Yapı (Psişik Yapı) Nedir?


Yapı [structure] ya da psişik yapı [psychic structure], görece kalıcı, örgütlenmiş bir zihinsel düzenleniş ya da zihinsel işlevler bütünüdür. Psişik yapılar, zihinsel süreçler ve davranışlar akışı içerisinde gözlemlenen süreklilik gösteren örüntülerden hareketle tümdengelimsel olarak çıkarılan kuramsal soyutlamalardır; bu nedenle somutlaştırılmış [reified] ya da kişileştirilmiş [personified] varlıklar olarak ele alınmamalıdırlar. Yapılar, olgunlaşan bünyesel özellikler [constitutional givens] ile çevresel etkilerin [environmental influences] -özellikle de bakım verenlerle kurulan etkileşimlerin- karşılıklı etkileşiminden gelişir. Gelişimleri sürecinde, psişik yapılar, içselleştirme [internalization] ve dışsallaştırma [externalization] süreçleri aracılığıyla giderek daha karmaşık ve farklılaşmış hâle gelirler. Psişik yapılar, beyindeki anatomik yapılarla doğrudan ilişkilendirilmek ya da onlara karşılık gelmek üzere tasarlanmamıştır; ancak temeldeki nörofizyolojik süreçleri yansıtıyor olabilirler. Psişik yapı geniş bir kavram olarak, Freud’un yapısal kuramındaki daha dar anlamdaki yapı anlayışından ayırt edilmelidir. Freud’un yapısal kuramı, özellikle ödipal kompleksin çözülmesiyle birlikte süperegonun oluşmasıyla kurulan bir yapılar sistemini ifade eder. Gelişim kuramcıları, psişik yapıların gelişiminin doğumla birlikte başladığını kabul ederler.

Zihne (mind) ilişkin farklı modeller, yapı kavramını farklı biçimlerde kavramsallaştırır; davranışı belirlemede merkezi öneme sahip olan farklı psişik yapıları ayrıntılandırırlar. Psişik yapı örnekleri arasında id [id], ego [ego] ve süperego [superego]; bilinçdışı fantezi [unconscious fantasy]; karakter [character]; içselleştirilmiş nesne ilişkileri [internalized object relations]; ve üst-düzey bir yapı olarak kendilik [self] gibi unsurlar yer alır. Psişik yapılar, psikanalitik zihin kuramlarının; bedenin zihin üzerindeki etkisini, geçmişin şimdi üzerindeki etkisini ve dış dünya ile kurulan etkileşimlerin iç dünyaya etkisini açıklama biçimlerinde merkezi bir rol oynar.

1920 ile 1926 yılları arasında Freud, zihne dair sonradan yapısal kuram [structural theory] olarak anılacak yenilenmiş bir zihin modeli geliştirmiştir. Bu model, zihni id, ego ve süperego olmak üzere üç fail/eyleyen [agency] ya da yapıya [structure] ayırır ve bu yapılar, görece sabit ve birbirine bağımlı işlev kümeleriyle tanımlanır. Freud’un kendisi yapısal kuram [structural theory] terimini hiçbir zaman doğrudan kullanmamıştır; ancak şu ifadelerle bu kurama işaret etmiştir: “Zihnin yapısal koşulları” (1923a), burada tutarlı ego ile id arasındaki karşıtlığı betimlemiştir; “Zihinsel aygıtın yapısal bölünmesi” (1926a); ve daha sonra, id, ego ve süperego’nun etkileşimli işlevlerini tanımlarken “zihnin yapısal ilişkileri” (1933a) ifadelerini kullanmıştır.

Rapaport ve Gill (1959), Freud’un metapsikolojik betimlemesini sistematikleştirmeye çalışarak, zihinsel fenomenlerin yeterli şekilde tanımlanabilmesi için gerekli görülen bakış açılarını (points of view) ortaya koymuşlardır. Onlar, yapısal bakış açısını, “yavaş değişim hızına sahip düzenlenişler” ve “süreçler akışı içinde kalıcılık gösteren örüntüler” olarak tanımlanan “süregiden psikolojik yapılandırmalara” ilişkin önermeleri içeren bir bakış açısı olarak tarif etmişlerdir. Rapaport ve Gill, yalnızca id, ego ve süperego’nun değil, aynı zamanda savunmalar [defenses] ve karakter özellikleri [character traits] gibi yapılanmaların da birer yapı olarak ele alınması gerektiğini öne sürmüşlerdir; zira bu örüntüler, geçmişin şimdi üzerindeki kalıcı etkisini yansıtır.

İzleyen on yıllar boyunca, yapı terimi, psikanalitik kuram içinde farklı karmaşıklık ve kavramsallaştırma düzeylerinde kullanılmış ve bu durum belirli bir kavramsal karışıklığa yol açmıştır. Yapı terimi hem davranıştan soyutlanabilen örüntülere hem de davranışın altında yatan belirleyicilere atıf yapmak için kullanılmıştır. Yapı (structure), çeşitli şekillerde tanımlanmıştır: kararlı [stabil] işlevler olarak; uyumlu bir bütün oluşturan işlevler grubu olarak; işlevlerden ziyade örgütlenme biçimleri olarak; amaçların ve güdülerin örgütlenişi olarak; uyum hizmetinde uyarıcı örüntülerinin düzenlenişi olarak; öğelerin kendisinden ziyade, öğeler arasındaki ilişkiler olarak ve davranışın üst düzey düzenleyicileri olarak (Levey, 1984). Boesky (1988) ise, kararlılık [stability] ve örgütlenme [organization] gösteren tüm zihinsel süreçleri yapı olarak değerlendirmenin yanıltıcı olduğunu ileri sürmüştür. Boesky, yapı teriminin kullanımının, id, ego ve süperego gibi altta yatan “nedensel yapılar [causative structures]” ile sınırlandırılmasını önermiştir. Buna karşılık olarak, karakter özellikleri [character traits], aktarım [transference], kendilik [self] ve nesne temsilleri [object representations] gibi öğeler ise, ona göre, id, ego ve süperego işlevlerinin etkileşimi sonucu oluşan uzlaşma oluşumlarıdır [compromise formations] ve bu nedenle yapı terimiyle anılmamalıdır. Pulver (1988), yapı kavramı için dinamik bir tanım önermiştir. Buna göre yapı, belirli bir işlevi yerine getiren, örgütlenmiş bir zihinsel içerikler ve/veya süreçler grubudur. Bu tanım, yapıyı yalnızca örgütlü, örüntülü, kalıcı zihinsel düzenlenişler ya da zihinsel olaylar dizisi olarak gören daha geniş ve durağan tanıma bir alternatif sunar.

Belirli bir düzeyde, farklı psikanalitik düşünce okulları, zihnin nasıl işlediğine dair yaklaşımlarında öncelik verdikleri psişik yapılar üzerinden ayırt edilebilir. Bununla birlikte, ego psikolojisi içerisinde, kendilik ve ego içindeki nesne temsilleri gibi öğelerin ya da bilinçdışı fantezi ve karakter özellikleri gibi uzlaşma oluşumlarının, yapı olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda tartışmalar mevcuttur. Nesne ilişkileri kuramları, duygulanımsal olarak bağlantılı kendilik temsilleri ile nesne temsillerinin etkileşiminden oluşan içsel nesne ilişkilerini [internal object relations] , psişik yapının merkezi birimi olarak görürler. Kendilik psikolojisi [self psychology] ise, kendilik kavramını davranışı düzenleyen üst-düzey yapı [superordinate structure] olarak ele alır, ego’nun alt birimi olarak değil. Kişilerarası kuramlar [interpersonal theories] genellikle yapısal kavramları reddetmeleriyle tanınsalar da, D. N. Stern (1994) bu görüşe karşı çıkarak, kişilerarası kuramın yapının, kişilerarası düzenliliklerin içselleştirilmesiyle oluştuğunu savunduğunu ileri sürmüştür. Stern’e göre, “insanlar, kendilerine dair kalıcı yönleri, başkalarıyla etkileşim içinde biçimlendirir ve keşfederler.”

Okuduğunuz metin  “PSYCHOANALYTIC TERMS & CONCEPTS (2012), Edited by Elizabeth L. Auchincloss ve Eslee Samberg, American Psychoanalytic Association”ın Fantasy maddesinin çevirisidir.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir