Fantezi Nedir?


Fantezi [fantasy ya da phantasy], hayal kuran öznenin başrolde yer aldığı, çoğunlukla duygusal olarak yoğun bir durum içeren hayali bir senaryo ya da öyküsel anlatıdır. Fanteziler, motivasyonel durumlar ve savunma düzenekleri tarafından şekillendirilen kendilik [self] ve nesne [object] etkileşimlerini temsil eder. Bu fanteziler tamamen ya da kısmen bilinçdışı olabilir. Bilinçli fanteziler [conscious fantasy], kişinin çeşitli haz verici, korkutucu ya da cezalandırıcı senaryoları hayal ettiği gündüz düşleri [daydream] biçiminde yaygın olarak görülür. Bu bilinçli fanteziler, aslında bilinçdışı fantezilerin [unconscious fantasy] birer türevidir. Bilinçdışı fanteziler, gerçekliğin etkisinden görece yalıtılmış, kararlı, süreklilik gösteren yapılardır. Fantezi, arzudan [wish] (bilinçdışı bir zihinsel istek) ve kompleksten [complex ] (bilinçdışı, örgütlü bir düşünce, imge ve çağrışım grubu) ayrılır; bunların hiçbiri anlatı [narrative] biçimini almak zorunda değildir. Psikanalitik literatürde görülen “fantasy”/”phantasy” yazım farkı, bazı analistlerin -özellikle Britanyalı analistlerin- İngilizce “fantasy” (anlamı: “heves” ya da “kapris”) kelimesi yerine, Almanca kökenli “Phantasie” (anlamı: “hayal gücü” ya da “vizyoner düşünc”) sözcüğünü tercih etmelerinden kaynaklanır. Isaacs (1948) bu ayrımı daha da belirginleştirmiş ve “phantasy” teriminin bilinçdışı olaylara, “fantasy” teriminin ise daha çok bilinçli içeriklere atıfta bulunmak üzere kullanılmasını önermiştir. Bu öneri, Britanyalı Kleinyenler tarafından benimsenmiş ve takip edilmiştir.

Fantezi kavramı, psikanalitik zihin kuramlarının, psikopatolojinin ve tekniklerin merkezinde yer alır. Freud’un, histerinin çocuklukta yaşanan bir baştan çıkarılmanın sonucu değil, çocukluk cinsel fantezisinin patojenik etkilerine dayandığı yönündeki kuramı, psikanalizin gelişiminde devrim niteliğinde bir adım olmuştur. Zamanla fantezi, nevroz etiyolojisindeki rolünden öteye geçerek, tüm arzuların, korkuların, savunmaların ve bunlara karşılık gelen nesne ilişkilerinin bilinçdışında temsil edilme biçimi olarak baskın bir işlev görmeye başlamıştır. Bu yönüyle fantezi, Freud’un “psişik gerçeklik [psychic reality]” olarak adlandırdığı yapının merkezini oluşturur. Bu bağlamda, bireyin fantezi yaşamı [fantasy life], çocukluktan itibaren hem normal hem de patolojik olmak üzere zihinsel yaşamın ve davranışın tüm yönleri üzerinde düzenleyici (organize edici) bir etkide bulunur; aynı zamanda, yeni deneyimlerin örgütlenmesine katkıda bulunan bir şablon ya da zihinsel yapı işlevi de görür (Arlow, 1969b). Freud (1897e), 1897 yılında Fliess’e yazdığı bir mektupta, nevroz etiyolojisinde belirleyici rolü oynayanın gerçek travmatik cinsel yaşantılar değil, fantezi olduğu yönündeki farkındalığının doğmakta olduğuna ilk kez değinmiştir. Bu görüşünü yaklaşık on yıl boyunca yayımlamasa da, bu keşfi, çocuksu cinselliğin [infantile sexuality] ve oidipus kompleksinin [oedipus complex] zihinsel yaşamdaki belirleyici rolünün kabul edilmesinin önünü açmıştır. Freud’un daha sonra özetlediği üzere: “Fanteziler maddi gerçekliğin karşıtı olarak psişik gerçekliğe sahiptir ve nevrozlar dünyasında belirleyici olanın psişik gerçeklik olduğunu zamanla anlamaya başlarız” (Freud, 1916/1917). Freud, fanteziyi, dürtüsel arzuların engellenmesi sonucunda ortaya çıkan, arzu doyumunu sağlayan, yanılsama niteliğinde bir düşünce biçimi olarak görmüştür. Fantezinin en erken biçimi, çocukluk mastürbasyonuna eşlik eden düşlenen doyumla özdeştir (1908e). Freud (1911b), fantezinin nasıl ortaya çıktığını şu şekilde açıklamıştır: “Gerçeklik ilkesinin devreye girmesiyle birlikte, bu düşünce etkinliği türü ayrıştı; gerçeklik sınamasından muaf tutuldu ve yalnızca haz ilkesine bağlı kaldı.” Freud’a göre, fantezi yaşamının görece yalıtılmış doğası, onun çocuksu cinsel dürtülerle yakın ilişkisi, çocukluk arzularının, düşüncelerinin ve biliş biçimlerinin yetişkin zihinsel yaşamı üzerindeki kalıcı etkisini açıklar. Freud, fantezinin rolünü nevrotik semptom oluşumu, hezeyanlar, sapkınlıklar, karakter özellikleri, düşler, gündüz düşleri, oyun, çocukların cinsellik kuramları, dil sürçmeleri, yaratıcı edimler ve mitoloji gibi pek çok alanda incelemiştir. Freud’un fanteziye dair en açık kuramsallaştırmaları, yapısal kuramın (id, ego, süperego) gelişmesinden önceye dayanır ve bu kuramla tam olarak bütünleştirilmemiştir. Bu durum, terimin kullanımındaki köklü belirsizliklere katkıda bulunmuştur. Örneğin Freud, fanteziyi kimi zaman bastırmanın nesnesi olarak tanımlar ve bu nedenle bilinçdışının bir parçası sayar; kimi zaman ise ikincil süreç mantığını taşıyan fantezileri gözlemleyerek, onların bilinçöncesi-bilinç sistemi içinde yer aldığını belirtir.

Modern ego psikologları, fanteziyi, dürtüsel arzuları, süperego taleplerini ve savunmayı bir uzlaşma oluşumu içinde bütünleştirerek temsil eden, egonun yaratıcı ve sentetik işlevlerini yansıtan bir yapı olarak görürler; bu uzlaşma oluşumu fantezi şeklinde ifade edilir ve tüm fanteziler, aynı zamanda nesnel gerçekliğin izlerini de taşır (Erreich, 2003). Nesne ilişkileri kuramcıları ve kendilik psikologları, kendilik ve nesne temsillerinin yapılandırıcı etkisine odaklanmışlardır. Ayrıca Freud, fanteziyi (diğer tüm düşünce biçimleri gibi) engellenmenin [frustration] bir sonucu olarak görürken, çağdaş analistlerin çoğu fantezi oluşumunu çocuklukta başlayan ve süreklilik gösteren bir süreç [process] olarak değerlendirir. Gelişimsel zorluklar, çocukluk gizemleri, duygusal olarak önemli olaylar ve travmalar, fantezi oluşumu için özel uyarıcılar olarak işlev görür. Fanteziler yaşam boyunca yeniden düzenlenir; bu nedenle, belirli bir fantezi, bireyin yaşamındaki farklı anlara karşılık gelen birden çok “basımda” aynı anda var olabilir ve o dönemde etkin olan çatışmaları ve bilişsel yetileri yansıtır. Yetişkin bireyde fanteziler, bilince erişilebilirlikleri, bilişsel örgütlenme düzeyleri ve gerçeklik sınamasına duyarlılıkları bakımından çeşitlilik gösterir.

Freud’un histeri etiyolojisinde çocukluk cinselliğine ilişkin fantezilerin rolüne dair ilk kuramsal açıklamalarından bu yana, psikanalistler cinsel fanteziyi [sexual fantasy], özellikle bireyin cinsel davranışı, kişiliği, karakteri ve hayata yönelik tutumu üzerinde kalıcı bir etkiye sahip olarak değerlendirmişlerdir. Temel cinsel örgütleyici fanteziler [core sexual or ga niz ing fantasy] ya da mastürbasyon fantezileri [masturbation fantasy], zaman içinde farklı görünümler ve içerikler alabilir; ancak, yaşam boyu özsel yapılarını korur (Laufer, 1976). Psikanalitik yazında, cinsel fantezi terimi çoğunlukla, psikanalitik tedavi sırasında hasta tarafından bildirilen bilinçli cinsel fantezileri tanımlamak için kullanılır. Cinsel fantezilerin analitik süreçte dile getirilmesi, çeşitli anlamlar taşıyabilir ve çoğu zaman örtük ya da türetilmiş bir biçimde temel bilinçdışı fantezilerle ilişkili olabilir (Person, 1995). Laplanche ve Pontalis (1967/1973) ise, fanteziyi arzuya bir sahne kurma [mise-en-scène] olarak tanımlarlar.

Bir bireyin fantezi yaşamı, onun benzersiz yaşam öyküsünü ve kişisel özelliklerini yansıtsa da, birçok fantezide evrensel ve paylaşılan bir nitelik bulunur. Freud’un, evrensel ilk/ilkel/ilksel fantezileri [universal primal fantasy] soyaçekim yoluyla aktarılan yapılar şeklinde kavramsallaştırmasına karşılık, çağdaş analistler fantezilerin bu paylaşılan yönünü, evrensel biyolojik zorunlulukların ve gelişimsel deneyimlerin bir sonucu olarak görürler. Temel cinsel örgütleyici fantezilerin [core sexual organizing fantasy] yanı sıra, yaygın fantezi türleri arasında romantik haz alma fantezileri; büyük başarı, zenginlik, başarma, tanınma, güç, ün ya da hayranlık fantezileri; kefaret ödeme ya da onarma fantezileri; yenilgi, aşağılanma ya da cezalandırılma fantezileri; ve intikam alma ya da şiddet uygulama fantezileri yer alır. Çocukluk dönemine özgü tipik fanteziler arasında, gebelik, doğum ve ebeveynlerin cinsel yaşamına (ilksel sahne [primal scene]) dair gizemleri çevreleyen fanteziler; evrensel arzu ve korkulara (örneğin, ensest, aile romansı, hadım edilme, penis ve rahim kıskançlığı, dövülme fantezileri) ilişkin fanteziler; ve arzu ile yasağın birleşimini temsil eden, çoğu zaman “eğer-o zaman” biçiminde yapılandırılmış fanteziler (örneğin, “Eğer bu oyunda babamı yenersem, o da beni cezalandırır”) yer alır. İnsanların ortak fantezilere sahip olması, birbirlerini anlayabilme ve empati kurabilme yetilerini mümkün kılar. E. Kris (1956a), bir hastanın ısrarla tutunduğu bir tür otobiyografik fanteziden [autobiographical fantasy] söz etmiş ve buna kişisel mit [personal myth] adını vermiştir. Sanatsal yaratım da fantezilerin ortaklığı sayesinde mümkün olur; bu bağlamda sanatçı, “toplumun hayalcisi [daydreamer for the community]” olarak işlev görür (Freud, 1908a; Arlow, 1986). Grup oluşumu ve bütünlüğü, çoğu zaman bir kültürün merkezi mitlerinde ifadesini bulan ortak bilinçdışı fanteziler aracılığıyla kolaylaşır (Arlow, 1995).

Fanteziyle ilgili literatürde süregiden tartışmalar arasında, fantezi oluşumunun mümkün olduğu yaş; bilinçdışı fantezinin örgütlenme düzeyi ve türü; fantezinin dile bağımlı olup olmadığı sorusu; ve anlatı bütünlüğünün ne ölçüde psikanalitik konuşmanın kendisi tarafından eklendiği yer almaktadır. Psikanaliz tarihindeki en önemli tartışmalardan biri -Britanya Psikanalitik Derneği’nin Tartışmalı Toplantıları olarak bilinen süreçte (King ve Steiner, 1991)- Klein ekolünün takipçileri ile A. Freud önderliğindeki Viyanalı analistler arasında gerçekleşmiş olup, tartışmanın odak noktası fantezinin doğası [nature of fantasy] olmuştur. Bu tartışmalarda Kleinci analistler, fanteziyi geniş bir çerçevede ele almışlar (ve bu kavramı tanımlarken İngilizce’de genellikle phantasy yazımını tercih etmişlerdir). Onlara göre fantezi, dürtünün doğrudan zihinsel ifadesi ve bilinçdışı zihinsel süreçlerin birincil içeriğidir; bu tanımda fantezi, Freud’un bilinçdışı arzuya [unconscious wish] atfettiği konumu işgal eder (Isaacs, 1948). Bu görüşe göre fantezi oluşumu [fantasy formation], dilin gelişiminden çok önce, doğumla birlikte başlar. En erken fanteziler, her şeye gücü yeten ve somut nitelikteki fantezilerdir; bunlar fiziksel duyumlardan oluşur ve bu duyumlar daima, o duyumlara neden olan nesnelerle kurulan ilişkiler olarak yorumlanır. (Örneğin, açlık, bebeğin içinden onu rahatsız eden kötü bir nesne olarak deneyimlenir; doyum ise, iyi bir nesneyle yaşanan mutlu bir birleşme olarak hissedilir.) Daha sonraki fanteziler -özellikle yansıtma [projection], içe alma [incorporation] ve her şeye gücü yeten denetimle ilgili olanlar- daha ilkel fantezilerle birlikte ortaya çıkan kaygılara karşı savunma işlevi görür. Kleinci bakış açısına göre, gelişimle birlikte fanteziler somut bedensel duyumlarla olan bağlarını giderek kaybeder ve çocuk gerçek nesnelerle fantezi nesnelerini ayırt edebilir hale geldikçe, fanteziler daha sembolik bir nitelik kazanır.

Kuramsal farklılıkları ne olursa olsun, ego psikologları ve Klein’ciler de dâhil olmak üzere neredeyse tüm psikanalistler, bilinçdışı fantezinin araştırılmasını psikanalitik çalışmanın merkezine yerleştirirler. Psikanalitik durumun algısal belirsizliği, bilinçdışı fantezilerin ortaya çıkmasını en üst düzeye çıkarır ve bu fantezilerin yorumlanmasına olanak tanır. Aktarımdaki süreçte hasta, analisti kendi fantezilerine dahil eder ve bu fantezileri eyleme dökmeye çalışır. Ancak bazı kuramsal ekoller bilinçdışı fantezinin rolünü ikinci plana atar: kişilerarası analistler, hasta ile analist arasındaki ilişkiye odaklanırken; bağlanma kuramcıları, bireyin gerçek ilişkiler temelinde oluşturduğu “içsel çalışma modelleri”ni [internal working model] vurgularlar (Bowlby, 1969/1982; D. N. Stern, 1985).

Daha 1920’ler ve 1930’larda, psikanalitik yönelimli araştırmacılar, fanteziyi ampirik olarak inceleyebilmek amacıyla Rorschach Testi [Rorschach Test] veya Tematik Algı Testi [Thematic Apperception Test] gibi araçlar kullanmaya başlamışlardı. Psikoloji alanında şema/şemalar [schema/schemata] terimleri ise ilk kez 1932 yılında, deneyimin zihinsel bir temsiline atıfta bulunmak üzere tanıtıldı (Bartlett, 1932). 1970’lerde bilişsel psikoloji alanında bu şema kavramı, daha karmaşık “olay dizilerinin [event sequences]” bellekte nasıl temsil edildiğini açıklamak için genişletildi. Bu tür bilgi yapılarına senaryolar [script] adı verilmiştir (Tulving, 1972; Schank & Abelson, 1977; Tomkins, 1979). Bilişsel psikolojideki şema ve senaryo araştırmaları, fantezinin temel unsurlarını ampirik olarak yakalamayı amaçlayan test araçlarını geliştiren yeni kuşak psikanalitik araştırmacılar üzerinde önemli bir etki yaratmıştır. Bu araçlar arasında şunlar yer almaktadır:

  • Horowitz (1991): Rol-İlişki Model Yapılanmaları [Role-Relationship Model Configurations/RRMs]
  • Luborsky (1984): Temel Çatışmalı İlişki Temaları [Core Conflictual Relationship Themes/CCRT]
  • Trevarthen (1993): İlişkisel Senaryolar [Relational Scripts]
  • Teller ve Dahl (1981): ÇERÇEVELER [FRAMES]
  • D. N. Stern (1985): Genellenmiş Etkileşim Temsilleri [Representations of Interactions that have been Generalized/RIGs]
  • Gill ve Hoffman (1982): Danışanın Terapist ile Olan İlişki Deneyimi [Patient’s Experience of the Relationship with the Therapist/PERT]
  • Sander (1997): Organizasyon Temaları [Themes of Organization]

Bu araştırmalar, bireyin içsel dünyasını şekillendiren tekrar eden ilişki örüntülerini ve fantezileri anlamaya yönelik bilişsel ve psikanalitik yaklaşımların kesişiminde konumlanır.

Kaynak:

American Psychoanalytic Association. (2012). Fantasy. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 85).

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir