İçselleştirme [internalization], bireyin içsel dünyasının, dış dünyanın gerçek ya da hayal edilmiş bazı yönlerini içine alması yoluyla değişime uğradığı bir grup psikolojik süreci ifade eder. İçselleştirmenin karşıtı, dışsallaştırmadır [externalization]; bu ise, iç dünyaya ait bazı unsurların dış gerçekliğe atfedildiği bir grup süreçtir. Her iki terim de, iç dünyanın dış dünyayla etkileşim içinde geliştiğini ifade eder; içselleştirme ve dışsallaştırma, bu etkileşimin temel yönlerini tanımlar. İçselleştirme, kavramsal olarak içeatım [incorporation], içe-alım [introjection] ve özdeşleşme [identification] terimleriyle yakından ilişkilidir. Tarihsel olarak, bu terimler kimi zaman birbirinin yerine kullanılmış, ve sıklıkla birbirine karıştırılmıştır. Bu terimlerin örtüşmekle birlikte birbirinden farklı anlamlarını netleştirmek amacıyla, çeşitli ölçütler kullanılarak çok sayıda açıklama girişimi olmuştur. Bu ölçütlerden bazıları şunlardır: terimlerin köken anlamları, en yaygın kullanım biçimleri, soyutlama düzeyleri, gelişimsel aşamadaki yerleri, ilişkili oldukları psikopatoloji türleri, içselleştirilen nesnenin bir bütün mü yoksa parça hâlinde mi alındığı ve içselleştirilen unsurun kendilikle [self] ne ölçüde bütünleştiği.
Psikanalizin tüm ekollerinde, içselleştirme, psişik gelişimin her aşamasında önemli bir rol oynar ve yaşam döngüsü boyunca gerçekleşir. İçselleştirme, zihnin birey ile dış dünya -özellikle de diğer insanlar- arasındaki etkileşim geçmişini kaydetmesini mümkün kılar. Önemli nesnelere ait tutumlar, davranışlar, değerler ve işlevler ile bu nesnelerle yaşanan etkileşimler, içselleştirilir; böylece zamanla birey, başlangıçta başkaları tarafından sağlanan işlevleri kendi başına üstlenebilir hâle gelir. İçselleştirme, zihnin temel yapılarının gelişimine katkıda bulunur: Ego, süperego, kendilik ve nesne temsilleri ve diğer yapılar, bu süreç aracılığıyla şekillenir. İçselleştirme, aynı zamanda karakter özelliklerinin ve kültürel tutumların gelişimine de katkıda bulunur. Buna örnek olarak, acı verici bir şekilde içselleştirilmiş homofobi [internalized homophobia], -ki bu da eşcinsel bireylerde sıkça görülen öz-nefrete zemin hazırlar- gösterilebilir (Malyon, 1982). İçselleştirme algı [perception], bellek [memory] ve temsil [representation] ve sembol oluşturma kapasitesi gibi ego işlevlerine bağlıdır. Bu işlevler, kendilik-nesne [self-object interaction] etkileşiminin çeşitli yönlerini zihinde kodlayan temel süreçlerdir. İçselleştirme, hem normal olgunlaşmanın bir yönüdür hem de güdülenmiş bir olay olabilir ve/veya bir savunma mekanizması olarak işlev görebilir. İçselleştirmenin temel güdülerinden biri, bireyin, haz verici ve/veya gereksinim giderici işlevleri -ki bunlar genellikle bir nesne tarafından sağlanır-kendi benliğinin bir parçası hâline getirerek koruma isteğidir. Gelişim sürecinde, içselleştirme, çocuğun daha büyük bir özerklik kazandıkça
kaybettiği nesneye ilişkin hazları koruma yolu olabilir. İçselleştirme süreci, geçiş dönemleri, kayıp yaşantıları veya anksiyete dönemleri tarafından uyarılabilir. İçselleştirme süreçleri gerçekleştiği gelişimsel evreyi yansıtır
ve hem gerçek, hem de hayali [fantasied] ötekilerle etkileşimleri temsil eder. İçselleştirmeler, ne ölçüde tamamlanmış, ne kadar kalıcı ve/veya geri döndürülebilir olduklarına göre değişkenlik gösterir. Analist-hasta ilişkisine ait çeşitli yönlerin içselleştirilmesi, psikanalizde tedavi edici etkinin kuramsal açıklamalarında önemli bir rol oynar (J. Strachey, 1934; Loewald, 1960). Örneğin, kendilik psikolojisi kuramında, analistin kendilik-nesnesi işlevinin dönüştürerek içselleştirilmesi [transmuting internalization] kavramı, terapötik etkinin merkezinde yer alır (Kohut, 1977).
Çoğu analist, içselleştirme kavramını, diğerlerini kapsayan genel bir üst terim olarak kullanma konusunda Hartmann’ı takip eder. Psikanalizi, biyolojik ve evrimsel çerçevede kavramsallaştırılmış bir genel psikoloji olarak ele alan yaklaşımı doğrultusunda, Hartmann (1939a), çevreyle kurulan düzenleyici etkileşimlerin, içselleştirme yoluyla öz-düzenlemeye ya da içsel işlevlere dönüşmesini sağlayan adaptif işlevini vurgulamıştır. Schafer (1968b), içselleştirmenin, diğer tüm süreçleri kapsayan genel bir üst kavram olduğu yönünde Hartmann’la aynı fikirdeydi; ancak Schafer, özellikle içselleştirmenin güdüsel (dinamik) ve sonrasında gelişen anlatısal boyutlarını vurgulamıştır. Loewald (1960, 1962a) ise, psikanalizde içselleştirme sürecinin esas olarak kişilerarası ilişkilere uygulandığını belirtmiştir. Loewald, bu bağlamda iki tür içselleştirme arasında ayrım yapar: İkincil içselleştirmeler [secondary internalizations] söz konusu sınırlar oluştuktan sonra meydana gelir. Birincil içselleştirmeler [primary internalizations] iç(sel)/dış(sal) ya da kendilik/öteki ayrımlarının gelişimine katkıda bulunur.
Freud, içselleştirme terimini ilk kez 1912 yılında Jones’a yazdığı bir mektupta kullanmıştır. Bu mektupta, “dirençlerin içselleştirilmesi [internalizations of resistances]” ifadesine yer vermiştir. Burada, içsel bastırmanın [internal repression], dışsal bir engelin sonucu olarak ortaya çıktığı belirtilmektedir (Freud, 1912f). Freud (1913e), ilkel topluluk [primal horde] mitini tartıştığı sırada, 1913 yılında “içe-alım [incorporation]” kavramını ortaya atmıştır. Freud, bu bağlamda içe-alımı, ilkel topluluklardaki yamyamlıkla ilişkilendirmiş ve oğulların, ilk totem ziyafetinde babayı yiyerek onun gücünü içselleştirdiklerini ifade etmiştir. Freud, daha sonra incorporation kavramını, tanımladığı oral evreyle ilişkilendirmiştir. Bu bağlamda, içealmayı, oral libidonun amacı olarak kavramsallaştırmıştır. Freud’a göre bu amaç üç bileşene sahiptir (1905b, 1915b): nesneyi bedenine alarak haz elde etmek, nesneyi yok etmek ve nesnenin özelliklerini kendine mal etmek (özümsemek). Freud ayrıca, içe-alımın özdeşleşme [identification] için bir prototip olduğunu da belirtmiştir (1905b). Günümüz analistleri -her ne kadar birçoğu artık içe-alım kavramına bağlı olan dürtü kuramını benimsemiyor olsa da-
bu terimi hâlâ, bireyin nesnenin bir yönünü bedeninin içsel alanına almayı hayal ettiği bir fantezi olarak kullanmaya devam etmektedirler. Bu tür fanteziler, zihinsel süreçler olan içe-alım ve/veya özdeşimin temsili biçimleridir. İçe-alım fantezisinin karşıtı, dışaatım [expulsion] fantezisidir (Abraham, 1924b). Ayrıca, içe-alım fantezilerine sıklıkla ötekiler tarafından içe alınma (öteki tarafından içe-alınma) fantezileri eşlik eder (B. Lewin, 1950). İçe-alım, yalnızca oral yolla sınırlı değildir; işitsel, solunumsal ve anal yollar gibi başka biçimleri de kapsayabilir. İçe-alım fantezileri, saldırgan, sevgi dolu ve koruyucu, ya da her ikisini birden içerebilir. Bu tür inkorporatif fanteziler, Kleinci kuramın merkezinde yer alır ve öznenin, nesneyi bedenin içine alma deneyimini temsil eder. Klein’ciler, bu süreci açıklamak için içe-atma [introjection] terimini kullanırlar.
İçe-atma [introjection] terimi, Ferenczi (1909) tarafından 1909 yılında ortaya atılmıştır. Ferenczi bu terimi, nevrotik psikopatolojiyi (içe-atma kullanımı ile karakterizedir) psikotik psikopatolojiden (yansıtma [projection] kullanımı ile karakterizedir) ayırt etmek amacıyla kullanmıştır. Freud (1915b), içe-alım terimini 1915 yılında benimsemiş ve bu kavramı, egonun, haz kaynağı olarak deneyimlenen bir nesneyi kendi içine alma süreci olarak tanımlamıştır (yansıtmanın tersine). Freud, bu terimi 1921 yılında tekrar kullanmış ve yine yansıtmayla karşıtlık içinde, özdeşim sürecini, yitirilen bir nesnenin egoya içe alınması biçiminde açıklamıştır -tıpkı melankolide olduğu gibi (Freud, 1921).
En başından beri, içe-atma [introjection] terimi, son derece kafa karıştırıcı biçimlerde kullanılmıştır; çoğunlukla içe-alım [incorporation] ve/veya özdeşleşme [identification] ile eşanlamlı olarak ele alınmıştır. Klein’ciler, içe-atma ve yansıtma süreçlerini, bebeğin içsel dünyasının gelişiminde merkezi öneme sahip olarak görmüş ve bu kavramı yoğun biçimde kullanmışlardır. Bu savunma işlemleri aracılığıyla, saldırganlıkla ilişkili kaygılar ve iyi ile kötü nesnelerle bağlantılı duygular düzenlenmeye çalışılır ve böylece içsel dünya [internal world] biçimlenir. E. Weiss, 1932 yılında, içe-atılmış nesne [introject] terimini (isim olarak) ortaya atmıştır. Bu terim, egonun (ya da kendiliğin) içine alınmış bir nesneyi tanımlamak için kullanılmıştır ve bu anlamda, Klein’cıların sıklıkla içsel nesne [internal object] olarak adlandırdığı kavrama benzerdir. Daha yakın dönemde, Schafer (1968b), içe-atma teriminin, içselleştirmenin özel bir türünü tanımlamak için kullanılmasını önermiştir. Bu tanıma göre, bir nesne temsilinin [object representation], bireyin içinde süregiden bir ilişki kurduğu bir “içsel varlığa [inner presence]” -yani bir içe-atılmış nesneye (introject’e)- dönüştüğü bir süreç söz konusudur.
Özdeşleşme [identification] bir tür içselleştirme sürecini ifade eder; bu süreçte, bireyin kendilik temsili [self representation], davranışı ya da her ikisi birden, nesneye benzeyecek şekilde değişir. Schafer’in tanımına göre, özdeşleşme içe-atmadan farklı bir içselleştirme türüdür. Bu fark şuradadır: İçe-atma sürecinde, dışsal olan şey içsel bir varlık [inner presence] olarak yaşantılanır; oysa özdeşimde, dışsal olan unsur, kendilik temsilinin bir parçası hâline gelerek kendiliğe [self] entegre edilir. Freud, özdeşleşme [identification] terimini ilk olarak 1900 yılında, histeride semptom oluşumunun bir yönü olarak ortaya koymuştur. Daha sonra, 1917 yılında (1917c), bu kavramı melankolide semptom oluşumunun merkezî bir bileşeni olarak ele almıştır. Freud’un melankoliye dair bu ikinci formülasyonunda, özdeşimi, nesne ilişkilerinin gelişimsel bir dizisi içinde konumlandırmıştır: Bu bağlamda, özdeşim, bireyin gerçek nesne bağları kurulmadan önce nesneyle ilişki kurmasının ilk biçimi olarak tanımlanır. Son olarak, Freud, özdeşleşmeyi normal bir süreç olarak da incelemeye başlamıştır. İlk olarak grup bağlarının oluşumu bağlamında ele almış (1921), ardından kısa süre sonra, süperego ve ego dâhil olmak üzere, temel psişik yapıların oluşumuna ilişkin süreçte de
özdeşleşme kavramına yer vermiştir (1923a). O tarihten bu yana, tüm kuramsal yönelimlerden psikanalistler, özdeşleşme kavramını, kendiliğin nesne modeline göre biçimlendiği evrensel süreci tanımlamak için kullanmışlardır.
Kaynak:
American Psychoanalytic Association. (2012). Internalization. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 115).
Bir yanıt yazın