Metapsikoloji Nedir?


Metapsikoloji [metapsychology], Freud’un türettiği bir terimdir ve zihnin nasıl işlediğine dair psikanalitik kuramların, genellenebilir ilke ve kavramlar düzeyinde yapılandırıldığı kavramsal bir çerçevedir. Metapsikolojiye dair en geniş bakış açısı, onu psikanalitik kuramın bütünüyle eşdeğer olarak tanımlayabilir. Metapsikolojiye dair en dar görüş, onu Freud’un “Papers on Metapsychology(1915g) başlıklı çalışmasında sunduğu zihin kuramıyla özdeşleştirir. En yaygın biçimiyle ise metapsikoloji, psikanalitik kavramsallaştırma hiyerarşisinin en yüksek soyutlama düzeyi olarak tanımlanır; bu hiyerarşi, artan bir sırayla şu şekilde ifade edilir: klinik gözlem ve veri, klinik yorum, klinik genelleme ya da kuram ve nihayetinde metapsikoloji (Waelder, 1962). Geleneksel bir görüşe göre metapsikoloji, zihne ilişkin gözlemleri kavramsallaştırmak üzere kullanılan altı geniş referans çerçevesini [frame of reference] ya da bakış açısını kapsar: topografik [topographic], dinamik [dynamic] ekonomik [economic], yapısal [structural], adaptif [adaptive] ve genetik [genetic]. Pek çok psikanalist, metapsikolojiyi, insan deneyimini psikanalitik olarak kavramanın vazgeçilmez bir unsuru olarak görse de, metapsikoloji, sıklıkla birbiriyle çelişen gerekçelerle, önemli ölçüde tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmaların büyük bölümü, psikanalitik kuramın, yalnızca klinik gözlemin ötesine geçen, doğa bilimlerinden ödünç alınmış genel ilkeleri de içeren bir soyutlama düzeyine ihtiyaç duyup duymadığı sorusu etrafında yoğunlaşmıştır.

Freud, metapsikoloji terimini ilk kez 1898 tarihli bir mektubunda Fliess’e yazarken kullanmıştır. Psikolojinin yalnızca bilinçli fenomenlerle ilgilendiği bir dönemde, psikanaliz, bilinçdışının psikolojisi olması bakımından devrimseldi; bu nedenle, kelimenin tam anlamıyla “psikoloji ötesi [beyond psychology]bir yaklaşım olarak adlandırılmış ve “metapsikoloji” terimi doğmuştur. Freud’un metapsikoloji terimini ilk kez yayımlanmış olarak kullandığı 1901 tarihli çalışmasında, mitolojik ya da dinsel dünya tasvirlerini, psikolojinin dış dünyaya yansıtılması olarak tanımlamış ve bunların, yeniden bilinçdışının psikolojisine çevrilebileceğini öne sürmüştür. Freud “Metapsikoloji Üzerine Yazılar”ında (1915g) -ki bunların yalnızca beşi günümüze ulaşabilmiştir– psikanalitik kuramın temel dayanaklarına ilişkin görüşünü yayımlamıştır. Bu yazılarda Freud, metapsikoloji tanımını yalnızca topografik bakış açısıyla sınırlı kalmayacak biçimde genişletmiş; buna dinamik ve ekonomik bakış açılarını da eklemiştir; zira artık zihinsel süreçlerin tam bir betimlemesi için bu üç perspektifin birlikte ele alınması gerektiğini savunmaktadır.

Freud’un öngördüğü üzere, psikanalitik kuramın gelişimi, tam bir metapsikolojik betimlemenin neleri kapsaması gerektiğine dair tanımın daha da genişletilmesini zorunlu kılmıştır. Birçok psikanalist tarafından yetkin bir ölçüt olarak kabul edilen Rapaport ve Gill’in (1959) etkili makalesi, psikanalitik kuramda geçen yarım yüzyıllık gelişimi yansıtan biçimde, o dönemdeki metapsikolojinin güncel durumunu ortaya koymuştur. Bu çalışmada, Freud’un gerekli gördüğü üç bakış açısı sayısı beşe çıkarılmış ve bunlar “bakış açıları [points of view]” olarak adlandırılmıştır. Bu şemada, topografik bakış açısının yerine yapısal bakış açısı getirilmiş, buna ek olarak genetik ve adaptif bakış açıları da dahil edilmiştir. Bununla birlikte, birçok analist hem topografik hem de yapısal bakış açılarını kullanmayı sürdürmektedir.

Topografik bakış açısı [topographic viewpoint], zihinsel içerikleri bilinçle olan ilişkileri açısından tanımlar; bu, tüm psikanalitik kuram boyunca kalıcılığını koruyan bir özelliktir. Freud, bilinç [conscious], önbilinç [preconscious] ve bilinçdışı [unconscious] terimlerini aynı zamanda isim olarak da kullanmış ve bunlarla, zihin içinde yer alan, ne anatomik ne de mekânsal, fakat metaforik olarak yüzeyden derinliğe uzanan düşey bir eksende düzenlenmiş üç bölgeyi ifade etmiştir. Freud, zihne ilişkin topografik modelini, daha sonra yapısal modelle değiştirmiştir; ancak ilk modeli hiçbir zaman tümüyle terk etmemiştir.

Dinamik bakış açısı [dynamic viewpoint], tüm psişik fenomenlerin, işlevleri ve anlamlarıyla tanımlanan birden çok psikolojik gücün (ya da güdülenmenin [motivation]) sürekli etkileşimini içerdiğini varsayar. Bu güçler, içsel çatışma [intrapsychic conflict], uzlaşma oluşumu [compromise formation] ve bilinçdışı fantezi [unconscious fantasy] kavramlarının temelini oluşturur.

Ekonomik bakış açısı [economic viewpoint], zihinsel olayların ve yapıların, arzu, his ve düşüncelerin görece yoğunluklarını ve zorlayıcı gücünü, ayrıca savunma işleyişlerinin gücünü açıklamak üzere kullanılan psişik enerjiyle [psychic energy] “beslendiğini [fueled]” varsayar. Freud, ayrıca bu enerji kavramını, söz konusu yoğunluğun ilişkili olduğu düşünceden ayrılabileceği [separated], bir düşünceden diğerine yer değiştirebileceği [displacement] (ya da transfer edilebileceği [transferred]) ya da semptomlara dönüşebileceği [transformed] (konversiyon [conversion]) yönündeki temel gözlemi açıklamak için de kullanmıştır. Kateksis [cathexis] terimi, dürtü enerjisinin zihinsel ürünlere, yapılara, etkinliklere ve nesnelere yatırılmasını tanımlamak için kullanılır. Ekonomik bakış açısı, metapsikolojik bakış açıları arasında en tartışmalı olanı olsa da, zihinsel yaşantının yoğunluk niteliğini betimlemek ve psişik değişimi anlamak açısından vazgeçilmezdir. Ayrıca, enerjiye ilişkin kavramlar, dinamik ve topografik bakış açılarında da örtük biçimde yer almaktadır.

Yapısal bakış açısı [structural viewpoint], yinelenen ve kalıcı psişik fenomenlerin, zihinde daha az ya da çok istikrarlı ve örgütlü temsiller hâlinde yapılar olarak yer edindiğini varsayar. Freud’un üçlü modeli, zihni, id [id], ego [ego] ve süperego [superego] olmak üzere üç yapıya ayırır ve bu yapıları, bilinçle olan ilişkilerinden çok işlevleriyle tanımlar. Bu modelde, yürütücü bir ego [executive ego], bir yandan id’e ait dürtü türevlerinin taleplerini, diğer yandan gerçeklik kaygılarını ve süperegodan gelen ahlaki/etik baskıları dengelemek zorundadır. Ayrıca, güçlerin ve enerjinin işleyişi de bu modelde örtük olarak yer alır; bu durum, özellikle sistemler arası [intersystemic] ve sistem içi [intrasystemic] çatışma gibi kavramlarda ifadesini bulur.

Freud sonrasında, ego psikolojisinin ortaya çıkmasıyla birlikte, ego ve süperego içinde kendiliğin [self] ve nesnenin [object] psişik temsilleri, arzulanan kendilik imgesi [wishful self image] ve ego ideali [ego ideal] gibi ek alt yapılar [substructures] tanımlanmıştır (Hartmann, 1964; Jacobson, 1964). Kohut (1971), kendiliği zihindeki üst-düzey bir yapı [superordinate structure] olarak öne sürmüş; başlangıçta klasik çerçevede çalışmayı denemiş, ancak zamanla kuramsal formülasyonları, geleneksel metapsikolojinin varsayımlarından bütünüyle ayrılmıştır.

Genetik bakış açısı [genetic viewpoint], psikolojik fenomenleri, onların biçim, güdü ve anlamlarının tarihsel öncüllerini ya da kökenlerini bulmaya odaklanarak inceler. Bu bakış açısı ayrıca, daha sonraki yapılar tarafından geçilmiş olsalar da, erken dönem psişik biçimlerin etkinliğini sürdürdüğünü ve regresyon [regretion] yoluyla yeniden baskın hâle gelebileceğini öne sürer. Psişik gerçeklik perspektifinden ele alınan ve terapötik süreçteki genetik yeniden kurgulama [genetic reconstruction] ile yakından ilişkili olan genetik bakış açısı, gelişimsel süreçleri dış gözlem ve dış gerçeklik perspektifinden inceleyen gelişimsel bakış açısından açık biçimde ayırt edilmelidir.

Adaptif bakış açısı [adaptive viewpoint], herhangi bir psişik fenomenin çevresiyle olan ilişkisine odaklanır; bu çevre, yaşamın her aşamasında var olan fiziksel ve insani dış dünya unsurlarını kapsar. Adaptif ilişkiler karşılıklıdır. Dış dünya, gelişmekte olan çocuk üzerinde önemli bir etkiye sahiptir ve bu süreçte çocuğun uyum örüntüsünü şekillendirir; ancak aynı zamanda, çocuk da gelişiminin çeşitli evreleri boyunca, ebeveynin psikolojisinde önemli bir rol oynar ve onların uyum örüntülerini etkileyebilir.

Metapsikolojiye olan ilgi, özellikle ego psikolojisinin hızlı gelişimi sırasında en yüksek düzeyine ulaşmıştır. Hartmann, Kris ve Lowenstein gibi erken dönem ego psikologlarının özgül hedefi, metapsikolojiyi genel bir psikoloji olarak sistematik hâle getirmekti. Bu kuramcılar, psikanalizi ampirik bir bilim, metapsikolojiyi ise onun temel bilimsel zemini olarak görme anlayışını paylaşmaktaydılar. Bu bağlamda, metapsikolojiyi, zihinsel yaşama ilişkin en genel yasaların en soyut düzeyde ifadesi olarak değerlendirmişlerdir; bu yaklaşım, nesnellik ve kişisellikten arınmışlık yönünde ilerleyen genel bilimsel düşünce ile tutarlıdır. Ancak aynı zamanda, bu yasaların uygulanmasının daha kişisel bir klinik yöntemi gerektirdiğini de fark etmişlerdir. Ancak, başka kuramsal yaklaşımların ortaya çıkmasıyla birlikte, metapsikoloji merkezî önemini giderek yitirmiştir. Nesne ilişkileri kuramcıları ve kendilik psikologları (Klein, Fairbairn, Winnicott, Balint ve diğerleri), metapsikolojinin beş (ya da altı) geleneksel bakış açısıyla kolayca örtüştürülemeyen, oldukça farklı varsayımlar ve önermeler geliştirmişlerdir; ayrıca, kendi kuramsal formülasyonlarında bu bakış açılarıyla özellikle ilgilenmemişlerdir.

Günümüz psikanalitik kuramının çoğulcu yapısı içinde, metapsikolojinin hem doğru tanımı hem de değeri üzerine tartışmalar giderek ivme kazanmıştır. Metapsikoloji karşıtı bazı görüşler, aşırı derecede soyut ve/veya mekanik olan her kuramın, klinik deneyimden fazlasıyla kopuk hâle geldiğini ve bu durumun, analist ile hastayı, hastanın seçimlerini kişisel faillik [personal agency] yerine yapılar ve kuvvetler üzerinden tanımlamaya yönlendirme riski taşıdığını savunur (Schafer, 1976). Bu eleştirinin daha radikal bir versiyonu, metapsikolojinin temel varsayımının yanlış olduğunu savunur; zira metapsikoloji, Freud’un psikanalizi doğa bilimleriyle -özellikle nörofizyolojiyle- ilişkilendirme yönündeki hatalı ve hiçbir zaman terk etmediği girişimine kökten bağlıdır (Gill, 1976). Bu tür eleştirmenler, metapsikolojiyi genellikle Freud’un ekonomik kuramıyla özdeşleştirir ve onu, formülasyonları klinik durumdan elde edilen verilerle doğrulanamaz olduğu için, sözde-bilimsel [pseudoscientific] bir girişim olarak görürler. Buna karşılık, klinik kuram -her ne kadar çoğu zaman soyut ve kuramsal olsa da- klinik gözleme daha yakındır ve bu gözlemlerden türetilebilir (G. Klein, 1976).

Psikanalizi bir doğa bilimi olarak görmeyen bazı analistler, onu bunun yerine yorumlayıcı [hermeneutic] bir disiplin olarak tanımlarlar; bu yaklaşıma göre psikanalizin yöntemi anlamın yorumu, klinik durum ise onun metnidir [text]. Hermenötik bir bakış açısı, şu tür perspektifleri içerir: psikanalitik açıklamanın anlatı olarak ele alınması, tarihsel gerçekliğin sorgulanması ve gerçeklik tasarımlarının göreli olduğu düşüncesi (Spence, 1982). Bazı hermenötikçiler, psikanalizin bilimsel olabileceğini savunur; dahası, insanın biyolojik doğasının göz ardı edilmediğini, tersine, onun psikolojik anlamı açısından kavrandığını ileri sürerler (Gill, 1988). Metapsikoloji, aynı zamanda, ilişkisel kuramlar, kişilerarası ve bazı öznelliklerarası psikanalitik kuramlar içinde de sınırlı bir geçerliliğe sahiptir; bu kuramlar, en çok analitik ikili [analytic dyad] üzerine ve ortaklaşa inşa edilen kişilerarası alana [interpersonal field] vurgu yapar.

Modern ego psikologları ile bazı çağdaş çatışma ve nesne ilişkileri kuramcıları, metapsikolojiyi, klinik müdahaleleri anlamlandırma ve kavramsallaştırma açısından güçlü bir araç olarak görmeye devam etmektedir. Bu kuramcılar, soyut varsayımlara dayanan kuramsal formülasyonların, tüm klinik terapötik çabaların kaçınılmaz bir biçimde zeminini oluşturduğunu savunur ve bu nedenle, bu varsayımların açık biçimde ortaya konmasının büyük bir değer taşıdığını ileri sürerler. Diğer bazı kuramcılar ise, psikanalizin hedefleri arasında zihne dair en iyi soyut kuramı oluşturmanın da yer alması gerektiğini, çünkü bunun, alanın çağdaş zihin bilimleriyle temasını sürdürmesini sağladığını savunur (Shevrin, 2003). Bu yaklaşımlar; bilgi kuramı, öğrenme kuramı, sistem kuramı gibi alanlardan; zihnin bilgi işleme, temsil oluşturma ve sembolleştirme kapasitelerine odaklanan bilişsel bilim modellerinden; adaptasyona vurgu yapan evrimsel psikoloji modellerinden; ve paralel işlemleme kavramını öne çıkaran nöral esinli modellerden (örneğin bağlantıcılık) yararlanırlar.

Okuduğunuz metin  “PSYCHOANALYTIC TERMS & CONCEPTS (2012), Edited by Elizabeth L. Auchincloss ve Eslee Samberg, American Psychoanalytic Association”ın Metapsychology maddesinin çevirisidir.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir