Bilinçöncesi Nedir?


Bilinçöncesi [preconscious], bilinçte olmayan ancak bastırılmamış olan ve belirli koşullar altında bilince gelebilecek zihinsel içerikleri tanımlar. Freud’un topografik modelinde tanımladığı bilinçöncesi sistem [system preconscious], bilinç ile bilinçdışı arasında yer alan ve zihinsel içeriklerin dikkat yöneltildiğinde bilinçli hâle gelebileceği varsayımsal bir bölgeyi ya da sistemi ifade eder. Bilinçöncesi, ikincil süreç düzenine göre işler. Bu kavram önemlidir çünkü Freud’un zihni bilinçle özdeşleştirmeyen devrimsel düşüncesinin bir parçasını oluşturur. Ayrıca, bilinç öncesi kavramı, “tanımlayıcı bilinçdışı [descriptive unconscious]” (bilinçöncesi) ile “dinamik bilinçdışı [dynamic unconscious]” (bilinçdışı [the unconscious]) arasındaki ayrımı mümkün kılar; bu ayrım psikanalizin temelini oluşturan fikirlerden biridir.

Freud (1897b), bilinç öncesi kavramını ilk kez Fliess’e yazdığı bir mektupta tanımlamıştır. Freud’un bu terimi ilk kez yayımlı olarak kullandığı eser ise, “Düşlerin Yorumu [The Interpretation of Dreams]” (1900) adlı çalışmasıdır. Bu eserde Freud, zihnin topografik modelini oluşturan üç sistemi -bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışı- ayrıntılı biçimde ortaya koymuştur. Freud, bilinçöncesinin doğasını tanımlarken, bu sistemde meydana gelen “uyarıcı süreçlerin [excitatory processes]” belirli koşullar sağlandığında ek bir engelle karşılaşmaksızın bilince geçebileceğini belirtmiştir: eğer bu süreçler belirli bir yoğunluk düzeyine ulaşırsa ya da dikkat işlevi onlara yöneltilirse. Bilinçöncesinin içeriği tanımlayıcı anlamda bilinçdışıdır; ancak, bilinçdışının içeriğinden farklı olarak, bilinç öncesindeki düşünceler, anılar ve istekler, bastırma gücüyle aktif biçimde farkındalığın dışına itilmiş değildir. Bu nedenle, bu içerikler ya dışsal bir uyarının etkisiyle ya da kişinin dikkatini bilinçli olarak yönlendirmesiyle, her an kolaylıkla bilince girebilir.

Freud, bilinç ile bilinçöncesi arasındaki sınırın akışkanlığını kabul etmiş ve bu iki sistemi sıklıkla birbirinin yerine kullanmış, hatta çoğu zaman birlikte anarak tek bir sistem [bilinç-bilinçöncesi] olarak ifade etmiştir. Buna karşılık, bilinçöncesi, bilinçdışıyla arasına sansür [censor] engelinin girmesiyle ayrılır. Freud, 1915’teki kuramsal gelişimiyle birlikte, topografik tanımdan uzaklaşarak, bilinçöncesi zihinsel içerikleri, yatırıldıkları psişik enerjinin (ya da kateksisin) niteliği ve derecesi (örneğin “bağlı” ya da “bağsız” enerji) ile tanımlayan daha dinamik bir modele yönelmiştir. Bilinçöncesi düşünceler, bilinçdışındaki içeriklere göre daha az hareketlidir ve bu nedenle ikincil sürecin doğrusal ve düzenli ilkelerine göre işlerler.

Freud, 1923’te zihne ilişkin modelini yapısal terimlerle yeniden formüle ettiğinde, bilinçöncesi sistemin boşalımı engelleme, gerçeklik sınaması, yargılama, rüya çalışması ve savunma gibi nitelikleri ve işlevleri, ego kavramı altında toplanmıştır. Ancak Freud, buna rağmen bilinçöncesi terimini kullanmayı sürdürmüştür.

Bazı yazarlar, Freud’un 1923 sonrası, zihne ilişkin topografik ve yapısal modelleri birbiriyle örtüştürme çabalarında, birbiriyle kısmen çelişkili çeşitli bilinçöncesi kavramlarını benimsediğine dikkat çekmişlerdir. Arlow ve C. Brenner (1960), analistler arasında genel bir eğilim olduğunu belirtmişlerdir: Bu eğilim, Freud’un erken dönem tanımında bilinçöncesi düşünceleri, bilince kolayca erişebilen ancak henüz bilinçli olmayan düşüncelerle eşitlemesiyle; 1938 tarihli geç dönem tanımında ise, bilinçöncesini ikincil süreç işleyişiyle eşitlemesi arasında bir karışıklığın doğmasıdır -ki bu geç tanımda, bilinçöncesi içerikler, özellikle süperego’ya ait bilinçöncesi öğeler söz konusu olduğunda, bilince büyük ölçüde kapalı olabilir. Arlow ve C. Brenner, anlamsal belirsizlik ve klinik yarar eksikliği nedeniyle, bilinçöncesi teriminin tamamen terk edilmesini önermişlerdir. Buna karşılık, diğer bazı yazarlar, bilinçöncesi zihinsel süreçler kavramını korumanın yararlı olduğunu savunmuş ve bu süreçlerin karmaşık niteliklerine ve özelliklerine dikkat çekmişlerdir. E. Kris (1950b), içerik bakımından amaçlı düşünmeden fanteziye, biçim bakımından ise mantıksal biçimlendirmeden düşsel imgelere kadar uzanan bir süreklilik [continuum]) tanımlamıştır. Kris, bilinç öncesi zihinsel süreçlerin, hem psikanalizde anıların geri kazanımına hem de yaratıcı sürecin işleyişine katkısını vurgulamıştır. Yorum, önce unutulmuş anıların tanınmasını [recognition], ardından da, bilinçöncesi zihinsel süreçler egonun sentetik işlevi yoluyla özümsendiğinde, bu anıların geri çağrılmasını sağlar. Bilinçöncesi kavramı, yorumların en uygun derinliğine ilişkin teknik önerilerle ilişkilidir (A. Green, 1974; J. Ross, 2003) ve hem analist hem de hastanın, “alışıldık bilişsel denetimlerini gevşetip bilinçöncesi tepkilerin ortaya çıkmasına izin verdiklerinde” aralarında oluşabilecek olası “rezonans” (Jeffrey, 1992; Kantrowitz, 1999) ile bağlantılıdır. Bilinçöncesi zihinsel yaşantı [preconscious mental life] kavramı, subliminal algı ve bellek çalışmalarına ilişkin olarak deneysel psikoloji literatüründe de yer almaktadır (Fisher, 1954; W. Meissner, 1983).

Kaynak:

American Psychoanalytic Association. (2012). Preconscious. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 193).

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir