Nesne [object], psikanalizde bir başka kişiyi ifade etmek için kullanılan terimdir. Nesne, kendilik [self] ile karşıtlık içinde ele alınır. Nesne terimi farklı bağlamlarda çeşitli anlamlarda kullanılmıştır: 1) dış gerçeklikte var olan, somut ve gerçek bir başka kişi (kişilerarası nesne [interpersonal object]); 2) bir başka kişinin zihinsel temsili, ya da temsiller dizisi (nesne temsili [object representation], intrapsişik nesne [intrapsychic object] ve zaman zaman imago [imago]); 3) gerçek bir nesneden ve basit bir nesne temsilinden farklı olan kuramsal bir yapı; burada bir nesne temsilinin örgütsel yapısı dürtü [drive] ve duygulanımla [affect] yüklenmiştir (örneğin içsel nesne [internal object], içeatım [introject] ve süperegonun [superego] bazı yönleri gibi); ve 4) insan olmayan bir şey ya da bir şeyin temsili (psikanaliz öncesi ya da psikanalitik olmayan anlam).
Klein’ın kuramında, nesne (her zaman intrapsişiktir) daha da ayrıştırılarak ikiye bölünür: içsel nesne (yukarıya bakınız), başka bir kişinin, “fantezi”de [phantasy] bedenin içine alınmış olarak deneyimlenen içsel bir temsili olarak tanımlanır; dış/dışsal nesne [external object] ise, başka bir kişinin, bedenin içine alınmış olarak deneyimlenmeyen içsel bir temsili olarak tanımlanır. Başka bir deyişle, dış nesne teriminin hem dış dünyada var olan gerçek bir kişiyi (kişilerarası anlam), hem de bedenin dışında olduğu varsayılan başka bir kişinin intrapsişik temsili anlamında (Kleinci kuramda) kullanılması, kavramsal bir karışıklık yaratmıştır.
Klein’in içsel nesne kavramı bağlamında kullanılan içsel [internal] sözcüğü de, “zihinsel [mental], “imgesel [imaginary] ve “içeride [inside] gibi çeşitli anlamlar taşımaktadır (A. Strachey, 1941). Çoğu analist, tüm kusurlarına rağmen nesne teriminin kullanımını kabul ederken, bazıları bu terimi reddeder; çünkü bu terimin, diğer kişinin öznelliğini nesneleştirdiğini ya da inkâr ettiğini düşünürler. Nesnel [objective] kelimesi, yani kişinin dünyayı kendi öznel konumunun dışından algılama ve bilme yetisi, psikanalitik epistemolojiye dair pek çok tartışmada yer almaktadır.
Nesne kavramı, psikanalizdeki tüm kuramsal ekoller açısından önemlidir; çünkü zihinsel yaşamın her alanında diğer insanların önemini dile getirmeye olanak sağlar. Kendilik ile öteki arasındaki etkileşimler, bu etkileşimlerin deneyimlenişi ve içselleştirilmesi, zihnin gelişiminde ve gündelik işleyişinde belirleyici rol oynar. Kendilik ile öteki arasındaki etkileşimlerdeki bozulmalar ve/veya bu etkileşimlerin zihindeki temsili, en azından bazı psikopatolojilerin anlaşılmasına katkı sağlar. Son olarak, bu etkileşimler ve onların içselleştirilmesi, tedavi sürecinde hasta ile analist arasındaki ilişkiyi anlamada da önem taşır; hasta-analist etkileşimleri ve/veya bu etkileşimlere atfedilen anlamlar, terapötik etkinliğe dair tüm kuramsal yaklaşımların merkezinde yer alır.
Her psikanalitik kuram nesnelere yer verse de, gelişim, zihinsel işleyiş, psikopatoloji ve tedaviye ilişkin kavramsallaştırmalarında kendilik ile nesne etkileşimlerine ve bu etkileşimlerin zihinsel temsiline özel vurgu yapan kuramsal yaklaşımlar farklı ve kimi zaman kafa karıştırıcı biçimlerde adlandırılır: nesne ilişkileri kuramı [object relations theory], kişilerarası psikanaliz [interpersonal psychoanalysis] ve ilişkisel psikanaliz [relational psychoanalysis].
Kabaca ifade etmek gerekirse, özgün Kleinci/nesne ilişkileri bakış açısında nesne neredeyse her zaman zihindeki nesne temsillerine atıfta bulunur; buna karşılık, özgün Sullivan’cı/kişilerarası bakış açısında nesne, dış dünyadaki gerçek nesne anlamında kullanılır. Ancak çağdaş psikanalizde, kendilerini nesne ilişkileri kuramcısı ya da kişilerarası kuramcı olarak tanımlayanların çoğu, nesne terimini her iki anlamda da kullanmaktadırlar.
İlişkisel psikanaliz, kendisini, deneyimin intrapsişik ve kişilerarası alanları arasında katı bir ayrım yapılamayacağı görüşünde birleşen kuramcıları kapsayan geniş bir perspektif olarak sunmuştur. İlişkisel psikanaliz, nesne ilişkileri kuramını da kapsadığını iddia etse de, birçok nesne ilişkileri kuramcısı bu sınıflandırmayı reddetmektedir.
Nesneyi gerçek bir kişi anlamında kullanan analistler genel olarak şu görüşlerde birleşirler: Önemli diğer kişilerle yaşanan gerçek etkileşimler, gelişim, sürekli zihinsel işleyiş ve tedavi sürecinin her yönü açısından önemlidir; etkileşim deneyimleri içselleştirilir ve psikolojik işleyişin tüm yönlerine katkıda bulunur; ayrıca, etkileşimde bulunan her bireyin öznel durumu, bu etkileşimin deneyimlenişine katkı sağlar. Etkileşim hâlindeki öznelliklere özel vurgu yapan kuramcılar kendilerini kişilerarasılığa dayalı kuramcılar [intersubjectivists] olarak tanımlarlar. Bu yaklaşımı benimseyen tüm analistler, psikanalitik durumu da iki kişilik bir psikoloji [two-person psychology] bağlamında tasvir ederler.
Nesneyi bir nesnenin zihinsel temsili anlamında kullanan analistler ise genel olarak şu görüşlerde birleşirler:
- nesne temsilleri hem bilinçli hem de bilinçdışıdır;
- nesne temsilleri, hem içsel hem de dışsal koşullara bağlı olarak hem durağan hem de değişkendir;
- nesne temsilleri, gerçekçiden çarpıtılmışa uzanan bir yelpazede yer alır;
- nesne temsilleri, içselleştirilmiş gerçek nesnelerle yaşanan kişilerarası etkileşimler tarafından şekillendirilir;
- nesne temsilleri aynı zamanda bilişsel gelişim, fantezi, güdüsel durum ve çatışma gibi çok sayıda intrapsişik etken tarafından da biçimlendirilir;
- nesne temsilleri, az ya da çok bütünleşmiş bir biçimde, birbiriyle daha fazla ya da daha az uyumlu çok sayıda nesne imgesinden oluşan tutarlı bir bütün meydana getirir (J. Sandler ve Rosenblatt, 1962);
- nesne temsilleri, özellikle erken gelişim döneminde ve ciddi psikopatolojilerde, çoğunlukla nesneye ilişkin deneyimin bütünleşmemiş “parçalarından [parts]” oluşur, az ya da çok somut niteliktedir (örneğin: Freud ve Abraham’ın oral nesneleri [oral objects], anal nesneleri [anal objects] ve fallik nesneleri [phallic objects]; Hartmann ve A. Freud’un gereksinimi karşılayan nesnesi [need-satisfying object]; Klein’ın içsel nesnesi [internal object] ve parça nesneleri [part objects], örneğin iyi nesne [good onject] [bazen meme olarak adlandırılır], kötü nesne [bad object] ve zulmedici nesne [persecutory object] gibi; Winnicott’ın geçiş nesnesi [transitional object]; Kohut’un kendiliknesnesi [selfobject] ve idealleştirilmiş ebeveyn imgosu [idealized parental imago]; Fairbairn, Bion ve diğerlerinin tanımladığı “nesneler”);
- makul ölçüde gerçekçi ve bütünleşmiş nesne temsilleri inşa etme ve sürdürebilme kapasitesi, önemli bir gelişimsel görevdir (örneğin Hartmann’ın nesne değişmezliği/sürekliliği [object constanc] ya da Klein’ın depresif konumuna ait bütün nesne [whole object] kavramlarında olduğu gibi). İyi bütünleşmiş nesne temsilleri inşa edememe ya da sürdürememe durumu, çeşitli türden psikopatolojilerle ilişkilidir.
Freud’dan başlayarak her kuramcı, nesnelerin ve onlarla yaşanan etkileşimlerin zihin içinde temsil edilmesini sağlayan karmaşık içselleştirme [internalization] süreçleriyle ilgilenmiştir. İçselleştirme süreçleri; içe atım [introjection], özdeşim [identification] ve/veya yansıtmalı ve içe atımlı özdeşim [projective and introjective identification] gibi dinamikleri içerir. Bu tür süreçler, kimi zaman içe alım [incorporation] fantezileriyle psişik olarak temsil edilebilir. Her kuramsal ekol, bu süreçlerin gelişimde, psikolojik işleyişte ve tedavi bağlamında nasıl işlediğine dair kendi özgül görüşünü sunar. Bununla birlikte, tüm kuramcılar, nesnelerin ve nesneyle etkileşimlerin içselleştirilmesinin zihinsel yaşamın örgütlenmesine ve psişik yapının gelişimine katkıda bulunduğu konusunda hemfikirdir. İçselleştirme süreçleri, psikanalitik tedavinin terapötik etkisinde merkezi bir rol oynar.
Ayrıca, Freud’dan bu yana her kuramcı (hem kuramcı hem de birey açısından) nesne temsillerini kendilik temsillerinden bütünüyle ayırt etmenin zor, hatta imkânsız olduğunu da belirtmiştir. Kendilik ve nesne temsilleri, çocukluktan itibaren birbirleriyle etkileşim içinde oluşur. Kendilik ile nesne arasındaki sınır her zaman bir ölçüde geçirgendir; bu sınır, bilişsel olgunlaşmamışlık, psikopatoloji, yoğun duygulanım durumları ve psikolojik stres gibi pek çok faktöre bağlı olarak, makul bir ayrımdan tam bir karışıklığa uzanan bir süreklilik içinde değişkenlik gösterir. Kendilik ve nesne temsilleri arasında ciddi bir ayrım yapamama durumu, psikotik yapıların ayırt edici özelliğidir.
Freud, yazı yaşamı boyunca nesne kelimesini ve kavramını yukarıda sıralanan tüm anlamlarda kullanmış, ancak bunlar arasında açık bir ayrım yapmamıştır. Freud’un nesneyi kavramsal bir terim olarak ilk kez kullanımı, “Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme [Three Essays on the Theory of Sexuality]” (1905b) adlı eserinde olmuştur; burada, yeni dürtü (ya da libido) kuramını geliştirirken, dürtünün (içgüdü) kaynak [source], amaç [aim] ve nesne [object] olmak üzere üç yönünü tanımlamıştır. Bu nesne kavramsallaştırmasında (kimi zaman cinsel nesne [sexual object] olarak da adlandırılır), nesne, “dürtünün amacına ulaşabildiği ya da bu amacı gerçekleştirebildiği şey” olarak tanımlanır. Freud, 1910 yılında (1910d), nesneyi bu kez farklı bir biçimde, bir aşk nesnesi [love object] olarak kullanmış ve bu terimi basitçe, bir kişinin sevmek üzere seçtiği kişi anlamında kullanmıştır. Bu nesne kavramları birbirinden farklıdır ancak örtüşür; çünkü Freud’a göre sevmek (aslında tüm insan davranışı) dürtülerin etkinliğini yansıtır ve nesne kavramı daima dürtü kavramıyla bağlantılıdır.
Freud, nesne kavramıyla bağlantılı olarak birbiriyle kesişen ve iç içe geçen pek çok anlayış [concept] sunmuştur ve bu anlayışlar o zamandan bu yana hem kullanılmış hem de tartışılmıştır:
- Nesne, dürtüye içkin değildir; yalnızca ona “lehimlenmiştir [soldered]” (1905b).
- Her bireysel durumda, nesne son derece kişiye özgüdür.
- Cinsel dürtü “anaklitik [anaclitic]” olduğundan (ya da kendini koruma içgüdülerine -açlık, susuzluk gibi- “yaslandığından [leaning on]”), dürtünün nesnesi çoğu zaman, kendini koruma içgüdüsünü doyuran nesneler temelinde şekillenir (örneğin, çocuğu besleyen anne gibi).
- Gelişimin erken evrelerinde, dürtünün nesnesi bütünleşmiş bir nesne değildir; her zaman oral, anal ya da fallik bileşenler gibi dürtünün bir “bileşeni [component]” ile bağlantılıdır.
- Dürtünün nesnesi son derece somut olabilir (örneğin, ağız, anüs ya da fallus gibi bir beden parçası).
- Nesneler arasında sembolik ikameler meydana gelebilir (örneğin, dışkı=çocuk=armağan ya da penis=erkek gibi) (1917d); başka bir deyişle, ilgi ya da enerji yatırımları [cathexis], bir nesneden başka bir nesneye kaydırılabilir (1909b).
- Nesne, narsisizmin [narcissism] değişimlerine bağlı olarak şekillenebilir; örneğin idealleştirme [idealization] ya da narsisistik nesne seçimi [narcissistic object choice] durumlarında olduğu gibi (1914e).
- Nesne, alçaltma [debasement] ile birlikte görülen idealleştirmede [idealization] olduğu gibi, parçalara bölünebilir (1912d).
- Nesne, ambivalans [ambivalence] kavramında olduğu gibi, hem sevilip hem de kendisinden nefret edilebilir (1912a).
- Dürtünün değişimleri (daha sonra savunmalar olarak kavramsallaştırılmıştır) nesne bağlamında tanımlanabilir (örneğin, “öznenin kendi kendiliğine yönelmesi” [1915b] gibi).
- Nesne seçimi, ya da “bir nesnenin bulunması aslında onun yeniden bulunmasıdır”; başka bir deyişle, her nesne seçimi, önceki bir nesne seçiminin anısını ya da temsilini yansıtır ya da onun tarafından biçimlendirilir; bu olgu, aktarım [transference] fenomeninde yansıma bulur (1905b).
- Pek çok fenomen, homoseksüalite [homosexuality] ya da fetişizmde [fetishism] olduğu gibi, tipik olmayan nesne seçimini yansıttığı biçiminde en iyi şekilde anlaşılabilir.
- Nesne kaybı [object loss], yas [mourning] ve melankoli [melancholia] gibi çok sayıda sonucu olan karmaşık süreçleri harekete geçiren önemli ve acı verici psikolojik bir olaydır (1917c).
- Kendilik ve nesne temsilleri her zaman açık bir biçimde ayrıştırılmış değildir.
Yukarıda belirtilen düşüncelere ek olarak ve çeşitli yazılarına dağılmış şekilde, Freud bireyin nesneyle kurduğu ilişkiye dair gelişimsel bir şema da sunmuştur. Bu gelişimsel şema, gerçekte olduğundan belki daha tutarlı bir biçimde sunulsa da, otoerotizm [autoerotism] ile başlar; bu evrede dürtü, kendilik ya da nesne kavramı olmaksızın, bireyin kendi bedeniyle etkileşimi yoluyla doyurulur. Süreç, birincil narsisizm [primary narcissism] (libidonun nesne kavramı oluşmadan önce kendiliğe yöneltilmesi), birincil özdeşim [primary identifi cation] (kendilik-nesne ayrımı ya da gerçek nesne bağlarının oluşumundan önce bireyin nesneyle kurduğu ilk ilişki biçimi) evrelerinden geçerek, son olarak nesne sevgisine [object love] (libidonun nesnelere yöneltilmesi) ulaşır. Bu son evre, ikincil narsisizm [secondary narcissism] (libidonun nesneden geri çekilerek yeniden kendiliğe yönelmesi) ile yan yana var olur.
Nesne sevgisi, daha sonra çeşitli pregenital evrelere [pregenital stages] ayrıştırılır (bu evreler, nesnenin yalnızca bir parçasıyla [part] kurulan ilişkiyle tanımlanır; bu parça, dürtünün bir bileşeniyle ilişkili olarak haz kaynağı olarak deneyimlenir) ve ödipal/genital evre [oedipal/genital stage] ile (bu evrede tam nesne [whole object] sevilir) devam eder. Son olarak, Freud ergenliği, yeni ve ensest olmayan bir nesne bulma mücadelesiyle işaretlenen bir evre olarak tanımlayarak, bu dönemin önemine dikkat çekmiştir. Gelişimsel şemasının bir parçası olarak Freud (1926a), nesneyle ilişkili tehlike durumlarına dair bir zaman çizelgesi de sunmuştur (bu durumlar arasında nesnenin kaybı korkusu, nesnenin sevgisini kaybetme korkusu ve nesne tarafından hadım edilme korkusu yer alır); bu tür tehlikelerin öngörülmesi, savunmayı tetikler (sinyal anksiyetesi [signal anxiety]).
Son olarak, Freud, kendilik ve nesne temsilleri ile intrapsişik yapıların çocukluktan itibaren nasıl geliştiğine ilişkin içselleştirme ve dışsallaştırma süreçlerinin birçok karmaşıklığını da incelemiştir. Bu içselleştirmelerin en önemlisi, ödipal kompleksin çözülmesiyle ortaya çıkan, yansıtma [projection], içeatım [introjection] ve özdeşim [identification] gibi karmaşık süreçler yoluyla inşa edilen süperegonun [superego] oluşumudur. Freud (1923a), ayrıca, nesneye yönelik yatırımların [cathexis] terk edilmesiyle ortaya çıkan ve egonun içinde yapı inşasına yol açan süreci de tanımlamıştır; bu kavrayış, daha sonraki nesne ilişkileri kuramlarında büyük önem kazanacaktır. Dikkate değer bir nokta olarak, Freud kuşkusuz temsil [representation] kavramının farkındaydı (bir nesnenin zihinsel temsili olmadan onun içselleştirilemeyeceğini kavrıyordu) ancak nesne temsili [object representation] terimini kullanmamıştır. Zaman zaman, imago [imago] kelimesini (Jung’dan ödünç alarak) kullanmış ve bu terimle, yetişkinin zihnindeki, nesne seçimini etkileyen çocukluk nesnesinin “model”ini [model] kastetmiştir. Son olarak, Freud (1917d) nesne ilişkisi [object relationship] terimini kullanmış olsa da, bu terimi nesne ilişkileri kuramında olduğu biçimiyle -yani kendilik ile öteki arasındaki içselleştirilmiş etkileşimlerin psişenin temel yapı taşı olarak işlev görmesi anlamında- kullanmamıştır (Fairbairn, 1952).
Freud süperegonun kökenlerine ilişkin görüşlerini geliştirirken, Klein tüm sonraki psikanalitik kuram üretiminde kalıcı bir etki bırakan bir kuram öne sürmüştür. Freud’un süperego kuramını -içsel ahlaki otoritenin temsilcisi olarak, yansıtma, içeatım ve özdeşim gibi karmaşık süreçler yoluyla inşa edilen bir yapı olarak tanımladığı anlayışı- temel alan Klein, tüm içsel dünyanın yaşamın ilk günlerinde başlayan süreçler aracılığıyla gerçekleşen çoklu içselleştirmelerden, ya da içsel nesnelerden oluştuğunu öne sürmüştür. Klein, içsel nesneyi, bedenin içinde konumlanmış bir nesnenin bir fantezisi [phantasy] olarak tanımlamıştır. Klein, içsel nesneye ilişkin pek çok özelliği tanımlamış ve bunların tümü, onun fantezi, dürtü, beden deneyimi ve nesne deneyiminin birbirinden ayrılmaz olduğu yönündeki inancını yansıtmaktadır. (Dikkate değer bir nokta olarak, Klein’ın ego [ego], beden [body] ve kendilik [self] kavramlarını birbirinin yerine kullanması, kavramsal karışıklıklara yol açmıştır.) Klein’ın görüşüne göre:
- içsel nesne bir fantezidir;
- içsel nesne bedensel bir nesnedir; hiçbir zaman tamamen yitirilmemiş bir somutluk niteliğine sahiptir; bu durum, içsel nesne için Klein’ın kullandığı “meme” gibi eşanlamlı terimlerde yansıma bulur;
- içsel nesne, haz ve acı deneyimleriyle yüklüdür;
- içsel nesne, canlı ve güçlü bir varlık olarak deneyimlenir;
- içsel nesne, iyi deneyimi saldırıdan korumak amacıyla savunmacı bir şekilde “tamamen iyi” ve “tamamen kötü” parça nesnelere bölünür;
- normal gelişim süreci boyunca parça nesneler bütün nesnelere bütünleştirilir;
- içsel nesneler iyi ya da “yardım edici [helpful]” olabilir; ancak Klein’ın çalışmalarının çoğu içsel kötü nesnenin betimlenmesine odaklanmıştır;
- nesne ve kendilik temsillerinin tümü, sürekli olarak devam eden yansıtma ve içe atım süreçleriyle inşa edilir; bu nedenle bu temsiller hiçbir zaman birbirinden tam olarak ayrıştırılamaz;
- içsel nesne [internal object] dışsal nesneden [external object] ayrıdır, bedenin içine alınmış olarak deneyimlenmeyen bir nesnenin temsilidir. (Çeviriye bak.)
Klein’ın kuramında, nesneye ilişkin deneyim zamanla somut içsel nesneden daha soyut ve sembolik nesne temsillerine doğru gelişir; bu gelişim süreci içinde içsel nesne, dış nesneye benzemeye başlar ve her ikisi de giderek daha gerçekçi bir nitelik kazanır. En önemlisi, psikolojik gelişim, bölme [splitting] ve yansıtmalı özdeşim [projective identification] süreçlerinin egemen olduğu ve bölünmüş parça nesnelerle (ve kendiliğin parçalarıyla) karakterize edilen paranoid-şizoid konumdan [paranoid- schizoid position], ambivalansı [ambivalence] (ya da aynı nesneye yönelik sevgi ve nefret) tolere edebilme kapasitesiyle ve nesnenin iyi ve kötü yönlerinin bütün bir nesnede bütünleştirilmesiyle tanımlanan depresif konuma [depressive position] doğru ilerler. Psikopatoloji, ya paranoyak-şizoid konumun ya da depresif konumun çeşitli yönlerini yansıtır. Klein’ın (1929, 1935, 1946) görüşüne göre, içsel nesnelere ilişkin tüm süreçler, saldırganlık [aggression] ile ilişkili kaygıların yönetimiyle bağlantılıdır; başka bir deyişle, Freud’da olduğu gibi, onun kuramı da temelde dürtü temellidir [drive- based]. Ancak Freud’dan farklı olarak, onun gelişimsel kuramındaki son evre (depresif konum), dürtünün çeşitli bileşenlerinin bütünleşmesiyle değil, nesneye yönelik sevgi ve nefret gibi çelişkili tutumların bütünleştirilebilmesi kapasitesiyle tanımlanır.
Freud ve Klein’dan bu yana tüm psikanalitik kuramlar, giderek artan biçimde benlik ile nesne arasındaki etkileşimlere ve bu etkileşimlerin içselleştirilmesine odaklanmıştır. Çeşitli kuramcılar, ya Freud’un ya da Klein’ın çalışmalarından -ya da çoğu zaman her ikisinden birden- yararlanmışlardır. Nesneyle ilgili psikanalitik kavramlardaki önemli gelişmeler şunlardır:
- Sandler’ın, Freud ve Klein’ın nesneye ilişkin görüşlerinin büyük bir bölümünü nesne temsili [object representation] kavramı çerçevesinde yeniden kavramsallaştırma çabası (bu terim ilk olarak Fenichel [1932] tarafından ortaya atılmıştır);
- Nesne sürekliliği [object constancy] -yani nesne temsillerine yönelik ambivalansı tolere edebilme kapasitesi- ego psikolojisi geleneği içinde kavramsallaştırılmıştır (Hartmann, 1952; Spitz, 1965; Mahler, 1968);
- İçeatım [introject], Eduardo Weiss tarafından isim olarak türetilmiş bir terim olup, yaklaşık olarak Klein’ın içsel nesne kavramına karşılık gelir; ego psikolojisi [ego psychology] geleneği içinde kavramsallaştırma yapan Sandler ve Schafer, içe atımı, bireyin sürekli bir ilişki içinde olduğunu hissettiği “içsel bir varlık [inner presence]” niteliğine sahip bir nesne temsili olarak tanımlamışlardır; gelişimsel olarak, içeatım, kişileştirilmemiş süperegonun oluşumundan önce gelir (J. Sandler ve Rosenblatt, 1962; Schafer, 1968b);
- Psikanalitik etkileşimde analistin gerçek bir kişi olarak rolü -örneğin, “yeni nesne [new object]” (A. Freud, 1978) ya da “gelişimsel nesne [developmental object]” (Tähkä, 1993; Hurry, 1998) kavramlarında olduğu gibi; ve
- Kohut’un kendiliknesnesi [selfobject] ve içselleştirilmiş ebeveyn imgesi, kendilik psikolojisi tarafından normal gelişim için hayati önemde olarak kavramsallaştırılmıştır.
Yıllar boyunca, kendilik ve nesne ilişkileriyle ilgilenen kuramcılar -Bowlby, Spitz, Fairbairn, Winnicott, Bion, Jacobson, Mahler, Loewald, Kernberg, Kohut, Sandler, Sullivan, D. N. Stern, Fonagy ile Greenberg ve Mitchell dâhil- onlarca farklı “nesne” türü öne sürmüşlerdir. Bu kuramcılar çeşitli biçimlerde ego psikologları, nesne ilişkileri kuramcıları, kendilik psikologları, kişilerarası kuramcılar, ilişkisel kuramcılar ya da bunların bir kombinasyonu olarak tanımlanmışlardır.
Blatt ve diğer bazı kuramcılar, nesne kavramını sosyal psikoloji ve bilişsel sinirbilimden gelen kavramlarla bütünleştirmeye çalışmışlardır (Blatt ve Lerner, 1983). Ayrıca, çeşitli psikopatoloji türlerinde kendilik ve nesne temsillerini incelemeye yönelik birçok girişim olmuştur (Nigg ve diğerleri, 1992). Son olarak, tedavi sürecinde kendilik ve nesne temsillerinde meydana gelen değişimleri incelemeye yönelik çalışmalar da gerçekleştirilmiştir (Bers ve diğerleri, 1993).
Kaynak:
American Psychoanalytic Association. (2012). Object. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 170).
Bir yanıt yazın