Aktarım [transference], psikanalitik süreçte hastanın analiste yönelik bilinçli ve bilinçdışı deneyimidir ve hastanın içselleştirilmiş erken yaşam deneyimleri tarafından şekillendirilir. Aktarım, hem içselleştirilmiş kendilik ve nesne temsillerinin içkin, algısal ve duygulanımsal örgütleyici işlevi olarak, hem de çoklu nedenlerle oluşmuş intrapsişik nesne ilişkileri fantezilerini [fantasy] yeniden canlandırma [revivify / iç dünyada yeniden yaşatmak] ya da eyleme geçirme [actualize / dış dünyada gerçekleştirmek] yönündeki etkin bir arzu olarak kavramsallaştırılabilir. Aktarım deneyimi evrensel bir eğilim olmakla birlikte, birçok analist, analitik ortamın özgül özelliklerinin -hasta/analist etkileşimindeki asimetriler, hastanın yatar pozisyonda olması ve hastanın yardıma duyduğu ihtiyaç gibi- daha regresif aktarım süreçlerinin, yani çocuklukta erken ebeveyn figürlerine yönelik duyguları ifade eden aktarım biçimlerinin etkinleşmesini kolaylaştırdığına inanır. Bir hastanın aktarımı genellikle birden fazla nesne ilişkisinin ve herhangi bir nesne ilişkisinin birden fazla versiyonunun yeniden etkinleşmesini içerir. Aktarım, yalnızca hastanın çağrışımlarında ve öznel deneyiminde değil, aynı zamanda analistle çatışmalı ve arzu edilen etkileşimleri sahnelemeye yönelik bilinçdışı çabalarında da kendini gösterir (J. Sandler, 1976a). Hastanın, içselleştirilmiş geçmiş ilişkilerin yeniden etkinleşmesine dair bilinçli deneyimi, duygularının ve düşüncelerinin şimdiki ilişkiyle ilgili olduğu yönündedir. Aktarım, tehdit edici ve acı verici duygulanımlarla bağlantılı yoğun ve çatışmalı fanteziler ile anıları içerdiğinden, hastalar bunların açıklığa kavuşturulmasına bilinçdışı biçimde direnç gösterirler. Hastanın aktarım hislerinin bazı yönleri bilinç düzeyinde erişilebilir olabilir ve hasta ile analist etkileşiminde ifade edilebilir; ancak bu aktarım hislerinin, başka aktarım hislerine karşı savunma işlevi gördüğü de anlaşılır. Ayrıca, aktarım hisleri savunmacı bir şekilde analist dışındaki kişilere kaydırılabilir ya da aktarım hislerine ilişkin farkındalık tamamen bastırılabilir ve bu hislerin varlığı ancak bilinçdışı tarafından belirlenen, örtük göndermeler yoluyla çıkarılabilir. Son olarak, hastalar analiste yönelik bilinçli aktarım hisleri yaşadıklarında, bu hislerin bazı yönlerinin kendi içsel yaşamları tarafından belirlendiğinin farkına varmaya direnç gösterebilirler (Gill, 1982). Yukarıda belirtilen aktarımın etkileşimsel yönü nedeniyle, analist de hastanın aktarımının ifadesinde ya da bu aktarımın farkındalığına karşı gösterilen dirençte bir ölçüde rol oynar. Hasta, savunmacı bir biçimde bir his setini vurgulamak ve böylece daha çatışmalı hisleri bastırmak amacıyla, analistin kişiliğinin bazı yönlerini bilinçdışı olarak devreye sokabilir. Ayrıca, analistin kendi karşıaktarımlarına yönelik farkındalığa gösterdiği direnç, hastanın belirli hiserin -analistin tutumuna yanıt olarak- daha da kabul edilemez veya daha da tehdit edici hale gelmesi nedeniyle, bu hislere yönelik farkındalığa gösterdiği direnci artırabilir.
Aktarım yorumunun [transference interpretation] amacı, hastanın aktarımına katkıda bulunan tüm intrapsişik unsurların daha az savunmacı biçimde gizlenmiş versiyonlarını daha iyi anlaması ve kabullenmesidir. Aktarım yorumunun, hastanın erken ilişkileri sürekli olarak intrapsişik düzeyde etkinleştirmesine dair içgörü sağlamadaki kapasitesi, psikanalizin temel keşiflerinden biri ve psikanalitik tedavinin kilit bir özelliğidir. Aktarımın analizinden sağlanan terapötik yarar, hastanın analitik deneyime duygusal olarak katılabilme ve bu katılımın büyük ölçüde kendi psişik gerçekliği tarafından şekillendirildiğini anlayabilme kapasitesine bağlıdır. Paradoksal bir şekilde, terapötik yarar aynı zamanda hastanın analisti bir “yeni nesne [new object]” olarak deneyimleyebilme, yani eski meseleleri yeni bir şekilde ele alabileceği biri olarak görebilme kapasitesine de bağlıdır.
Aktarım, psikanalizde merkezi öneme sahip bir kavramdır; çünkü geçmişin şimdiki zamanda yaşadığını ve üzerinde güçlü bir etkide bulunduğunu canlı biçimde gösterir. Aktarım, zihinsel yaşamın evrensel bir özelliği olmakla birlikte, analitik durum içindeki rolü, hastaya benzersiz bir deneyim sunar ve bu deneyim terapötik kazanç için en büyük imkânı sağlar. Tarihsel olarak, aktarımın yorumlanması psikanalizi diğer tüm tedavi yöntemlerinden ayıran unsur olmuştur. Çağdaş psikanalitik okullar aktarımı ele alış biçimleri bakımından farklılık gösterse de, hepsi analitik ilişkinin her hasta için taşıdığı intrapsişiki önemi bir şekilde açıklamak zorundadır.
Günümüz psikanalitik tartışmalarında aktarım kavramı etrafında üç temel tartışma bulunmaktadır. Bunlar, aktarımın nasıl kavramsallaştırıldığı, analistin kendi öznelliğinin hastanın aktarımını nasıl etkilediği ve aktarımın nasıl yorumlandığı konularıdır. İlk tartışma -aktarımın nasıl kavramsallaştırıldığı- şu soruları gündeme getirir:
- Aktarım, tüm insan ilişkilerinin kaçınılmaz bir yönü müdür ve sadece analitik ortam ile analitik teknik tarafından belirginleştirilen bir olgu mudur?
- Aktarım, bilinçdışı buyurgan isteklerin ve onlara karşı geliştirilen savunmaların bir dışavurumu mudur, yoksa hastanın geçmişinin travmatik yönlerini yineleyerek onları ustalıkla aşma ihtiyacının bir ifadesi midir?
- Aktarım, hastanın iyileşme ve kesintiye uğramış gelişimini sürdürme çabası mıdır? Dolayısıyla aktarım, eski bir deneyimin tekrarı bağlamında yeni bir deneyim yaşama arzusu mudur (Loewald, 1960)?
- Aktarım fantezileri hastanın zihninde tamamen oluşmuş halde mi vardır, yoksa belirli bir analistle etkileşim içinde mi özgül bir ifade bulur (D. B. Stern, 1997) ya da belki de analistin davranışına dair makul deneyimlerde mi şekillenir?
- Hastanın deneyiminin tüm yönleri aktarımın bir sonucu mudur? Yoksa hastanın deneyiminin bazı yönleri, erken ilişki deneyimlerinin bir parçası olmak zorunda olmayan karakter savunmalarının [character defense] ifadesi olarak mı daha iyi tanımlanır (J. Sandler, 1969)?
- Analiz sürecinde, gelişimsel olarak daha sonraki ve özgül aktarım biçimlerinin yeniden etkinleşmesinden önce, erken anne/çocuk etkileşimlerinin çağrışımını içeren temel bir “ilkel [primordial]” (Stone, 1967) ya da “temel [basic]” (Greenacre, 1954) aktarım mı ortaya çıkar?
- Ya da alternatif olarak, hasta bir “terapötik ittifak [therapeutic alliance]” mı kurar (E. Bibring, 1937); yani analistin analiz eden işleviyle bir özdeşim mi geliştirir?
- Hasta, analistle “çalışma ilişkisi [working relationship]” (Greenson, 1965a) içine girer mi; yani aktarım etkilerinden bağımsız, analistle birlikte çalışmaya yönelik olgun bir istek geliştirir mi?
Aktarıma ilişkin bu farklı tanımlamalar birbirini dışlayan çelişkiler oluşturmaz ve analistler, klinik çalışmalarında birden fazla aktarım kavramsallaştırmasını bir arada kullanabilirler.
Bir yanıt yazın