma sisteminde, Kişilik Ekseninde şu tanımlamalar bulunmaktadır: histerik kişilik bozukluğu (ya da histrionik kişilik bozukluğu), ki bu bozukluk, ketlenmiş (cinsel olarak bastırılmış ve korkulu) ve gösterişli ya da ihtişamlı (dramatik, cinsel olarak provokatif) alt tipleri içerir; ayrıca, kişiliğin tüm bölümlerinin birbirinden ayrıldığı, genellikle ağır çocukluk çağı travması ya da istismarı bağlamında görülen dissosiyatif kişilik bozukluğu (genellikle çoklu kişilik olarak adlandırılır). Semptom Ekseninde ise disosiyatif bozukluklar ve somatoform (somatizasyon) bozukluklar (konversiyon bozukluğu dahil) yer almaktadır. Psikanalitik kuram, bilişsel psikoloji ve enformasyon kuramından yararlanan bir araştırmasında Horowitz (1977), başarılı tedavi sonrasında, onun histerik kişilik olarak adlandırdığı yapıda nesne ve kendilik “şemalar”ında meydana gelen değişiklikleri göstermeye çalışmıştır.

Kaynak:

Macmillan Reference USA. (2005). Hysteria. İçinde International dictionary of psychoanalysis (1. baskı, s. 102).

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir