Kavramsal açıdan netlikten yoksun olan narsisizm [narcissism] terimi, ortak noktası ya da odak noktası kendilik [self] ile ilişki olan çok çeşitli düşünceleri kapsar. Günlük dilde narsisizm, sıklıkla benmerkezcilik, kibir, mükemmeliyetçilik, gösteriş düşkünlüğü, büyüklük taslama, ayrıcalık beklentisi ve başkalarını sömürme gibi özellikler için aşağılayıcı bir etiket olarak kullanılır. Çağdaş psikanalizde ise narsisizm en sık şu anlamlarda kullanılır:
1) kendiliğin [benliğin] genel iyilik hâli; canlılık duygusu, girişimcilik, özgünlük, bütünlük ve öz-değer [self-esteem] gibi unsurları içerir;
2) öz-değer; hem normal hem de patolojik biçimleriyle;
3) narsisistik patoloji [narcissistic pathology]; narsisistik karakter [narcissistic character] ya da narsisistik kişilik bozukluğu [narcissistic personality disorder] biçiminde ortaya çıkar ve hafif düzeyde nevrotik bozukluklardan daha yaygın karakter patolojilerine kadar uzanan bir süreklilik içinde yer alır. Narsisistik kişilik bozukluğu; savunmacı bir şekilde benliğin abartılması,kendilik kavramının bütünleşmemiş olması, başkalarının onayına aşırı derecede bağımlılık, zayıf nesne ilişkileri, aşağılanma, utanç, öfke ve depresyon duygularına karşı yüksek duyarlılık, ayrıcalık beklentisi, kendini kusursuzlaştırma çabasında bitmek bilmeyen bir ısrar ve başkalarına yönelik ilgi, empati ve sevgi kapasitesinde bozulma gibi özellikleri içerir;
4) öz-değeri düzenlemek amacıyla kullanılan narsisistik savunmalar [narcissistic defenses]; kendini yüceltme ya da her şeye gücü yettiği duygusu [omniptotens], idealizasyon [idealization] ve değersizleştirme [devaluation] gibi savunma mekanizmalarını içerir;
5) patolojik narsisizm [pathological narcissism]; narsisistik patolojiyi, Britanyalı Klein’cıların nesne ilişkileri ekolüyle yakından ilişkili özel bir bakış açısından ele alan bir terimdir;
6) narsisizmi, sağlıklı gelişimin normal bir hattı olarak ele alan ve bu gelişim çizgisinin duraksamalara uğrayabileceğini kabul eden kendilik psikolojisinin [self psycholog]) klinik ve kuramsal vurgusu.
Narsisizm terimi etrafındaki kavramsal karmaşanın büyük bir kısmı, bu terimin hem bir metapsikolojik kavram hem de bir yaşantı betimlemesi olarak kullanılmasından, ayrıca farklı soyutlama düzeylerindeki eski tanımların daha çağdaş tanımlarla birlikte ısrarla kullanılmaya devam edilmesinden kaynaklanmaktadır. Freud’un kendisi de, narsisizm terimini farklı soyutlama düzeylerinde ve çok çeşitli biçimlerde kullanarak bu kavramsal karmaşaya katkıda bulunmuştur; bu kullanımlar arasında şunlar yer alır:
1) bir cinsel sapkınlık (psikanalitik öncesi anlamıyla);
2) kendiliğin libidinal bir nesne olarak ele alınması;
3) nesne ilişkilerinden önce gelen, erken bir gelişim evresi;
4) düşünce ve hissin ilkel, her şeye kadir ve büyüsel yönleri.
5) bir tür nesne ilişkisi;
6) nesnelerden libidinal yatırımı görünürde geri çekme ile karakterize olan, çevreyle ilişki kurma biçimi (Freud’un narsisistik nevrozlar [narcissistic neuroses] kavramında olduğu gibi); ve
7) öz-değer.
Narsisizm terimiyle ilişkili kavramlar, kendiliğin ve kendiliğin nesne dünyasıyla ilişkisinin her türlü psikanalitik formülasyonunda merkezi bir konumda yer almaya devam etmektedir. Bu yönüyle narsisizm, tüm zihinsel yaşantının evrensel bir özelliğidir. Kendilik yaşantısı, öz-değer düzenlenmesi ve nesne ilişkileri arasındaki karmaşık ilişkiyi ayrıştırmak, Freud’dan bu yana psikanalitik kuramın temel odak noktalarından biri olmuştur. Freud’un narsisizm kavramını çözümlemeye yönelik çabaları, kuramlaştırmasında önemli ilerlemelere öncülük etmiş; bu süreç ego psikolojisinin ve nesne ilişkileri kuramlarının gelişimine katkı sağlamıştır. Narsisistik bozukluklarla ilgili klinik güçlükler ise, kendilik psikolojisi kuramının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Freud (1914e), narsisizm terimini literatüre kazandırma konusunda hem Ellis’i hem de Näcke’yi kaynak olarak göstermiştir. Ellis, 1898 yılında otoerotizme sahip bireyleri, Yunan mitolojisindeki kendi yansımasına âşık olup karşılıksız arzudan solup giden genç Narcissus ile karşılaştırmıştır. Näcke ise 1899 yılında narsisizm kelimesini bir cinsel sapkınlığı tanımlamak için kullanmıştır. Freud, narsisizm kavramına (ismiyle anmasa da) ilk olarak 1899’da Fliess’e yazdığı bir mektupta değinmiş; bu mektupta psikoz durumlarındaki libidonun değişimlerinden söz etmiştir. Freud’un terimi yayımlanmış ilk kullanımı ise 1905b tarihli “Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme [Three Essays on the Theory of Sexuality]” edlı eserine 1910 yılında eklediği bir dipnotta yer alır; burada homoseksüellerdeki nesne seçimini tanımlamak için “narsisizm” kavramına başvurmuştur.
Freud’un (1914e) narsisizm kuramı, en kapsamlı biçimde “Narsisizm Üzerine [On Narcissism]” başlıklı çığır açıcı makalesinde ortaya konmuştur. Bu metin, kısmen, libido kuramının merkeziliğini sorgulayan ve bu nedenle Freud’dan uzaklaşan çeşitli kuramcılardan (özellikle de Jung’dan) gelen artan baskılar üzerine kaleme alınmıştır. Jung, libido kuramının psikoz ve şizofreniyle ilişkili klinik olguları açıklamada yetersiz olduğunu öne sürmüştü. Freud, bu yazısında narsisizmi egoya yönelik libidinal kateksis/yatırım [cathexis] olarak tanımlamıştır. Ayrıca narsisizmi nesne ilişkileri gelişiminde bir evre olarak ele almış, otoerotizmle başlayan ve nesne sevgisine yönelen süreçte normal, ara bir aşama olarak değerlendirmiştir. İlk evre olan otoerotizm aşamasını [stage of autoerotism], libido’nun henüz nesne ilişkileri kurulmadan önce artık farklılaşmış olan egoya yöneldiği bir gelişim basamağı olan birincil narsisizm [primary narcissism] evresi izler. Bu gelişim evresinden itibaren ego, dış nesnelere yönelik libidinal bağlar kurar (nesne sevgisi [object love]). Bununla birlikte, sonrasında yaşanan bir hayal kırıklığına yanıt olarak ego, libidoyu tekrar kendi içine çekebilir ve bu da ikincil narsisizme [secondary narcissism] yol açar. Freud, bu görüşünü daha da geliştirerek narsisistik nesne seçimi [narcissistic object choice] ile “anaklitik nesne seçimi [anaclitic object choice]” dediği durumu birbirinden ayırmıştır. Anaklitik nesne seçimi, kendi korumaya yönelik içgüdülere [self-preservative instincts] dayanır: çocuk, kendisini besleyen kadını, onu koruyan erkeği sever; yetişkinlikte ise bu rolleri çağrıştıran kişileri sever. Buna karşılık, narsisistik nesne seçiminde çocuk (ya da yetişkin), kendisine benzeyen, umut vaat eden eski bir kendiliğini [self] hatırlatan, olmayı umduğu kişiyi ya da kendisinin bir parçası gibi deneyimlediği (örneğin kendi çocuğu gibi) birini sever. Narsisistik nesne seçiminin amacı, benlik saygısını [self regard] korumaktır.
Freud, narsisizm kavramını şizofreni ve psikozu açıklamak için kullandı; libidonun egoya geri çekilmesinin, bu bozukluklara özgü olan hem megalomaniyi [megalomania] hem de dış dünyadan geri çekilmeyi [withdrawal] açıkladığını öne sürdü. Ayrıca narsisizm kavramını, kişinin kendisini cinsel nesne olarak alması, eşcinsellik, her şeye gücü yettiğine dair düşünceler, hipokondriyazis, idealleştirme ve en çok da benlik saygısının geçirdiği değişim gibi çok çeşitli olguları açıklamak için de kullandı. Freud’a göre, benlik saygısıının nesneye yönelik libidinal bağlardan sağlanan doyum dışında iki ek kaynağı daha vardır: Birincisi, çocukluk narsisizminin [infantile narcissism] kalıntısı; ikincisi ise ego idealinin [ego ideal] gerçekleştirilmesidir. Ego ideali kavramı, Freud’un “Narsisizm Üzerine” başlıklı makalesinde ilk kez ortaya konmuştur. Ego ideali, çocukluğun yitirilen mükemmelliğinin mirasçısıdır. Çocuk, ego idealini kendisinin önüne koyarak, başkalarının kınamaları ve kendi gelişmekte olan eleştirel yargısı sonucunda terk etmek zorunda kaldığı her şeye gücü yetme duygusunu [omnipotence] yeniden kazanmaya çalışır. Bireyin kendi gerçek egosunu ölçtüğü ego ideali, ilkel bir vicdan (üstbenlik/superego) işlevi görür. Freud, ayrıca narsisistik libidonun [narcissistic libido] -yani terk edilmiş bir nesne kateksisinden (yatırımından) egoya geri çekilen enerjinin– artık birçok cinsel olmayan ego işlevi için kullanılabilir hâle geldiğini ileri sürmüştür. Bu görüş, daha sonra yüceltme [sublimation], içselleştirme [internalization] ve özdeşim [identification] kavramlarıyla genişletilmiştir. Gerçekten de Freud’un narsisizm kavramı, ego, süperego (ego ideali), kendilik ve nesne ilişkileri kavramlarının gelişimiyle el ele gitmiştir.
Freud, narsisizmle ilgili kuramsal formülasyonunu daha sonra fazla revize etmedi. Ancak ego psikolojisinin gelişimi, yapısal kuramın öğeleri ile saldırganlığın rolünü de içine alan daha karmaşık narsisizm kavramlarının ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Örneğin Hartmann, Freud’un ego terimini hem deneyimlenen “Ben [I]” hem de daha soyut bir ruhsal yapı anlamında belirsiz biçimde kullanışını netleştirmeye yardımcı oldu.
Hartmann (1950), narsisizmi kendiliğin [self] ya da kendilik temsilinin [self representation] libidinal kateksisi olarak yeniden tanımladı.
Jacobson (1964) ise Hartmann’ın çalışmalarını geliştirerek Freud’un dürtü odaklı yaklaşımını ego işlevi [ego function], duygulanım [affect] ve nesne ilişkileri [ego function] kavramlarıyla bütünleştirdi. Jacobson, kendiliğin karmaşık gelişimini nesne ilişkilerinin gelişimiyle birlikte ve öz-değer değişimlerinin eşlik ettiği bir süreç olarak ayrıntılı biçimde ele aldı. Öz-değerin nasıl istikrara kavuştuğunu, süperego, ego ideali ve arzu belirten kendilik imgesi [wishful self image] gibi yapılar yoluyla ruhsal yapı inşası çerçevesinde inceledi.
Zamanla kendiliğe dair kavramsallaştırmalar, narsisizmle ilgili psikanalitik yaklaşımlarda giderek daha önemli hale geldi; aynı şekilde süperego ve ego ideali hakkında daha derin bir anlayış da gelişti. Örneğin, J. Sandler ve Joffee (1965) gibi analistler, narsisizmi tamamen dürtü kuramından bağımsız terimlerle tanımlamaya çalıştılar ve onun anlamını duygulanımsal durumlar bağlamında konumlandırdılar. Narsisizmi “ideal iyi oluş hali [ideal state of well-being]” olarak tanımladılar; narsisistik patolojiyi ise açık ya da örtük biçimde bir acı hali olarak ele aldılar.
En başından itibaren narsisizm kavramı, farklı psikopatoloji türlerini anlamada önemli bir yer tutmuştur. Freud (1915d), daha erken dönemlerde, nevrotik hastalarda (histeri, anksiyete ve obsesyonel nevroz) gözlemlenen aktarım türleriyle, narsisistik nevrozlara sahip hastalardaki aktarım türlerini birbirinden ayırmıştır. Narsisistik nevrozlar olarak tanımladığı bu grup; günümüzde narsisistik ve borderline kişilik bozuklukları olarak sınıflandırılan durumların yanı sıra “paranoyakları, melankolikleri ve demans praekoks (erken bunama) hastaları”nı da içermektedir. Freud (1917c), narsisistik nesne bağlarının, bireyleri melankoliye özgü narsisistik özdeşim [narcissistic identification] biçimini geliştirmeye ve diğer bazı psikopatoloji türlerine yatkın hale getirdiğini öne sürmüştür. Narsisistik meselelerin karakter oluşumuna katkısı ise, Freud’un (1916) “İstisnalar [The Exceptions]” başlıklı çalışmasında erken dönemde açıkça görülmektedir. Bu çalışmada Freud, erken dönem narsisistik yaralanmanın [narcissistic injury] telafi edilmesine yönelik taleplerle örgütlenmiş bir karakter tipini tanımlar.
A. Adler (1925), çocuğun güçlü yetişkinlere kıyasla hissettiği aşağılık duygusunun ve buna karşı geliştirilen telafi edici büyüklük (grandiyözite) tutumunun, bir aşağılık kompleksi [inferiority complex] oluşturduğunu ve bu kompleksin tüm sonraki psikolojik gelişimi motive ettiğini ileri sürmüştü.
Jones (1913b) ise daha önce “Tanrı kompleksi [God complex]” adını verdiği durumu tanımlamıştı. Ancak ego psikolojisinin gelişimi, karakter kavramının daha ayrıntılı bir biçimde ele alınmasına olanak tanımış ve narsisistik kişilik bozukluğu [narcissistic personality disorder] adını taşıyan özel bir tanı kategorisinin kademeli olarak gelişmesini mümkün kılmıştır.
W. Reich (1933/1945), fallik narsisistik karakteri [phallic narcissistic character] tanımlamış ve fallik, saldırgan, buyurgan, kibirli davranışları, pasif-dişil ve anal dürtülere gerilemeye [regretion] karşı geliştirilen kalıcı bir savunma olarak değerlendirmiştir. Fallik narsisist, gelişiminin doruk noktasında fallik ve teşhircilik içeren dürtülerinin ciddi biçimde hayal kırıklığına uğramasını yaşamıştır; bu genellikle karşı cinsten ebeveyn tarafından gerçekleşir ve sadistik bir intikam güdüsünün zeminini hazırlar. Reich, daha sağlıklı bir fallik narsisizm biçiminden bağımlılık, cinsel sadizm ve suç davranışlarını içeren patolojik, pregenital biçimlere uzanan bir şiddet spektrumu tanımlamıştır.
A. Reich (1953), kadınlardaki narsisistik bozuklukları, erken dönemde gelişen cinsiyetle ilgili aşağılık duygularının, sürekli bir çocukça büyüklenmeci ego ideali biçiminde dışsallaştırılmasıyla açıkladı. Bu ideal, narsisistik ihtiyaçları karşılamak ve öz-değeri dengelemek için idealleştirilmiş aşk nesnesine [love object] yansıtılır. Reich (1960) ayrıca, erken dönemde yaşanan travmalar sonucunda aşk nesnelerinden regresif biçimde çekilen ve bedenin, özellikle fallusun [phallus] aşırı değer kazanmasına yol açan narsisistik bozukluklara sahip erkekleri tanımladı. Bu bireyler, narsisistik kendilik tatmin fantezilerine [narcissistic fantasies of self aggrandizement] dayanırlar ve bu fantezilerin sihirli bir şekilde gerçekleştiğini deneyimleme eğilimindedirler.
H. Deutsch (1934), ağır narsisistik bozuklukların “mış gibi” kişilikler [“as if” personalities] şeklinde ortaya çıktığını tanımlamıştır. Daha sonra H. Deutsch (1955) ve Greenacre (1958b), belirgin sosyopati özellikleri gösteren ve “sahtekâr [imposter]” olarak kendini gösteren ciddi narsisistik bozuklukları betimlemişlerdir.
M. Balint (1968), ebeveynlerin birincil nesne ilişki eksikliklerinin -yani çocuğu anlamama, tanımama ve teselli edememe durumunun- çocukta genellikle narsisizm biçiminde ortaya çıkan bir “temel kusur [basic fault]” yarattığını ileri sürmüştür.
A. M. Cooper (1988) ise narsisistik-mazoşistik kişilik bozukluğunu [narcissistic-masochistic personality disorder] tanımlamış ve narsisistik ile mazoşistik unsurların birbirine öylesine sıkı şekilde örüldüğünü, bunların tek bir yapı olarak ele alınması gerektiğini savunmuştur.
Patolojik narsisizm [pathological narcissism] terimi, Britanyalı Klein’ci yaklaşımlardan doğan nesne ilişkileri kuramlarıyla yakından ilişkilidir. Melanie Klein, Freud’un öne sürdüğünün aksine, en erken bebeklik döneminin nesnesiz [objectless] değil, ilkel nesne ilişkileriyle [primitive object relations] karakterize olduğunu savunmuştur. Onun bu görüşü, narsisistik patoloji kuramında bir dizi önemli gelişmenin temelini oluşturmuştur.
Örneğin Rosenfeld (1964), Freud’un narsisistik nevrozlarda tutarlı bir aktarımın gelişmediği yönündeki iddiasına karşı çıkmıştır. Rosenfeld’e göre narsisistik aktarımda, kendilik ile nesne arasındaki ayrım inkâr edilir; bu, bağımlılığa ve hasete karşı geliştirilen bir savunmadır. Ona göre narsisistik hastaların bir nesneye yatırımda [kateksis] bulunamıyor gibi görünmeleri, aslında savunma amaçlı bir fenomendir ve bu görünüşün ardında ilkel biçimde örgütlenmiş ama ayrıntılı nesne temsilleri yatar.
Rosenfeld (1971a, 1971b) daha sonra iki tür narsisizmi birbirinden ayırmıştır: Libidinal narsisizmde [libidinal narcissism], nesnenin reddi; ayrılık ve haset gibi dayanılmaz deneyimlere karşı bir savunmadır. Buna karşılık yıkıcı narsisizmde [destructive narcissism], nesnenin reddi ölüm dürtüsünün bir dışavurumudur.
Van der Waals (1965) ise, narsisistik patolojiyi nesne ilişkilerinin bozulması temelinde açıklayan kuramları tanımlamak üzere patolojik narsisizm terimini ilk kullanan kişidir. Bu yaklaşım, narsisistik patolojiyi gelişimin erken ama normal bir evresine saplanma [fixation] olarak gören kuramlardan ayrılır.
Kernberg (1970a, 1970b, 1975, 1984), narsisizm sendromlarında bozulmuş nesne ilişkilerinin merkezi rolünü ayrıntılandırma konusunda Rosenfeld’in izinden gitmiştir. Klein, A. Reich ve Jacobson gibi kuramcılardan birçok kavramı da bütünleştirerek, patolojik narsisizme dair bir görüş ortaya koymuştur. Bu görüşe göre, dayanılmaz düzeydeki agresif arzulara [aggressive wishes] karşı savunma amacıyla erken dönemde ve şiddetli bir şekilde başvurulan bölme [splitting] savunması, kendiliğin temel yapısında bir bozulmaya yol açar. Normal bir kendilik temsili [self representation] -iyi ve kötü yönleri bütünleştiren sağlıklı bir yapı- yerine narsistik kişilik, savunmacı bir biçimde “patolojik büyüklenmeci kendilik [pathological grandiose self]” geliştirir. Bu terim, Kernberg tarafından A. Reich ve Kohut’tan ödünç alınmıştır. Bu yapı, gerçek kendiliğin ideal kendilik ve ideal nesne temsilleriyle savunma amaçlı olarak kaynaşması [fusion] sonucunda ortaya çıkar. Patolojik büyüklenmeci kendilik, bireyi dayanılmaz düzeydeki bağımlılık ve haset korkularına karşı savunur. Bütünleştirilememiş [unintegrated] kötü kendilik ve nesne yönleri dış dünyaya yansıtılır; bu da dış nesnelerin kötü niyetli, mekanik ve gerçek dışı olarak deneyimlenmesine yol açar. Ayrıca, ideal imgelerin kendiliğe mal edilmesi, bu imgelerin süperego’ya normal yollarla entegre edilmesini engeller. Bazı narsisistik bireyler oldukça işlevsel olabilir. Diğerlerinde, haset ve başkalarına bağımlı olma korkularına karşı, değersizleştirme, nesneler üzerinde büyüklenmeci kontrol ve narsisistik geri çekilme [narcissistic withdrawal] gibi savunma mekanizmaları kullanılır. Bazı kişilerde ise daha ağır bir bozukluk olan kötücül narsisizm [malignant narcissism] görülür; burada süperego’daki ciddi deformasyonlar, belirgin sosyopatik özelliklere yol açar (Kernberg, 1984).
Kohut’un (1966, 1971, 1972, 1977, 1984) çalışmaları, hem normal hem de patolojik narsisizmin kuramı açısından önemli bir dönüm noktası olmuş ve kendilik psikolojisi [self psychology] adıyla anılan psikanaliz ekolünün gelişmesine yol açmıştır. Kohut’un narsisizmi anlama yönündeki katkıları şunlardır:
1) narsisizmin, nesne sevgisinin gelişiminden farklı, kendine özgü narsisistik bir gelişim çizgisine sahip, psikolojik yaşamda temel ve indirgenemez bir itici güç olarak ortaya konması; sağlıklı narsisizm, biri grandiyöz kendilik [grandiose self], diğeri ise her şeye kadir nesne [omnipotent object] olmak üzere iki kutuplu bir kendiliğin [bipolar self] ortaya çıkışıyla karakterize edilir;
2) kendiliğin gelişimi ve sürekliliğinde kendiliknesnesi [selfobject] işlevlerine yaptığı vurgu; kendiliknesnesi işlevleri [selfobject functions], bir nesnenin (başlangıçta bir bakımverenin) varlığı ve eylemleri aracılığıyla kişinin kendilik deneyiminin canlılık ve istikrar kazanmasını sağlayan süreci ifade eder;
3) aşırı saldırganlık biçimlerini, saldırgan dürtünün bir yönelimi olarak değil, kendiliğe yönelik bir yaralanma deneyimine veya kendilik-kendiliknesnesi matrisindeki kesintilere ikincil olarak ortaya çıkan narsistik öfke [narcissistic rage] biçiminde kavramsallaştırması;
4) narsistik patolojiyi (daha sonra kendilik bozuklukları [disorders of the self] olarak adlandırılmıştır), kendilik-nesnesi ihtiyaçlarının yeterince karşılanmadığı durumlarda ortaya çıkan gelişimsel duraksamaların [developmental arrests] sonucu olarak kavramsallaştırması;
5) hastanın, kendiliğinin kırılgan bütünlüğünü ve öz-değer duygusunu sürdürebilmek için hâlâ aynalanma [mirroring] ve idealleştirme gibi kendiliknesnesi işlevlerine ihtiyaç duymasına dayanan narsistik aktarımı [narcissistic transferences] (daha sonra kendiliknesnesi aktarımı [selfobject transferences] olarak adlandırılmıştır) açıklığa kavuşturması.
Narsisizm kavramlarını çevreleyen pek çok tartışma, Kohut ve Kernberg’in görüşleri arasındaki farklılıklara odaklanmaktadır. Kohut, narsisistik patolojiyi çevresel yetersizlikten kaynaklanan gelişimsel bir gecikmenin yansıması olarak görürken; Kernberg, normal infantil narsisizm ya da erişkin narsisizmi ile patolojik narsisizmi birbirinden ayırır ve patolojik narsisizmi savunmacı işlemler tarafından bozulmuş patolojik bir psişik yapının dışavurumu olarak değerlendirir. Bazı yazarlar, Kohut ile Kernberg arasındaki görüş ayrılığının farklı hasta popülasyonlarını yansıttığını öne sürmüşlerdir. Örneğin, Rosenfeld (1987), narsisistik kişilikleri “kalın derili [thick-skinned]” ve “ince derili [thin- skinned]” olarak ayırmıştır; ilk grup ulaşılmaz ve savunmacı biçimde saldırgan, ikinci grup ise kırılgan ve hassas yapıdadır. Benzer şekilde, Psikodinamik Tanı Kılavuzu [Psychodynamic Diagnostic Manual – PDM] Task Force, 2006), narsisistik kişilik bozukluğunu iki alt tipe ayırır: 1) Depresif/Tükenmiş tip – Kıskançlık ve idealize edilecek kişiler arayışı ile karakterizedir. 2) Kibirli/Hak iddia eden tip – Kendini beğenmişlik, karizma ve başkalarını değersizleştirme ile karakterizedir.
Westen (1990a), narsisizmle ilgili metapsikolojik kavramların yarattığı kuramsal karmaşaya yanıt olarak, bu kavramla en sık ilişkilendirilen dört olguyu belirlemiştir: benmerkezcilik [egocentrism], kendilik ve başkalarına yönelik görece duygusal yatırım [relative emotional investment], kendilik kavramı [self concept] ve öz-değer [self esteem]. Gelişimsel araştırma verilerini inceledikten sonra, bu olguların birbirinden bağımsız olarak değiştiği sonucuna varmıştır. Bu nedenle, bunlardan herhangi birinin tek başına narsisizm kavramını doğru şekilde tanımlayamayacağını savunmuştur. Sonuç olarak Westen, kendi klinik ve deneysel verileriyle tutarlı geniş bir tanım önermiştir: “Narsisizm, kendiliğe yönelik bilişsel-duygulanımsal bir meşguliyeti ifade eder.”
Kaynak:
American Psychoanalytic Association. (2012). Narcissism. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 162).
Bir yanıt yazın