Duygudurum Nedir?


Psikanalizin genel psikolojiden ödünç aldığı bir terim olan duygudurum [mood], üzüntü ya da sevinç gibi tek bir baskın duygulanımın tüm kendilik durumuna [self state] yayıldığı ve belirli bir süre boyunca devam eden bir duygulanımsal deneyim türüdür.

Bir duygudurum, şunlardan oluşan karmaşık bir zihinsel durumdur: duygusal tonun baskın bir renklendirmesi (duygulanımsal bileşen), duygusal tonla tutarlı biçimde zihinsel içeriğin daralması (bilişsel bileşen) ve belirli eylemlere yönelik bir eğilim (davranışsal bileşen). Örneğin, depresif bir duygudurumda, kişi kendini üzgün ve suçlu hissedebilir, değersiz olduğuna inanabilir ve sosyal olarak geri çekilebilir. Neşeli bir duygudurumda, kişi kendini aşırı mutlu hissedebilir, diğerlerinden daha zeki olduğuna inanabilir ve dışa dönük ya da dürtüsel bir şekilde davranabilir.

Duygudurum, göreli olarak kısa ömürlü bir psikofizyolojik durum olan duygulanımdan [affect] ayırt edilmelidir.

Duygudurumlar, aynı zamanda sevgi ya da nefret gibi sürekli duygulanım durumlarından da farklıdır; zira bu tür hisler, belirli nesnelere yönelik, istikrarlı ve süregiden biçimlerde yönelmiş duygulardır.

Duygudurum, daha geniş karakter [character] kavramından ayırt edilmelidir; ancak duygudurum, karakter yapısına yerleşebilir (depresif ya da kaygılı karakterlerde olduğu gibi). Gerçeklik sınamasına karşı aşırı kayıtsız olan, uyuma zarar verecek şekilde bozucu nitelikte bulunan ve/veya gereğinden fazla yaygın olan duygudurumlar, duygudurum bozukluklarında [mood disorders] (ya da duygulanım bozukluklarında [affective disorders]) olduğu gibi, patolojik kabul edilebilir.

Duygudurum, psikanalizde birçok kendilik deneyiminin temel veya örgütleyici bir bileşeni olarak önem taşır.

Duygudurumlar, kendilik ve nesne temsillerini onlara eşlik eden duygulanımsal tonlarla birlikte değiştirir; bu değişim çoğu zaman, kapsamlı ve yekpare bir dünya görüşü yaratacak ölçüde olabilir.

Duygudurumlar, duygulanımsal tonuyla uyumlu olan düşünceler, anılar, tutumlar, inançlar, değerlendirmeler ve beklentiler üzerinde seçici bir odaklanma ile ve bu tona uymayan zihinsel içeriğin dışlanmasıyla karakterize edilir. Duygudurumların, bu seçici dikkat süreci ve duyguya uygun davranışlar aracılığıyla kendini sürdüren bir yönü vardır; bu davranışlar başkalarının da söz konusu duygudurumun geçerliliğini onaylamasına yol açabilir.

Duygudurumlar, içsel ya da dışsal, bilinçli ya da bilinçdışı, psikofizyolojik olaylara yanıt olarak ortaya çıkar; bu olayların mevcut anlamına, ayrıca onlarla ilişkili bilinçli ve bilinçdışı anı ve fantezilere verilen bir tepkiyi temsil eder. Duygudurumlar, çağrışımsal yaşantı öyle yüksek bir yoğunluktaysa ortaya çıkar ki, verilen yanıt odaklanmış bir duygulanım olarak tutulamaz.

Duygudurumlar doğuştan gelen yatkınlıklardan kaynaklanır; ancak, mizacı ve yaşantısal değişkenleri içeren gelişimsel etkenler bireyleri belirli duygudurumlara yatkın hale getirebilir.

Tüm zihinsel durumlar gibi, duygudurumlar da bir uzlaşma işlevi görür; çeşitli duygu ve fantezileri hem bastırmaya hizmet eder hem de bunların ifadesine olanak tanır.

Duygudurumlar aynı zamanda kişilerarası, yani iletişimsel bir işlev de görür.

Psikanalitik durumda, duygulanımda olduğu gibi, analist de kendiliğin altta yatan durumunun göstergeleri olarak duygudurum hâllerine dikkatle odaklanır. Psikanalitik literatürde hem duygudurum kavramı genel olarak hem de bazı özgül duygudurumlar -en çok dikkat çeken iki örnek olarak depresyon [depression] (Jacobson, 1971) ve coşku [elation] (B. Lewin, 1950)- tartışılmıştır.

Freud (1917c), duygudurumlar hakkında çok az şey yazmıştır; istisna, önemli makalesi “Yas ve Melankoli”dir [Mourning and Melancholia]. Bu çalışmada Freud, yasın normal bir duygudurum hâli olduğunu, melankolinin ise patolojik bir duygudurum olduğunu dile getirir. Yas üzerine yaptığı tanımda, duygudurumun ekonomik işlevine değinir: Duygulanımın tekrarlayan boşalımı sayesinde, zamanla, sabitlenmiş konumlardan psişik enerjinin serbest kalması ve böylece yeni duygusal yatırımların mümkün hâle gelmesi.

Freud sonrası ego psikologları, özellikle Jacobson (1957, 1961, 1971), duygudurumunu yapısal bir bakış açısından, egonun kendisini tehdit eden ve onu boğma riski taşıyan duygulanımsal tepkileri bütünleştirme ve kontrol etme girişimi olarak tanımlamışlardır. Jacobson, duygudurumlarının ekonomik açıdan yararını vurgulayarak, duygulanımın az ve düzenlenmiş miktarlarda uzun süreli boşalımına imkân tanıdığını ve böylece kendilik düzenlemesine katkıda bulunduğunu belirtmiştir. Ona göre, bir yaşantı ancak kendiliğe ve nesne dünyasına ait temsillerde değişikliğe yol açtığı takdirde duygudurumunda bir değişikliğe neden olur. Jacobson aynı zamanda duygudurumunu gelişimsel bir perspektiften ele alarak, bireylerin zaman içinde daha nüanslı ya da karmaşık, çoğunlukla daha yüksek gerilim durumlarıyla karakterize edilen duygudurumları deneyimleme ve bunlardan haz alma kapasitesi geliştirdiklerini ileri sürmüştür. Ona göre, patolojik duygudurumlara yönelik yatkınlık, hem yapısal yatkınlıklardan hem de aşırı doyum, yoksunluk ya da travma gibi erken dönem yaşantılarının ego ve süperego zayıflığı biçiminde yapısallaşmasından kaynaklanır.

Pek çok analist, yetişkinlerdeki depresif duygudurumun çocukluktaki kayıp ve/veya yoksunluk ile güçlü bir biçimde ilişkili olduğuna dikkat çekmiştir (Mahler, 1966).

Greenacre ve Mahler gibi diğer araştırmacılar ise, belirli gelişimsel evrelerin kendine özgü duygudurumlarıyla ilişkili olabileceğine odaklanarak, sonraki zihin durumlarının etrafında örgütlendiği “saplanma noktaları [fixation points]” oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir. Örneğin, coşkunluk [elation], küçük çocuğun “dünya ile aşk ilişkisi” (Greenacre [1957] tarafından tanımlandığı şekliyle) ya da ayrılma-bireyleşmenin pratik yapma alt evresiyle (Mahler [1967] tarafından tanımlandığı şekliyle) ilişkilendirilir. Diğer taraftan, depresyon ise ayrılma-bireyleşmenin yeniden yakınlaşma alt evresiyle bağlantılıdır (yine Mahler tarafından tanımlandığı şekliyle).

Son olarak, depresyon gibi patolojik duygudurumlarının daha bebeklik döneminde dahi ortaya çıkabildiği ifade edilmiştir (Spitz, 1945; Spitz ve Wolf, 1946a). Daha yakın zamanda ise bebeklik araştırmacıları, anne ve bebeğin karşılıklı olarak bebeğin duygudurumunu nasıl yarattığını incelemişlerdir (Tronick, 2001).

Kaynak:

American Psychoanalytic Association. (2012). Mood. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 155).

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir