Gözlemleyen Ego (Benlik) Nedir?


Gözlemleyen ego [Observing ego], bilinçli zihinsel işleyişin, kendi üzerine düşünme/iç konuşma/özdüşünüm/derinlikli düşünme/tefekkür/düşünüm [self-reflection] kapasitesini sağlayan yönüdür.

Gözlemleyen ego işlevi, öğrenme ve ahlaki işlevsellik gibi günlük psikolojik işlevlerin birçoğu için gereklidir; çünkü bu işlevler, kendini izleme/öz-izlem [self-monitoring] ve kendini değerlendirme/öz-değerlendirme [self-evaluation] süreçlerine dayanır. Aynı zamanda, bir psikanalitik tedaviye hastanın etkin katılımı için de zorunludur; çünkü bu işlev, içebakış [introspection] ve içgörü [insight] geliştirilmesine katkıda bulunur.

Normal bilinç durumlarında birey, bilinçli deneyiminin ve bu deneyime verdiği tepkilerin farkındadır. Ancak, gözlemleyen ego işlevi, bazı durumlarda azalır fakat tamamen ortadan kalkmaz. Örneğin, dalgınlık [daydreaming] ve hayal kurma [fantasizing] sırasında kendi üzerine düşünme kapasitesi zayıflar ama tümüyle kaybolmaz. Aynı şekilde, güçlü arzular, hisler ya da baskın dürtüler, gözlemleyen egonun işlevini bozabilir. Ayrıca, sarhoşluk (intoxication), yorgunluk (fatigue) ve hipnoz (hypnosis) gibi durumlar da bu işlevi zayıflatabilir.

Gözlemleyen ego işlevindeki bozulmalar, özellikle dissosiyasyonla [dissociation] karakterize edilen bozukluklara katkıda bulunur. Bu bozukluklar arasında, depersonalizasyon (kişinin kendisine yabancılaşması), travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), kimlik dağınıklıkları [identity disturbances] bulunur. Ayrıca, gözlemleyen egodaki yetersizlikler, gerçeklik sınaması [reality testing] süreçlerinin başarısız olmasına da yol açabilir. Bu başarısızlıklar, basit inkârdan [denial] başlayarak psikoza kadar uzanan bir yelpazede görülebilir.

Öte yandan, gözlemleyen egonun aşırı faal olması, yani kişinin kendisini sürekli gözlemlemesi ve değerlendirmesi de patolojik bir yoğunluk kazanabilir. Bu da şu gibi klinik durumlara yol açabilir: süreğen öz-bilinç [self-consciousness] ve utanç [shame) duyguları, hipokondriyazis, kendini izleniyor gibi hissetme ya da takip edilme [delusions of observation and persecution] sanrıları.

Her ne kadar gözlemleyen ego terimi, muhtemelen birçok zihinsel işlevin birleşiminden oluşan soyut bir işlev düzeyine karşılık gelse de, bu kavramın özgüllüğü üzerine literatürde çok az tartışma ya da görüş ayrılığı olmuştur. Freud (1914e, 1917c), zihnin kendisini gözlemleyebilme kapasitesinin farkındaydı ve bu özelliği, daha sonra süperego adını alacak olan “eleştirel fail”ın [critical agency] işleyişinde merkezi bir unsur olarak tanımlamıştı.

Gözlemleyen ego kavramı ilk kez ego psikolojisinin erken döneminde Fenichel (1938a) tarafından kullanılmıştır. Fenichel bu kavramı, çatışmalarını rahatsız edici semptomlar yoluyla değil de, karakterlerinin bir parçası olarak dışavuran ve bu nedenle benliğe uyumlu [ego-sintonik] yönler olarak deneyimleyen hastaların analizine ilişkin bir tartışma bağlamında ortaya koymuştur.

Analistin karşılaştığı zorluk, hastanın gözlemleyen egosuna ya da “akılcı ego”suna [reasonable ego] çatışmaların “deneyimleyen ego [experiencing ego]” içinde nasıl ifade bulduğunu göstermektir. Fenichel, ego’nun hem kendilik bilgisine aracılık eden hem de bastırma yoluyla bu bilgiyi engelleyen çifte işlevini açıklığa kavuşturmak için gözlemleyen ego terimini kullanmıştır. Sterba (1934) ise ego işlevlerindeki bu aynı bölünmeyi daha önce ego içinde “terapötik bir dissosiyasyon [therapeutic dissociation]” olarak tanımlamıştır.

Tedavi sürecinde, aktarım [transference] gibi yüksek düzeyde duygulanım içeren durumlarda gözlemleyen egonun geçici olarak bozulması beklenir. Gözlemleyen egonun yeniden işlevsel hale gelmesi, hastanın terapötik ittifakına [therapeutic alliance] (Zetzel, 1956) ya da çalışma ittifakına [working alliance] (Greenson ve Wexler, 1969) katkı sağlar. Sürece yakından dikkat gösterilen modellerde çalışan analistler için, daha işlevsel bir gözlemleyen egonun gelişimi psikanalizin merkezi hedeflerinden biridir (F. Busch, 1996).

Gelişimsel psikanaliz perspektifinden bakıldığında, D. N. Stern (2005), kendi üzerine düşünme bilincinin [self-reflective consciousness] kökenlerinin sosyal etkileşimde yattığını ve bu etkileşimin, öz gözlem için gerekli olan “ikinci bakış açısı”na [second point of view] katkıda bulunduğunu öne sürmüştür.

Fonagy ve arkadaşları (2002), gözlemleyen egonun gelişimiyle ilişkili bir yönü incelemiş ve buna zihinselleştirme [mentalization] ve/veya derinlikli düşünme işlevi [reflective function, RF] adını vermişlerdir. Bu kavram, hem kişinin kendi davranışlarını hem de başkalarının davranışlarını zihinsel durumlar üzerinden anlama kapasitesini ifade eder. Fonagy ve arkadaşları, derinlikli düşünme işlevini değerlendirmek için, M. Main’in Yetişkin Bağlanma Görüşmesi’nden [Adult Attachment Interview, AAI] (George, Kaplan ve Main, 1985; Fonagy ve Target, 1998) yararlanarak bir yöntem geliştirmişlerdir. Bu değerlendirme yöntemi yakın zamanda bilgisayarlaştırılmıştır (Fertuck ve ark., 2004) ve özellikle Aktarım Odaklı Psikoterapi [Transference Focused Psychotherapy] ile tedavi edilen borderline hastalarda psikanalitik psikoterapi sürecindeki derinlikli düşünme işlev değişimlerini incelemek amacıyla kullanılmıştır (K. Levy ve ark., 2006).

Kaynak:

American Psychoanalytic Association. (2012). Observing ego. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 178).

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir