Nesne İlişkileri Kuramı Nedir?


Nesne İlişkileri Kuramı [Object Relations Theory], psikanaliz içindeki başlıca kuramsal yaklaşımlardan biridir ve insan ruhsallığının gelişim ve işleyişini, zihindeki temel yapılar olan nesne ilişkilerinin [object relations] dinamiklerine dayandıran bir kuramdır. Bir nesne ilişkisi [object relation], üç parçadan oluşan intrapsişik bir temsil [intrapsychic representation] ya da yapıdır: bir kendilik temsili [self representation], bir nesne temsili [object representation] ve kendilik ile nesne arasında duygulanımsal [affectively] olarak yüklü bir etkileşimin [interaction] temsili.

Bir nesne ilişkisi bazen nesne ilişkililiği [object relationship] olarak da adlandırılır; ancak her iki terim -özellikle ikincisi- sıklıkla yanlış bir biçimde, gerçek ve dışsal bir nesneyle kurulan etkileşimi ifade etmek için kullanılır. Bu tür etkileşim, en doğru biçimde kişilerarası etkileşim [interpersonal interaction] olarak adlandırılmalıdır.

Nesne ilişkileri, çarpıtılmıştan gerçekçiye uzanan bir süreklilik [continuum] üzerinde yer alır; hem fanteziyle hem de gerçek etkileşimle şekillenen bir etkileşim sonucunda oluşur. Bu ilişkiler, geçici olandan kalıcı olana kadar değişkenlik gösterir; kalıcı olanlar ise istikrarlı intrapsişik yapılar [intrapsychic structures] halini alır. Yapılanmış nesne ilişkilerinin [structured object relations] bazı temel özellikleri, gelişimsel bir zaman çizelgesini takip eder. Nesne ilişkileri kuramı en az üç farklı şekilde tanımlanabilir: 1) En geniş bakış açısına göre, tüm psikanaliz nesne ilişkileri kuramı olarak tanımlanabilir; çünkü tüm psikanalitik kuramlar, içselleştirilmiş kendilik ve nesne etkileşimlerine dair bir görüş içerir. 2) En dar bakış açısına göre, nesne ilişkileri kuramı, yalnızca Klein; yaygın şekilde, terimi ilk kullanan kişi olarak kabul edilen Fairbairn ve Winnicott’un çalışmalarını kapsar. 3) En dengeli bakış açısına göre, nesne ilişkileri kuramı, psikolojik yaşamın merkezine nesne ilişkilerini yerleştiren ve psikanalitik tedaviyi anlama çabasının odağına bu ilişkileri koyan her kuramsal yaklaşımı kapsar. Bu tanım çerçevesinde en önemli nesne ilişkileri kuramcıları arasında, kuramın farklı yönlerine vurgu yapan Klein, Fairbairn, Winnicott, Bowlby, Spitz, Jacobson, Mahler, Loewald, Kernberg, J. Sandler, Bion, Sullivan, D. N. Stern, Fonagy ve Greenberg & Mitchell yer alır. Bu yazarlar, farklı bağlamlarda nesne ilişkileri kuramcıları (object relations theorists), ego psikologları (ego psychologists), kişilerarasılık kuramcıları (interpersonalists), ilişkisel kuramcılar (relationalists) ya da bunların herhangi birinin bileşimi olarak tanımlanmışlardır.

Nesne ilişkileri kuramlarının birkaç ortak özelliği vardır: 1) Tüm psikolojik deneyim [psychological experience] -en kısa süreli fanteziden en kalıcı yapıya kadar- nesne ilişkileri tarafından örgütlenir. Başka bir deyişle, nesne ilişkileri yaşantının deneyimin birimidir. 2) İnsan zihni, doğuştan itibaren nesne arayan [object-seeking] bir yapıya sahiptir; nesne arayışına yönelik temel güdü, Freud’un kuramında olduğu gibi başka bir güdüsel kuvvete (örneğin dürtüye) indirgenemez. 3) İçselleştirilmiş nesne ilişkileri [internalized object relations], gelişim süreci boyunca, doğuştan gelen etkenler (örneğin doğuştan duygulanım eğilimleri ve bilişsel donanım) ile başkalarıyla kurulan ilişkilerin (öncelikle bakımverenlerle) etkileşimi yoluyla inşa edilir. 4) Kişilerarası ilişkiler, içselleştirilmiş nesne ilişkilerini yansıtır; özellikle psikoz, borderline ve narsisistik kişilik bozuklukları gibi ağır psikopatolojiler, en iyi biçimde nesne ilişkileri çerçevesinde kavramsallaştırılır. Bu temel özellikler, psikanalitik zihin modelinin motivasyon, yapı, gelişim ve psikopatoloji gibi temel yönlerine ilişkin kuramsal tutumlara zemin oluşturur. Nesne ilişkileri kuramı, aynı zamanda aile ve grup dinamiklerinin incelenmesine doğal bağlantılar sağlar. Ayrıca, örneğin duygulanımların gelişimi gibi konular üzerinden gelişim psikolojisiyle de doğal bağlantılar kurar.

Nesne ilişkileri kuramları, birbirlerinden çeşitli parametreler açısından farklılık gösterir: 1) Dürtü kuramıyla [drive theory] ilişkililik; Klein, Jacobson ve Mahler, dürtü kuramıyla yakından bağlantılı kalmışlardır. Fairbairn ve Sullivan ise büyük ölçüde dürtü kuramını terk etmişlerdir. Loewald, Kernberg, Sandler ve Winnicott, dürtü kuramının Freud’daki halini önemli ölçüde yeniden biçimlendirerek, onu sürdürmüşlerdir; bu kuramcılar, dürtülerin yapıtaşları olarak duygulanım [affect] ve nesne ilişkilerine büyük vurgu yapmışlardır. 2) Psişik yaşamda saldırganlığın [aggression] önemi: Kleinyen kuram, saldırganlığa psişik yaşama merkezi bir rol atfeder. 3) Gerçek etkileşim ile fantezilenmiş [phantasized] etkileşim arasındaki öncelik: Sullivan’ın kişilerarası kuramı, gerçek etkileşimlere vurgu yaparken; Klein’ın kuramı, “fantezi”ye [phantasy] öncelik verir. 4) Klinik durumun esas olarak içselleştirilmiş nesne ilişkileriyle mi, yoksa hasta-analist arasındaki gerçek diadik etkileşimle mi şekillendiği sorusu: Klein ve Kernberg, içselleştirilmiş nesne ilişkilerine öncelik verirken; Greenberg ve Mitchell, gerçek hasta–analist etkileşimini vurgulamışlardır.

Nesne ilişkileri kuramı, şu konulara yaptığı vurgu açısından ego psikolojisinden [ego psychology] ayrılır: 1) Dürtülerin her zaman nesne ilişkilerine bağlı olduğu fikri; 2) Tüm psişik yapıların (yalnızca süperego değil), yapılanmış nesne ilişkilerinden oluştuğu fikri; 3) Zihinsel yapının oluşumunda preödipal [preoedipal] gelişimin katkısı; 4) Deneyimin temel biriminin, arzu [wish] ile savunma [defence] arasındaki çatışma [conflict] değil, bir nesne ilişkisi olduğu görüşü. Nesne ilişkileri kuramı, kendilik psikolojisinden [self psychology] şu noktada ayrılır: Kendilik psikolojisi, içselleştirilmiş “kötü nesne [bad object]” kavramına yer vermez.

Freud, yazı hayatı boyunca nesne terimini kullanmıştır. Aslında, güdülenme, yapı, çatışma, gelişim ve psikopatoloji dahil olmak üzere kuramının hiçbir yönü nesne kavramına dayanmaksızın anlaşılamaz. Gerçekten de Freud, nesne kavramıyla bağlantılı olarak onlarca örtüşen içgörü sunmuştur; bu içgörüler o zamandan beri hem kullanılmış hem de tartışılmış, ayrıca daha sonraki nesne ilişkileri kuramlarındaya hiç değiştirilmeden ya da farklılaştırılarak– yeniden ortaya çıkmıştır. Son olarak, Freud (1917c) her ne kadar nesne ilişkililiği [object relationship] terimini kullanmış olsa da, bu terimi nesne ilişkileri kuramında olduğu biçimde, kendilik ile öteki [other] arasında içselleştirilmiş etkileşimleri ve bunların psişiğin temel yapıtaşı olarak işlev görmesini ifade edecek şekilde kullanmamıştır. Freud’un zihin kuramı (1905b, 1938a) her zaman dürtü [drive] üzerine odaklanmıştır; nesne, dürtüye bağlı olarak ele alınır. Başarılı gelişim, tüm psikoseksüel çabaların -oral, anal, fallik ve diğer bileşen dürtülerin- genital bölgenin önceliği altında bir araya geldiği “genital evre”ye [genital zone] ulaşmakla doruğa çıkar.

Freud’un ölümünün hemen ardından, psikanaliz birden fazla yönde gelişti; bu yönelimler, kısmen nesneye ve nesne ilişkilerine psikolojik yaşamda verilen yer bakımından birbirinden ayrıştı. Anna Freud, dürtü kuramına olan bağlılığıyla Freud’a en yakın kalan isim oldu; çocuklarla yaptığı çalışmalar ve savunma mekanizmalarına dair incelemeleri aracılığıyla, Freud’un son yapısal zihin modelini [structural model of the mind] (daha sonra ego psikolojisi olarak adlandırılan modeli) geliştirdi. Bununla birlikte, gelişime duyduğu ilgi, onu nesne ilişkilerinin çocuklukta başlayan gelişimini ele almaya yönlendirdi. “Gelişim çizgileri [developmental lines]” kavramıyla yaptığı önemli katkıda, A. Freud (1963), nesneye bağımlılıktan duygusal öz-yeterliliğe [emotional self-reliance] ve “yetişkin nesne ilişkilerine” uzanan gelişim sürecini tipik (prototipik) bir örüntü olarak değerlendirmiştir. A. Freud’un görüşüne göre bu gelişim, öngörülebilir evreler [predictable stages] boyunca ilerler: narsisizmle yoğrulmuş, kendilik ve nesne temsillerinin ayrışmamış olduğu erken bir dönem; nesnenin ihtiyaçları karşılayan bir varlık olarak deneyimlendiği anaclitic evre; güçlü çelişkili duygulara rağmen istikrarlı nesne temsillerinin korunabildiği nesne sürekliliğine [object constancy] ulaşma; ödipal evrede rekabet ve sahiplenmeye dair çatışmalar; ergenlik öncesinde nesneyle ilişki kurmanın ilkel yollarına dönüş; ve ergenlikte ensest dışı yeni nesneler bulmaya yönelik mücadeleler.

Yaklaşık aynı dönemde, Klein, zihinle ilgili oldukça farklı bir kuram önerdi; bu kuram, genellikle ilk gerçek nesne ilişkileri kuramı olarak kabul edilir ve sonraki tüm psikanalitik kuram inşaları üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. Freud’un süperegonun gelişimine ilişkin, yansıtma, içeatım ve özdeşim gibi karmaşık süreçlere dayanan kuramını temel alan Klein, tüm iç dünyanın [inner world], yaşamın ilk günlerinde başlayan süreçlerle gerçekleşen çoklu içselleştirmelerden [internalization] ya da iç nesnelerden [internal object] inşa edildiğini öne sürmüştür. Klein’ın görüşüne göre gelişim, “konumlar [position]” aracılığıyla ilerler -bunlar, paranoid-şizoid konum ve depresif konumdur [paranoid-schizoid position and the depressive
position
]. Bu konumlar, dürtü [drive], fantezi [phantasy], bakımverenlerle etkileşim [interactions with caregivers] ve içselleştirme ile dışsallaştırma süreçlerinin [internalizing and externalizing processes] etkisi altında, kendilik ve nesne temsillerinin oluşturduğu istikrarlı yapısallaşmalarla tanımlanır. Başarılı gelişim, nesneye yönelik nefret ve sevgi (ve daha sonra haset ve şükran [envy and gratitude]) gibi çelişkili duygulara tahammül edebilme kapasitesinin artmasıyla kendini gösterir ve bu da paranoid konumdan depresif konuma geçişte yansıtılır. Klein, iç nesnelere ilişkin tüm süreçlerin, agresyonla [aggression] ilişkili anksiyetelerin yönetimiyle bağlantılı olduğuna inanıyordu; başka bir deyişle, Freud ve A. Freud gibi onun kuramı da temelde dürtü temelliydi [drive-based]. Ancak, Freud ve A. Freud’un kuramlarının aksine, Klein, yalnızca süperego değil, egonun da, yapısallaşmış nesne ilişkilerinden [structured object relations] inşa edildiğini savunmuştur. Klein (1932, 1946, 1975), gelişimin son evresi olarak tanımladığı depresif konumu, nesneye yönelik sevgi ve nefreti içeren çelişkili tutumları bütünleştirme kapasitesiyle tanımlamıştır. Bu yaklaşım, Freud’un kuramındaki gibi dürtü bileşenlerinin bütünleştirilmesi kapasitesinden ya da A. Freud’un kuramındaki gibi nesneden göreli bir bağımsızlık kazanma hedefinden farklıdır. Freud’un ölümünden sonra, A. Freud ile Klein (ve onların izleyicileri) arasında psikanaliz üzerinde egemenlik ve etki kurma mücadelesi, psikanaliz tarihinin en bilinen çekişmelerinden biri olarak kabul edilir (King ve Steiner, 1991).

A. Freud ve Klein kuram ve güç üzerine çekişmelere kilitlenmişken, Bowlby (1969/1982, 1973, 1980), bağlanma kuramı [attachment theory] adını verdiği, nesne ilişkilerine dayalı farklı bir kuram geliştirmekteydi. Bağlanma kuramı, erken gelişime dair ampirik verilere dayanan bir kuramdır ve bebek ile bakımveren arasındaki erken ilişkinin birincil önemde olduğunu vurgular. Kuramın temel önermesi, bebeğin bakımvereniyle sürdürülebilir bağlar kurma güdüsünün, insan zihnine içkin [intrinsic] olduğu, bu güdünün evrimsel baskılar ve türün hayatta kalma gereksinimleri tarafından belirlendiğidir. Bu motivasyon, bebek ile anne arasında işleyen doğuştan bir bağlanma davranış sistemi [attachment-behavioral system] aracılığıyla gerçekleşir. Bowlby’nin bağlanma kuramı, libidinal haz alımını [gratification] bağlanma güdüsüne ikincil sayması ve gerçek ilişkiler ile doğuştan gelen davranış örüntülerinin önemini vurgulaması nedeniyle, Bowlby’nin Britanya Psikanaliz Derneği’nden [British Psychoanalytic Society] ihraç edilmesine yol açmıştır. Ancak daha sonra, Ainsworth, M. Main, D. N. Stern ve Fonagy gibi isimlerin çalışmaları sayesinde, bağlanma kuramı, gelişimsel psikanaliz içinde önemli bir kuramsal güç haline gelmiştir.

Son olarak, Sullivan (1953a), Amerika Birleşik Devletleri’nde bağımsız olarak çalışırken, psikanalize farklı bir yaklaşım geliştiriyor; kendilik ile öteki ya da bebek ile bakımveren arasındaki içselleştirilmiş etkileşimlere dayanan kişilerarası psikanaliz kuramını [interpersonal theory of psychoanalysis] oluşturuyordu. Uzun yıllar boyunca, kişilerarası psikanaliz, ana akım psikanalizden ayrı bir dil ve kendine özgü bir takipçi kitlesi ile gelişimini sürdürdü. Ancak yakın dönemde, Greenberg ve Mitchell (1983), Sullivan’ın çalışmalarını, Fairbairn ve diğer nesne ilişkileri kuramcılarının yaklaşımlarıyla birleştirerek, kendi kuramları olan ilişkisel psikanaliz [relational psychoanalysis] çerçevesinde bütünleştirdiler.

Freud’un ölümünü izleyen yetmiş yıl boyunca, nesne ilişkileri kuramı, ego psikolojisi, bağlanma kuramı ve kişilerarası psikanaliz, birbirlerinden görece bağımsız biçimde gelişmiştir. Bununla birlikte, ego psikolojisi geleneği içinde yer alan kuramcılar, psikoseksüel gelişimin son evresi olan genitalitenin [genitality: seks davranış biçimi], nesne ilişkilerine dair kazanımlarla karakterize olduğunu açıklamışlardır. Örneğin, Abraham (1924b), genital önceliğin [genital primacy], nesne sevgisinin evrimindeki son “ambivalans-sonrası [post-ambivalent]” aşamayla ilişkili olduğunu öne sürmüştür. Klein üzerinde büyük etkisi olan Abraham, libidinal dürtü gelişimi ile nesne ilişkilerine dair fikirleri bütünleştiren bir ambivalans gelişim şeması ortaya koymuştur. Abraham, erken oral emme evresiniambivalans öncesi [pre-ambivalent]” olarak tanımlamıştır; daha sonraki oral ısırma evresi ile onu izleyen anal-sadistik evreyi ise ambivalan evreler olarak görmüştür. Buna karşılık, bebek kendi saldırganlığından nesneyi korumayı öğrendiğinde ulaşılan genital evre, “ambivalans sonrası [post-ambivalent]” evre olarak adlandırılmıştır. Fenichel (1945) da genitalitenin ilişkisel yönlerini ayrıntılandırmış ve bu kavrama nesne ilişkilerine dair değerlendirmeleri eklemiştir. Erikson’un (1950)genitalitenin ütopyasının/ideal durumunun [utopia of genitality], sevgi dolu bir eşlik ortaklık ve çocuklara bakım verme kapasitesini [loving partnership and the capacity to care for children] içerir. Spitz (1965) ise bebek ile bakımverenler arasındaki erken etkileşimleri incelemiş; yoksunluk [deprivation] ve nesne kaybının [object loss] çocuklarda nasıl ciddi psikopatolojilere yol açtığını araştırmıştır. Ancak, nesne ilişkileri kuramının ana akım ego psikolojisine girişi, büyük ölçüde Jacobson ve Mahler’in çalışmaları aracılığıyla gerçekleşmiştir. Jacobson (1964), ego ve süperegonun gelişimini, kendilik ve nesne temsilleriyle birlikte ele almış ve bu süreçte duygulanımın [affect] rolüne büyük bir vurgu yapmıştır. Mahler (Mahler, Pine ve Bergman, 1975) da, psişik yapının gelişimini, nesne ilişkileri çerçevesinde kavramsallaştırarak tanımlamış ve özellikle ayrılma–bireyleşme süreci [separation-individuation process] üzerine odaklanmıştır. Mahler, gelişimin son evresi olarak, ambivalansa tahammül edebilme kapasitesine dayanan nesne sürekliliğinin [object constancy] kazanımını vurgulamıştır. Loewald (1973a), ego psikolojisi geleneği içindeki en önemli yenilikçilerden biri olarak, zihinsel etkinlik ve ruhsal gelişimin temelde ilişkisel ve öznelerarası [intersubjective] olduğu varsayımından hareket etmiştir. Loewald’a göre, hem gelişimde hem de psikanalitik tedavide temel etken, etkileşimlerin içselleştirilmesidir [internalization of interactions].

Bu arada, Klein’dan etkilenmiş ve onu etkilemiş olan Fairbairn (1952, 1954), zihin kuramını, kendilik ile nesne arasındaki fantezilenmiş etkileşimlerin içselleştirilmesi sonucu oluşan “endopsişik yapılar [endopsychic structures]” üzerine inşa etmiştir. Nesne ilişkileri kuramı [object relations theory] terimini ortaya atan kişi de Fairbairn olmuştur. Fairbairn, bireyin öncelikli olarak haz arayan [pleasure-seeking] değil, nesne arayan [object-seeking] bir varlık olduğunu vurgulamıştır (yani dürtü yönelimli bir anlayıştan sapmıştır). Buna ek olarak, onun kuramındaki üç temel içsel yapı [endogenous structure], tamamıyla “ego yapıları”dır [ego structures] -bu yönüyle, Freud’un yapısal kuramındaki ego, id ve süperego ayrımından belirgin biçimde farklıdır. Kleinyen gelenek içinde çalışan Winnicott (1945, 1950, 1951), özellikle nesne ilişkilerinin gelişimini açıklayan bir nesne ilişkileri kuramı öne sürmüştür. Bu kuram, bebeğin kendilik duygusunun, başkalarıyla ilişki kurma biçiminin ve gerçeklik duygusunun, tümüyle anneyle kurulan ilişki bağlamında nasıl geliştiğini açıklar. Gerçekten de, Winnicott’un ünlü sözü “Anne olmadan bebek yoktur [There is no baby without the mother]”, ilişkisel psikanalizin [relational psychoanalysis] gelişimi için bir başlangıç noktası olmuştur. Çağdaş psikanalizde, modern Kleinyen kuramcılar, özellikle sembol oluşumunun [symbol formation], bilişsel işlevlerin ve gerçeklikle kurulan ilişkinin gelişimine vurgu yapmışlardır (Segal, 1957; Bion, 1967). Bion’un (1962a), yansıtmalı özdeşim [projective identification] kavramını genişleterek geliştirdiği kapsayan/kapsanan [container/contained] kavramları üzerine yaptığı çalışmalar, özellikle büyük bir etki yaratmıştır. Kohut (1971, 1977) da, kendilik psikolojisini geliştirirken Winnicott’tan büyük ölçüde etkilenmiştir. Kohut’un kuramı, kendiliğin gelişimini, bakımverenler tarafından sağlanan kendiliknesnesi işlevleriyle [selfobject functions] kurulan ilişki temelinde ele alır. Bununla birlikte, kendilik psikolojisi genel olarak nesne ilişkileri kuramı kapsamında sınıflandırılmaz.

Birçok analist, nesne ilişkileri kuramını diğer kuramsal yaklaşımlarla bütünleştirme çabası içinde olmuştur. Örneğin, J. Sandler (1976b, 1987a, 1987b), temsili dünya [representational world] kavramı aracılığıyla, nesne ilişkileri kuramını ego psikolojisinin kavramlarıyla bütünleştirmeye çalışmıştır. Kernberg, nesne ilişkileri ile ego psikolojisini birleştirme amacıyla kapsamlı yazılar kaleme almış; hem karakterin hem de karakter patolojisinin, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin yapılandırıcı etkisinin bir sonucu olduğunu savunmuştur. Kernberg ve Sandler, psikanalizi zihin bilimlerinin diğer alanlarıyla entegre etmeye ilgi duymuşlardır. Greenberg ve Mitchell (1983) ise, nesne ilişkileri kuramını, kişilerarası [interpersonal], öznelerarasalcı [intersubjectivist] ve ilişkisel [relational] bakış açılarıyla bütünleştirmeye çalışmışlardır.

Westen ve diğer bazı araştırmacılar, nesne ilişkileri kuramını, bağlanma kuramı, sosyal psikoloji ve bilişsel sinirbilimin bazı yönleriyle bütünleştirmeye çalışmışlardır (Blatt ve Lerner, 1983; Westen, 1990b, 1991b; Calabrese, Farber ve Westen, 2005). Buna ek olarak, nesne ilişkileriyle ilgili kavramları ampirik araştırmalar için ölçülebilir hale getirme yönünde çeşitli girişimler olmuştur. Bu amaçla, projektif testler kullanılmıştır (Blatt et al., 1976; Westen, 1991a) ve/veya Sosyal Biliş ve Nesne İlişkileri Ölçeği [Social Cognition and Object Relations Scale – SCORS] gibi derecelendirme ölçekleri geliştirilmiştir (Westen, 1995; Porcerelli et al., 2005). Çeşitli psikopatoloji türlerinde, kendilik ve nesne temsillerini incelemeye yönelik birçok araştırma yapılmıştır (Nigg ve diğerleri, 1992). Ayrıca, tedavi süreciyle birlikte kendilik ve nesne temsillerinde meydana gelen değişimleri araştırmaya yönelik girişimler de olmuştur (Bers ve diğerleri, 1993; Blatt, Auerbach ve Levy, 1997). Westen (1990b), nesne ilişkileri kuramlarının çeşitli yönlerini hem destekleyen hem de sorgulayan ampirik bulguları özetlemiş ve şu sonuçlara varmıştır: nesne ilişkilerine dair patolojilerin birden fazla etiyolojisi vardır; bu etiyolojiler hem biyolojik hem de çevresel etkenleri içerir; nesne ilişkileri, tek bir olgu ya da tekil bir gelişimsel çizgi değil, birbirine bağımlı fakat işlevleri ve gelişimsel yolları bakımından farklılık gösteren çok sayıda bilişsel, duygulanımsal ve güdüsel süreci kapsayan geniş bir üst başlıktır; tek boyutlu evre tanımlamaları, nesne ilişkileriyle ilgili verilerin zenginliğini açıklamakta yetersizdir; nesne ilişkilerinin gelişimi, temsillerin karmaşıklığı, sosyal nedenselliği anlama, ilişkilerde duygusal yatırım yapabilme kapasitesi gibi etkileşim halinde olan ancak ayrık gelişimsel çizgiler açısından değerlendirilmelidir.

Okuduğunuz metin  “PSYCHOANALYTIC TERMS & CONCEPTS (2012), Edited by Elizabeth L. Auchincloss ve Eslee Samberg, American Psychoanalytic Association”ın Object Relations Theory maddesinin çevirisidir.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir