Bilinçdışı Nedir?


Bilinçdışı [unconscious], bireyin farkında olmadığı ancak yine de bilinçli yaşantı üzerinde aktif bir etkisi bulunan zihinsel içerik ya da süreçlerdir [mental contents or pro cesses]. Psikanalizde bilinçdışı, zihnin, içerikleri bastırma [repression] sonucunda farkındalığa erişimden yoksun bırakıldığı varsayımsal bir bölgesini ifade eder ve bu bölge kendine özgü işleyiş biçimlerine göre işler. Psikanaliz, en çok, özellikle bu düşünce ve duygular hakkında bilgi sahibi olmama yönündeki isteklerle bağlantılı olan güdüsel bir “kuvvet [force]” tarafından bilinçten etkin biçimde uzak tutulan düşünce ve duygularla ilgilenir; bu tür düşünce ve duygular dinamik bilinçdışı [dynamic unconscious] olarak adlandırılan yapıyı oluşturur. Bilinçdışı içerikleri yalnızca bilinçli yaşantı ya da davranış üzerindeki örtük etkileri aracılığıyla tanırız. On dokuzuncu yüzyıl Fransız psikopatoloğu Janet tarafından türetilen bilinçaltı [subconscious] terimi ise gündelik söylemde kullanılır, ancak psikanalizde nadiren yer bulur.

Psikanalizin psikoloji alanındaki en önemli katkılarından biri, “psişik olanın bilinçli olanla eşitlenmesine” yönelik radikal reddiyesidir (Freud, 1915d). Freud bilinçdışı bir zihinsel yaşamın olasılığını savunan ilk kişi olmasa da, psikanaliz bilinçdışı zihinsel yaşama dair hem ona özgü içerikleri hem de kendine has işleyiş biçimlerini tanımlayan ilk ve uzun süre boyunca tek örgütlü kuramsal yaklaşımdı (Ellenberger, 1970). Daha sonraki psikanalistler, bilinçdışı zihinsel yaşama dair Freud’un birçok görüşünü değiştirmiş olsalar da, zihinsel yaşamın ve davranışların büyük ölçüde bilinçdışı etkenler tarafından belirlendiği düşüncesi, psikanalitik zihin kuramının, psikopatoloji anlayışının ve tedavi yaklaşımının en önemli ortak özelliği olarak varlığını sürdürmektedir. Freud’un (1914d) kendisi de, bastırma temeline dayanan dinamik bilinçdışı kuramının, kendi özgün fikirleri arasında yer aldığını ve “psikanalizin bütün yapısının dayandığı köşe taşı” olduğunu savunmasıyla ünlüdür. Yirminci yüzyılın başlarında, bilinçdışı zihinsel yaşamın incelenmesi “derinlik psikolojisi [depth psychology]” olarak anılmaya başlanmış, bu terim Bleuler ve Jung’a atfedilmiştir (Freud, 1912e).

Freud’un bilinçdışı sözcüğünü bir sıfat olarak ilk kullanımı, 1893 yılında yazılmış ancak yayımlanmamış olan “Histerik Belirtilerin Ruhsal Mekanizması Üzerine [On the Psychical Mechanism of Hysterical Phenomena]” başlıklı bir taslakta (Breuer ve Freud, 1893) kaydedilmiştir. Bu terimi isim olarak ilk kullanımı ise, Histeri Üzerine Çalışmalar [Studies in Hysteria] adlı eserde yer almıştır (Breuer ve Freud, 1893/1895). Freud, daha 1896 yılında Fliess’e yazdığı bir mektupta, “bilinçdışı” ile karakterize edilen zihinsel “kayıtlar” [mental “registrations”] fikrini anlatırken, “yeni bir psikoloji” icat etmekte olduğunu belirtmiştir (Freud, 1896b). Freud’un (1900) bilinçdışına dair ilk sistematik açıklaması, “Rüyaların Yorumu [The Interpretation of Dreams]” adlı eserinin 7. bölümünde yer alır ve bu açıklama en kapsamlı biçimiyle “Bilinçdışı [The Unconsciou]” (Freud, 1915d) başlıklı makalesinde geliştirilmiştir. Bu erken dönem tartışmalar, zihnin bilinçle olan ilişkilerine göre ayrıştırılmış üç bölümden (ya da sistemden) oluştuğunu öne süren topografik zihin modeli çerçevesinde ayrıntılandırılmıştır. Bu üç sistem, bilinç sistemi, bilinçöncesi sistemi (bazen bilinç-bilinçöncesi sistem olarak da anılır) ve bilinçdışı sistemdir. Bilinç, farkındalık dahilinde olan zihinsel içerikleri kapsar. Bilinçöncesi, tanımlayıcı olarak bilinçdışı olan zihinsel içerikleri içerir; yani bu içerikler o anda bilinçli değildir ancak dikkat yöneltildiğinde kolaylıkla bilince getirilebilir. Buna karşılık, bilinçdışı dinamik olarak bilinçdışıdır; yani içerikleri bastırma nedeniyle etkin biçimde bilinç erişimine kapatılmıştır.

Topografik model çerçevesinde Freud, bilinçdışını gelişimsel bir bakış açısından ele almıştır. Başlangıçta “ilksel/kökensel bastırma [primal repression]”, zihinsel yaşamın bazı bölümlerinin farkındalığa erişimini engeller ve böylece bilinçdışını oluşturur. Daha sonra, “asıl bastırma [repression proper]” aracılığıyla, bilince erişme potansiyeli taşıyan ya da bir süreliğine bilinçli hâle gelmiş olan zihinsel içerikler, bilince kabul edilemez oldukları gerekçesiyle sansüre uğrar. Freud’un 1900 yılındaki görüşüne göre, bilinçdışının içeriği bu her iki türden kabul edilemez isteklerden oluşur. Freud’un dürtü kuramını geliştirmesinden sonra (Freud, 1905b), bilinçdışının içeriği, dürtülerin türevlerinden [derivatives of the drives] oluşur. Bu bastırılmış dürtü türevleri, sansür tarafından kabul edilebilir örtük (örtülü) biçimlerde bilince erişmeye çalışır. Bilinçte; nevrotik semptomlar [neurotic symptoms], sakar eylemler [parapraxes], dil sürçmeleri [slips of the tongue] gibi biçimlerde ve daha sonra karakter [character] ile aktarımda [transference] açığa çıkabilirler. Freud, rüyaların “bilinçdışına giden kral yolu” olduğunu savunmuştur; çünkü sansür uyuduğunda, çocukluktan gelen bilinçdışı arzuların zihni nasıl harekete geçirdiği ve örgütlediği rüya yaşamında gözlemlenebilir hâle gelir. Freud, rüyaları inceleyerek aynı zamanda bilinçdışının kendine özgü bir işleyiş biçimini de gözlemleme imkânı bulmuştur; bu işleyişe birincil süreç [primary process] adını vermiştir. Freud, birincil süreci zihinsel işleyişin en ilkel biçimi olarak değerlendirmiştir. Bu süreç, gerçeklik ilkesine karşıt olarak haz ilkesine göre işler; mantık, kesinlik dereceleri, olumsuzlama, çelişki ya da zaman gibi kavramları dikkate almaz. Düşünceler sözcüklerle değil (yalnızca en somut hâlleriyle sözcüklerde), imgelem yoluyla; simgeleştirme [symbolization], yer değiştirme [displacement] ve yoğunlaştırma [condensation] gibi işlemlerle ifade edilir. Buna karşılık, bilinç-bilinçöncesi sistemi, gerçeklik ilkesine uygun, mantıksal ve dile dayalı düşünmenin egemen olduğu ikincil süreç [secondary process] tarafından yönlendirilir.

Zihinsel içerikler bastırmaya uğradığında, zihnin daha mantıklı bölümlerinden ayrıştırılarak birincil sürece göre işlemeye devam eder. Akıl ve gerçeklikle karşılaşarak “aşınmazlar” ya da etkilerini yitirmezler. Bastırılmış bilinçdışı düşünceler ve duygular, diğer zihinsel içerikler üzerinde çekim kuvveti uygular; bu içerikleri bilinçdışına doğru çekerek, ilişkili ve bastırılmış fikirlerden oluşan komplekslerin [complexes] oluşmasına neden olabilirler. Bastırılmış olsalar da, bu düşünceler ve duygular bilinçli zihinsel yaşantı üzerinde sürekli ve örtük bir şekilde etkide bulunurlar. Aşırı bastırmaya maruz kalan zihinsel içerikler zihin üzerinde patojenik bir etki gösterir. Bu patojenik etkiler arasında ketlenmeler [inhibitions], semptomlar [symptoms] ve anksiyete [anxiety] yer alır. Freud, çevresindeki tıbbi dünyadan nevroz [neurosis] terimini ödünç alarak, histeri, fobi ve obsesyonlar ile kompulsiyonlarla karakterize sendromların (psikonevrozların) belirtilerini tanımlamak için kullanmıştır; bu sendromların tümü, kabul edilemez arzuların ve dürtülerin bastırılmasına ve bu bastırılmış öğelerin semptomlar biçiminde gizlenerek bilince “geri dönmesine [return] dayanır. Bastırılmış bilinçdışı anılar, özellikle aktarımda, hatırlanmaktan çok tekrarlanma eğilimindedir (Freud, 1914c). Freud daha sonra karakterin [character] de bastırılmış bilinçdışı dürtü türevlerinin bir etkisini temsil ettiğini ileri sürmüştür.

Kaynak:

American Psychoanalytic Association. (2012). Unconscious. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 278).

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir