Savunma [defense], acı verici bir içsel durumu deneyimlemeye karşı korunmak amacıyla kullanılan bilinçdışı bir psikolojik manevradır. Her ne kadar herhangi bir düşüncenin, duygunun ya da davranışın savunma işlevi görebileceği genel olarak kabul edilse de, özgül ve yaygın olarak kullanılan bazı savunma mekanizmaları [defense mechanism] tanımlanabilir. Savunma işlemleri [defensive operation], çocukluk döneminde erken yaşlarda başlar ve yaşam döngüsü boyunca işlemeye devam eder. Bazı savunmalar, gelişimin belirli evreleriyle ilişkilidir. Savunma, hem normal zihinsel işleyişte hem de psikopatolojide önemli bir rol oynar. Bir bireyin istikrarlı savunma tarzı [defensive style], onun karakterinin [character] önemli bir özelliğidir. Katı [rigid] bir savunma tarzı, karakter patolojisine katkıda bulunur; belirli savunma manevraları, belirli karakter tipleriyle ilişkilidir. Savunmalar aynı zamanda semptom oluşumuna da katkıda bulunur ve yine, belirli savunmalar, belirli sendromlarla ilişkilendirilir. Savunma, ayrıca psikanalitik tedaviye direnç [resistance] olgusunda da rol oynar. Bu direncin sistematik biçimde yorumlanmasına ise savunma analizi [defense analysis] adı verilir. Çağdaş psikanalizin amaçlarından biri, hastanın daha az katı ve daha adaptif [adaptive] savunma stratejileri kullanmasına yardımcı olmaktır.
Savunma kavramı, psikanalitik kuram ve tedavinin temel taşlarından biridir. Bu kavram ilk olarak Freud’un yeni histeri kuramı bağlamında ortaya çıkmış olsa da, çok kısa sürede onun zihin kuramının genelinde merkezi bir yer edinmiştir. Savunma, Freud’un dinamik bilinçdışı [dynamic unconscious] kavramının merkezinde yer alır; burada, sürekli boşalma arayışında olan içgüdüsel dürtü türevleri [instinctual drive derivative], onların bilince çıkışını engelleyen karşı güçlerle, yani savunmalarla, karşı karşıya gelir. Her ne kadar ego psikolojisi [ego psychology] ve çatışma kuramı [conflict theory] ile yakından ilişkili olsa da, savunma kavramı, zihne ve psikanalitik tedaviye yönelik çoğu psikanalitik yaklaşım için büyük önem taşımaktadır.
Freud’un (1894c) savunma terimini ilk kez yayımlı olarak kullandığı metin, 1894 tarihli çalışmasıdır. Bu kullanım, onun savunma histerisi [defense hysteria] (ve tüm savunma nöropsikozları [neuropsychoses of defense]) kuramının bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Freud’a göre bu rahatsızlıkların nedeni, dejeneratif zihinsel zayıflık değil, egonun “uyumsuz bir düşünceyi [incompatible idea]” reddetmesidir. “Histeri Üzerine Çalışmalar [Studies on Hysteria]” adlı eserinde, Freud (Breuer ve Freud, 1893/1895), savunmanın histeri oluşumundaki rolünü ayrıntılı biçimde ele almış ve savunma terimini, o dönemde yeni kullanıma giren iki terim olan sansür [censorship] ve bastırma [repression] ile birbirinin yerine geçebilecek şekilde kullanmıştır. 1897’den sonra, Freud, egonun, katlanılamaz ya da yasaklanmış zihinsel içerikleri bilinçten uzaklaştırma yönteminden söz ederken, neredeyse yalnızca bastırma terimini kullanmaya başlamıştır. Savunma terimi, Freud’un çalışmalarında zaman zaman bastırmadan daha kapsayıcı bir kavramı ifade etmek üzere yer alsa da, Freud (1926a) bu iki kavramı ilk kez açık biçimde, ancak 1926 yılında, “Engellenmeler, Belirtiler ve Anksiyete [Inhibitions, Symptoms and Anxiety]” adlı eserinde birbirinden ayırmıştır. Bu çalışmasında Freud, bastırmayı, birçok farklı savunma türünden yalnızca biri olarak tanımlamıştır. Aynı metinde Freud, çağdaş çatışma kuramının [conflict theory] özünü de ortaya koymuştur; buna göre, ego, bir anksiyete sinyaline [anxiety signal] karşılık olarak, bir içgüdüsel talep ile ilişkili tehlike durumundan kaçınmaya hizmet eden savunma sürecini başlatır. Savunma harekete geçtiğinde, ortaya çıkan uzlaşma [compromise], bir semptom, bir engellenme [inhibition] ya da patolojik ve normal olmak üzere çok çeşitli karakter özellikleri biçimini alır. Savunmanın başarısız olması ise, anksiyetenin doğrudan ifadesine yol açar. Freud, histeride ve genel olarak zihinsel işleyişte savunmanın rolünü tanımlarken bile, farklı nevrotik hastalık türlerine özgü savunma biçimlerini ayırt etmeye çalışmıştır. Daha 1890’ların ortalarından itibaren, bastırmaya ek olarak, Freud histerik “dönüştürme”yi [conversion], obsesyonel “yerine koyma”yı [substitution] ve “yer değiştirme”yi [displacement], paranoid “yansıtma”yı [projection] tanımlamıştır (1894c). Daha sonra, “karşıt tepki geliştirme” [reaction formation] ve “yüceltme”yi [sublimation] (1905b); “yalıtma” [isolating] ve “olmamış kılma”yı [undoing] (1909c); “karşıtına döndürme” [reversal into its opposite] ve “dürtünün özneye yönelmesini [turning round upon the subject’s own self] (1915b); “yadsıma”yı [disavowal] (1923b), “bölme“yi [splitting] (1924c) ve “olumsuzlama”yı [negation] (1925a) açıklamıştır.
Savunmanın çeşitli yönleri, Freud sonrası psikanalitik kuramın gelişiminde merkezi bir rol oynamıştır. Özellikle A. Freud (1936), savunmayı psikanalitik kuram ve tekniğin odağı haline getirmiştir; egonun savunma yollarını ayrıntılandırarak, Freud’un ara sıra kullandığı savunma mekanizması [defense mechanism] terimini yaygınlaştırmıştır. A. Freud, şu on özgül savunma mekanizmasından oluşan, iyi bilinen bir liste önermiştir: bastırma, regresyon [regression], karşıt tepki geliştirme, yalıtma [isolation], geçersiz/olmamış kılma
yansıtma, içeatım [introjection], kendine döndürme, karşıtına döndürme ve yüceltme. Ayrıca fantezide, sözde ve eylemde inkâr [denial in fantasy, word and act], kaçış [flight], idealleştirme, çilecilik/asketizm [asceticism], entellektüelleştirme [intellectualization], özgecil özveri [altruistic surrender], etkini edilgene çevirme [turning active into passiv], kendiliğe yöneltme [turning against the self] ve saldırganla özdeşim kurma [identification with the aggressor] gibi savunma yollarını da tanımlamıştır.
Freud’un ölümünün ardından, W. Reich, bireyin savunma işlemlerinin nasıl “karakter zırhı [character armor]” biçiminde dışavurduğunu incelemiştir (W. Reich, 1933/1945). Nesne ilişkileri kuramını geliştirirken, Klein (1946), kendi görüşüne göre yaşamın ilk yılında ortaya çıkan ve ölüm dürtüsünden kaynaklanan kaygıya karşı yöneltilmiş olan ilkel savunmaları [primitive defenses] tanımlamıştır; bu savunmalar, içsel dünyanın [inner world] oluşumunda da rol oynar. Bu savunmaların en belirgin olanları bölme, ilkel idealleştirme [primitive idealization] ve yansıtmalı özdeşimdir [projective identification]. Bu savunmalar, paranoid-şizoid konum süresince belirgin biçimde görülür. Depresif konum sırasında suçluluk ve depresyona karşı geliştirilen savunmalar arasında ise, nesneden uzaklaşma [turning away from the object], depresif konuma geri dönüş [reversion to the depressive position], manik savunmalar [manic defenses] ve nihayetinde onarım [reparation] yer alır (Klein 1935, 1940). Kendilik psikolojisinin gelişimi sürecinde, Kohut (1971, 1977), kendilikteki birincil bir kusuru örtmeye hizmet eden savunma yapıları ile bu kusuru telafi etmeye çalışan telafi edici yapılar arasında bir ayrım yapmıştır. Ayrıca, karşılanmamış narsisistik ihtiyaçların yol açtığı utanç ve aşağılanma deneyimine karşı koruma sağlarken, aynı zamanda bu ihtiyaçları sahneleyen bir işlev gören, savunmaya yönelik dikey yarık [defensive vertical split] kavramını ortaya atmıştır. Hem Klein hem de Kohut, savunmayı tetikleme gücüne sahip anksiyete ya da duygulanım türlerinin sayısını artırarak bu alana katkıda bulunmuşlardır.
İnterpersonal psikanalizin gelişimi sürecinde, Sullivan (1953a), savunmalara kabaca denk düşen bir kavram olarak “güvenlik işlemleri [safety operations]” terimini ortaya atmıştır; bu işlemlerin temelinde ise “seçici ilgisizlik [selective inattention]” yer alır. Ne var ki, Sullivan, savunulan şeylerin intrapsişik [intrapsychic] olaylar değil, başkalarıyla kurulan ilişkilerin -çeşitli nedenlerle dikkate alınamayan- bazı yönleri olduğunu savunmuştur; bu nedenle söz konusu ilişki öğeleri biçimlendirilmemiş [unformulated] ya da dissosiye edilmiştir/ayrıştırılmıştır [dissociated]. Bu fikirleri geliştirerek D. B. Stern, dissosiyasyonu, yani deneyimin biçimlendirilmemiş bir durumda savunmacı ve güdülenmiş biçimde korunmasını, psikanalitik klinisyenin karşılaştığı en önemli güdülenmiş bilmeme [motivated not-knowing] biçimi olarak tanımlamıştır (D. B. Stern, 1997). Modell (1984) ise, savunma mekanizması tanımını yalnızca intrapsişik bağlamla sınırlı olmaktan çıkararak, “iki kişilik [two-person]” bir bağlama genişletmiştir. Kişilerarası ve ilişkisel psikanalistler, kişilerarası savunma [interpersonal defense] kavramını geliştirmeye devam etmişlerdir (Westerman ve Steen, 2009). Örneğin, mistifikasyon [mystification], bir başkasının gerçekliğin belirli bir yönünü düşünme ya da anlama kapasitesine müdahale etmeyi amaçlayan kişilerarası bir savunmadır; bu müdahale, gerçekliğin yerine sahte bir yapılandırma koyarak gerçekleşir (Laing, 1965; Levenson, 1972).
Diğer bakış açıları arasında, D. N. Stern’ün görüşleri bulunmaktadır; Stern’e göre, gelişim sürecinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan kişilerarası alandaki hataların onarımına yönelik yöntemler, savunmanın temelini oluşturur (D. N. Stern, 2005). Savunmayı mekanizma yerine anlam açısından değerlendiren Schafer (1968a) ise, tüm savunma işlemlerine gömülü olan anlatısal içeriğin [narrative content] önemini vurgulamıştır. C. Brenner (1982), savunma kavramının, ego işlevlerinin [ego functions] tamamen ayrı bir sınıfı olarak ele alınmasının faydasını sorgulamış; tüm savunmaların savunma dışı amaçlar için de kullanılabileceğini ve tüm zihinsel etkinlik ile davranış biçimlerinin savunma amaçlı kullanılabileceğini ileri sürmüştür. Brenner’ın aksine Gray (1994), “yakın süreç takibi [close process attention] olarak adlandırdığı bir teknik kuram önermiştir; bu kuram, neredeyse tamamen, tespit edilebilir olduğuna inandığı savunmaların analizine dayanır.
Birçok psikanalitik kuramcı, savunmaları sistematik biçimde sınıflandırmaya ve düzenlemeye çalışmıştır. Fenichel (1945), başarılı savunmalar [successful defenses] ile başarısız savunmalar [unsuccessful defenses] arasında ayrım yapmaya çalışmıştır. G. Bibring ve diğerleri (1961) ise savunmaları karmaşıklık derecesine göre sınıflandırmış; bu sınıflamada, “birinci düzey [first-order]” ya da indirgenemez mekanizmalardan, birden fazla savunma mekanizmasının birleşimini içeren “ikinci düzey [second-order]” savunmacı davranış örüntülerine doğru uzanan bir yelpaze oluşturmuştur. Erkekler üzerinde gerçekleştirilen bir boylamsal çalışmadan elde ettiği ampirik verileri kullanan Vaillant (1992a), savunma mekanizmalarını, adaptif işlevleri [adaptive function] ve gelişimsel düzeylerine göre gruplara ayırmıştır:
- psikotik [psychotic] savunmalar (inkar [denial], yansıtma [projection]);
- olgunlaşmamış [immature] savunmalar (fantezi [fantasy], yansıtma [projection], eyleme dökme [acting out]);
- nevrotik [neurotic] savunmalar (entellektüelleştirme [intellectualization], yer değiştirme [displacement], bastırma [repression]);
- olgun [mature] savunmalar (mizah [humor], özgecilik [altruism], yüceltme [sublimation]).
Bununla birlikte, Willick (1983) ve diğerleri, özellikle ilkel savunmalara atıfta bulunanlar başta olmak üzere, herhangi bir sınıflandırma sisteminin sakıncaları konusunda uyarıda bulunmuş; herkesin çeşitli bağlamlarda tüm savunmaları kullandığını savunmuştur. Tüm bu uyarılara rağmen, Blackman (2004), savunma mekanizmalarının sayısını rekor düzeydeki 101’e çıkararak genişletmiştir. [İlgili kitap için şuraya bakabilirsiniz.]
Savunma işlemleri, hem psikanaliz içerisinde hem de “baş etme mekanizması [coping mechanism]” kavramıyla savunmanın örtüştüğü bilişsel ve sosyal psikoloji alanlarında pek çok ampirik araştırmanın konusu olmuştur. Örneğin, araştırma amaçları doğrultusunda, belirli savunmaların kullanımını objektif olarak ölçebilen araçlar geliştirmek üzere çok sayıda çalışma yapılmıştır (Perry ve Lanni, 2008). Birçok araştırmacı da savunmaların çeşitli bağlamlarda nasıl işlediğini incelemiştir (Westen, 1999b). Örneğin, ampirik çalışmalar, savunmaların geniş çaplı kültürlerarası geçerliliğe sahip olabileceğini (Tori ve Bilmes, 2002), kadın ve erkek arasında farklılık gösterebileceğini (Bullitt ve Farber, 2002) ve başarılı bir tedavi sonucunda değişebileceğini (Roy ve diğerleri, 2009) ortaya koymaktadır. Cramer (2006) ise savunmaların gelişimi, işlevi ve değişimi üzerine ampirik bilgileri ve bunları değerlendirme yöntemlerini gözden geçirmiştir. Son olarak, bilişsel nörobilimciler savunmaların biyolojik temellerini anlamaya yönelik çalışmalar yürütmeye başlamıştır (Northoff ve Boeker, 2006).
Okuduğunuz metin “PSYCHOANALYTIC TERMS & CONCEPTS (2012), Edited by Elizabeth L. Auchincloss ve Eslee Samberg, American Psychoanalytic Association”ın Defense maddesinin çevirisidir.
Savunma Mekanizmaları
Savunma mekanizmaları [defense mechanisms], genel olarak örgütlü egoya [organized ego] atfedilen zihinsel süreçlerdir. Bunlar, öznenin egosunun anksiyete ve psişik rahatsızlıklarla hem yüzleşmesine hem de bunlardan kaçınmasına yardımcı olacak şekilde en uygun psişik koşulları düzenler ve sürdürür. Dolayısıyla savunma mekanizmaları, psişik çatışmayı [psychic conflict] çözme girişimleri arasında yer alır; ancak aşırı veya uygunsuz şekilde devreye girdiklerinde, psişik gelişimi tehlikeye atabilir.
Sigmund Freud’un çalışmalarında, savunma ile savunma mekanizması arasında net bir ayrım bulunmamaktadır; savunma mekanizması, savunmanın işleyişini sağlayan bilinçdışı süreçlere işaret eder. Savunma kavramı ilk kez Freud’un “Savunmanın Nöro-Psikozları [The Neuro-Psychoses of Defence, 1894a] adlı makalesinde ortaya çıkmış, ardından “Savunmanın Nöro-Psikozları Üzerine Ek Açıklamalar [Further Remarks on the Neuro-Psychoses of Defence, 1896b]” ve “Histerinin Etiyolojisi [The Aetiology of Hysteria, 1896c] metinlerinde ele alınmıştır. Son olarak, “Dürtüler ve Yazgıları [Instincts and their Vicissitudes, 1915c]” başlıklı metinde, bastırma ve yüceltmeye ek olarak, kendine yöneltme ve karşıtına dönüşme, savunma mekanizmaları olarak tanımlanmıştır.
Freud’a göre savunma kavramı, egonun acı verici, katlanılmaz ya da kabul edilemez nitelikteki temsillere [representation] ve duygulanımlara [affect] yanıt olarak gerçekleştirdiği psişik dönüşüm [psychic transformation] girişimlerini ifade eder.
Freud, bir dönem için savunma kavramını terk ederek yerine bastırma kavramını tercih etmiştir. Ardından, “Kıskançlık, Paranoya ve Homoseksüellikte Nevrotik Mekanizmalar [Neurotic Mechanisms in Jealousy, Paranoia and Homosexuality, 1922b [1921]] adlı çalışmasında, bu kavramı yeniden gündeme getirmiştir. Freud, içe atma (ya da özdeşim kurma [identification]) ve yansıtma süreçlerine savunma anlamı yükleyerek, bu süreçlerin tamamını “nevrotik mekanizmalar [neurotic mechanisms]” olarak tanımlamıştır. Ardından, Engellenmeler, Belirtiler ve Anksiyete (1926d [1925]) adlı eserine ek olarak yazdığı bölümde Freud, bu kavramı bastırma kavramıyla ilişkili olarak yeniden değerlendirmiş ve şunları önermiştir:
“Bana göre, nevroza yol açabilecek çatışmalarda egonun kullandığı tüm teknikleri kapsayacak genel bir tanım olarak açık biçimde eski ‘savunma’ kavramına dönmek, hiç kuşkusuz bir avantaj olacaktır. Bu sırada ‘bastırma’ terimini ise, incelemelerimizin başlangıçta bizi daha iyi tanıştırdığı belirli bir savunma yöntemi için saklamaya devam etmeliyiz.”
(s. 163).
Freud ayrıca şunları eklemiştir:
“İlerideki incelemeler, belirli savunma biçimleri ile özel hastalıklar arasında, örneğin bastırma ve histeri arasında olduğu gibi, yakın bir bağlantı bulunduğunu gösterebilir.”
(s. 164)
Burada Freud’un daha özel olarak kastettiği şey, egonun çatışmaya yönelik eğilimlere karşı kendisini karşıt-kateksis [counter-cathexis] aracılığıyla koruduğudur. İşte savunma mekanizmalarının en temel özünü oluşturan da bu karşıt-kateksis.
Bu düşünce, Heinz Hartmann (1950) tarafından, egonun otonom işlevleri [autonomous functions of the ego] kuramı bağlamında ele alınmıştır. Hartmann, çatışmaya neden olan eğilimden kontr-kateksis enerjisi çekildikten sonra, bu enerjinin nötralize edildiğini [neutralized] savunmuştur. Ona göre, egonun otonom süreçleri (örgütlenme, yükleme ve erteleme), savunma mekanizmalarının öncülleri olabilir. Genel olarak, nevrotik savunma mekanizmaları, aslında düzenleyici ve uyum sağlayıcı [regulating and adaptive] mekanizmaların bir abartısı veya çarpıtılmış biçimidir.
Anna Freud, ego-psikolojisi akımından aldığı güçlü destekle, egonun işlevlerine dair yaptığı çalışmalarda egonun savunma mekanizmalarını listeleyerek tanımlamıştır. Ona göre:
“Dürtülerin maruz kalabileceği her türlü yazgı [vicissitude], bir ego etkinliğinden kaynaklanır. Egonun veya egonun temsil ettiği dış güçlerin müdahalesi olmasaydı, her dürtünün bileceği tek bir kader olurdu -o da doyumdur/hazdır [gratification].”
(1937, s. 47)
Anna Freud, belirlediği dokuz savunma mekanizmasına (regresyon, bastırma, karşıt tepki geliştirme, yalıtma, geçersiz kılma, yansıtma, içeatım, kendine yöneltme ve karşıtına döndürme) ek olarak şunu önermiştir:
“Bunlara, nevrozdan ziyade normalliğin incelenmesine ait olan onuncu bir mekanizmayı eklemeliyiz: yüceltme veya dürtüsel amaçların yer değiştirmesi [displacement of instinctual aims].”
(s. 47)
Son olarak, Klein ekolünün takipçilerine göre, savunma mekanizmaları yapılanmış bir ego içerisinde, ilkel ve yapılandırılmamış bir egoda (ya da farklılaşmamış bir id-ego yapısında) aldıklarından farklı bir biçim alırlar. Bu durumda savunmalar, zihinsel işleyiş tarzları haline gelirler. Susan Isaacs’a (1948) göre, tüm zihinsel mekanizmalar yutma [devouring], soğurma [absorbing] veya reddetme [rejecting] gibi fantezilerle bağlantılıdır. Melanie Klein (1952, 1958) ise başlıca şu ilkel savunmaları tanımlamıştır: bölme, idealleştirme, yansıtmalı özdeşimve manik savunmalar.
“Savunma” ve “savunma mekanizması” terimleri günümüzde hâlâ birbirinin yerine kullanılmaktadır; bu durum, savunma kavramına yönelik betimleyici bir yaklaşımla, psişik uyum süreçlerinin ekonomik bakış açısıyla analizine dayanan bir yaklaşım arasında belirli bir kavramsal karışıklık olduğunu göstermektedir. (ELSA SCHMID-KITSIKIS)
Okuduğunuz metin International Dictionary of Psychoanalysis‘in Defense Mechanisms maddesinin çevirisidir.
Bir yanıt yazın