Okuyacağınız metin PSYCHODYNAMIC TECHNIQUES: Working with Emotion in the Therapeutic Relationship kitabının 4. bölümünün çevirisidir. Tüm bölümler için şuraya bakabilirsiniz.
“Terapötik olarak yardımcı yorumlar oluşturmanın öğretilebilir bir beceri olduğuna deneyimlerimle ikna oldum.”
—Paul Wachtel (1993, s. 2)
İlk psikanalitik süpervizörüm tarafından, danışanlarımın müdahalelerime nasıl yanıt vereceklerini zihinsel olarak öngörmem öğretilmişti. Onun bakış açısına göre, bu öngörüde ne kadar iyi olursam, o kadar iyi bir terapist olurdum. Süpervizyon oturumlarımız sırasında, danışanın seans boyunca ne hissettiği ve düşündüğü hakkında gözlemlediklerimizi ayrıntılı bir şekilde tartışırdık. Müdahalelerimin danışan üzerindeki etkisini, yanıtlarını detaylıca inceleyerek değerlendirirdik. Ayrıca, bu tür durumlar tekrar ortaya çıktığında yanıtlarımı nasıl geliştirebileceğimi konuşurduk. Benim için en iyi haber, önemli meselelerin kaçınılmaz olarak yeniden gündeme geleceğiydi. İlk seferde doğru yanıtı vermek zorunda değildim. Tüm danışanlar, doğru yanıtı vermemiz için bize tekrar tekrar fırsatlar sunarlar. Ancak, danışan tepkilerini ne kadar doğru tahmin edebilirsek, terapi o kadar başarılı olur. Schlessinger (2003), terapistlerin “her hedefe yönelik müdahaleye bir yanıt beklemeleri gerektiğini” (s. 227) belirtir. Ayrıca, Wachtel’in (1993) vurguladığı gibi, etkili müdahaleler oluşturmak öğretilebilir bir beceridir.
İnsanlar iki önemli şekilde öngörülebilirdir. Birincisi, hepimizin yerleşik tepki kalıpları vardır. İkincisi, danışana yönelik doğru zamanda, empatik ve yerinde bir anlayış gösterildiğinde, bunun olumlu bir yanıt üreteceğini; buna karşın, zamanlaması kötü, duyarsız veya hatalı bir müdahalenin ise ters etki yaratacağını varsaymak makuldür. Evet, zaman zaman beklenmedik şekilde hareket edip tepki verebiliriz; bu da her bireyin kendine özgü gizeminin bir parçasıdır ve değer verdiğimiz bir özelliktir. Ancak, bir terapistin danışanın nasıl tepki vereceğini sürekli olarak öngörememesi veya yapılan bir müdahalenin danışan üzerindeki etkisini doğru bir şekilde değerlendirememesi, bir şeylerin yolunda gitmediğini gösterir. Bu durum, terapistin yetersiz eğitim almış olmasından, karakter olarak bu işe uygun olmamasından ya da terapist ile danışan arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanıyor olabilir.
Terapistler, bir müdahaleyi kendi doğruluğu ve zamanlaması açısından değerlendirebilecek konumda olduklarına inanmak isteyebilirler. Ancak, terapistin eylemlerinin yararlı olup olmadığı konusunda nihai otorite danışanın kendisidir. İçeriğin doğruluğu, eğer danışan terapistin söylediklerini duyamıyor, anlamlandıramıyor ve bunları üretken bir şekilde kullanamıyorsa, önemsiz hale gelir. Schlessinger’in (2003) de vurguladığı gibi, bu süreçte karar verici olan terapist değil, danışandır; yani, hakem rolünü üstlenen kişi danışanın kendisidir.
Yeni terapistlerin belki de en çok öğrenmeleri gereken şey, bir müdahalenin terapötik mi yoksa terapötik olmayan bir etki mi yarattığını savunmacı bir tutum sergilemeden fark edebilmek ve kabul edebilmektir. Bu bölüm, bu tür değerlendirmeleri yapmaya yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Bir terapistin ego ideali “her şeyi bilen” biri olmamalıdır; bunun yerine, en uygun şekilde yanıt verebilen (Bacal, 1998), esnek ve müdahalelerinin bazen hedefi ıskalamasının, karşılıklı anlayışa doğru bir adım olduğunu kavrayabilen biri olmalıdır. Deneyimli terapistler bile, kendi narsistik dengelerini koruma adına, bir müdahalenin etkisiz kaldığına dair danışanın verdiği sinyalleri savunmacı bir şekilde görmezden gelme eğilimiyle mücadele etmek zorunda kalabilirler.
Eğer terapist, herhangi bir müdahaleye danışanın verdiği yanıtı makul bir şekilde değerlendiremezse, bir sonraki müdahalesini nasıl yapması gerektiğine dair sağlam bir temel oluşturamaz. Bir terapi seansını rayından çıkaran en önemli etkenlerden biri, terapistin hata yapmaktan [hata yaptığını kabul etmekten] savunmacı bir şekilde kaçınarak danışanın reddettiği bir konuyu ısrarla sürdürmesi ya da danışanın geri çekildiğini ve artık duygusal olarak erişilebilir olmadığını fark edememesidir.
Genç terapistler, kapsamlı teorik bilgi ve klinik deneyime sahip olmasalar bile terapötik başarı elde edebilirler. Öncelikli olarak entelektüel işlemeye (proses) vurgu yapan teoriler, terapi sonuçlarına ilişkin araştırmalarla çelişiyor gibi görünmektedir. Hatta ünlü psikanalistler, Stephen Mitchell (1997) gibi, gerçekten terapötik olanın entelektüel anlayıştan çok terapist ile danışan arasındaki duygusal deneyimle ilgili olduğunu kabul etmişlerdir.
Klinik deneyim, terapötik sonuçlar açısından önemli bir değişken gibi görünmektedir (Luborsky, Auerbach, Chandler, Cohen ve Bachrach, 1971). Ancak yeni terapistler, seanstayken danışanın tepkilerine daha fazla odaklanarak ve entelektüel formülasyonlara daha az takılarak başarılarını en üst düzeye çıkarabilirler. Danışanın durumu ve psikodinamikleri üzerine kapsamlı entelektüel analizler önemlidir, ancak bunlar genellikle seans aralarında daha verimli bir şekilde kullanılabilir. Seansın kendisinde ise, duygusal olarak erişilebilir olmak ve empatik yanıt verebilmek, terapötik sınırları korurken en yüksek öncelik olmalıdır. Sürekli akan bir duygusal bağlam içinde kendiliğinden ortaya çıkan entelektüel içgörüler, daha ilgili ve terapötik olma eğilimindedir.
DANIŞANIN SEANSA NASIL BAŞLADIĞINA DİKKAT ETMEK
İlk analitik süpervizörüm, danışanlarımın seansın başında söyledikleri ilk sözleri dikkatle dinlememi öğretti bana. Bu sözlerin çok önemli olduğunu ve danışanların konuşmaya ihtiyaç duyduğu konulara dair ipuçları vereceğini söyledi. Çoğu zaman, ilk kelimeler önceki seansın başarı ya da başarısızlığına, dolaylı da olsa, bir gönderme yapar. Langs’ın (1974) belirttiği gibi, doktorlar veya diğer otorite figürleri hakkında yapılan olumsuz yorumlar, büyük olasılıkla terapiste yönelik üstü kapalı eleştiriler olabilir. Benzer şekilde, olumlu referanslar da terapiste yönelik olabilir.
Terapistin ofisi, bulunduğu bina, otopark, dekorasyon veya terapistin giyimi hakkındaki olumsuz yorumların da çoğu zaman terapiye dair bir memnuniyetsizliğin ifadesi olabileceğini eklemek istiyorum. Elbette bu her zaman doğru değildir. Örneğin, yaz aylarında binamın karşısındaki parkta her hafta bir müzik etkinliği düzenlenir. Öğleden sonra geç saatlerde sokaktaki otopark kapatılır ve bazen performans sergileyecek gruplar tarafından sinir bozucu “ses kontrolleri” yapılır. Danışanlarım bu koşullardan rahatsız olduklarını dile getirdiğinde, anlayış gösteririm ve bunu kişisel olarak algılamam. Ancak, rahatsızlıktan dolayı özür diledikten sonra danışanım bu konuya takılıp kalıyorsa, asıl rahatsızlığının başka bir şeyle ilgili olduğunu anlarım. Bu genellikle terapiyle bağlantılıdır, ancak kötü geçen bir iş günü gibi başka bir sebebe de dayanıyor olabilir. Her durumda, ısrarlı olumsuz yorumlar, danışanımın öfkesine dair bir gözlem yapmam ve onun bu konuda ne düşündüğünü sormam için bir işaret niteliği taşır.
Bazı danışanlar terapiye başlamadan önce birkaç dakika küçük bir sohbet yapma ihtiyacı duyarlar. Bu ihtiyacın, toplumsal bir alışkanlığın ötesine geçen bir nedeni olduğu sıklıkla görülür. Gözlemlerime göre, bazı danışanlar en az beş dakika süren bu tür sohbetleri benimle bağlantı kurmanın ve ruh halimi değerlendirmek için bir araç olarak kullanmanın neredeyse bir gereklilik olduğunu düşünürler. Seansa başlamadan önce benim duygusal durumumu ölçmek, kendilerini korumaya yönelik bir stratejidir. Bana ne kadar güvenirlerse güvensinler, bu alışkanlıklarından vazgeçmeyen birçok danışanla çalıştım. Dolayısıyla, ilk analitik süpervizörümün danışanın ilk sözlerini dikkatle dinlemem gerektiği yönündeki tavsiyesine uymak için, bazen bu küçük sohbetin tamamlanmasını beklemek gerekebilir.
Son olarak, aynı süpervizörüm bana, bir danışanın ofiste her zaman orada olan bir nesneye bakıp “Bu yeni mi?” diye sormasının, içsel bir değişimin gerçekleştiğini gösterdiğini öğretti. Genel fikir, danışanın bilinçdışı düzeyde terapiyle ilgili yeni bir bakış açısına, entegrasyon seviyesine veya içgörüye ulaştığının farkında olması ve bu değişimi spontan bir şekilde terapötik ortama yansıtmasıdır. Terapide ilerleme kaydeden danışanların sıklıkla “Bu sandalye yeni mi?” veya “Bu bitki güzelmiş, hep burada mıydı?” gibi şeyler söylediklerini gözlemledim. Bu tür yorumlar her zaman nötr ya da olumlu olur ve yalnızca ofiste gerçek bir değişiklik yapılmadığında anlam taşır.
SPESİFİK MÜDAHALELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Terapistleri süpervize ettiğimde, her zaman danışanın ne istediğini düşünmelerini, yanıt verme fırsatlarını nasıl kaçırmış olabileceklerini ve bir sonraki sefer nasıl yanıt vereceklerini değerlendirmelerini isterim. Daha sonra, süpervizyonda üzerinde karar verdiğimiz müdahaleye danışanın nasıl tepki vereceğini düşünmelerini ve tahmin etmeye çalışmalarını isterim. Başlangıçta, bu kavramı onlara göstermek için seanslarını ses kaydına almalarını sağlarım (gerçekte neler olup bittiğini bilmenin tek yolu budur) ve özellikle iyi ya da zayıf olduğunu düşündüğüm bir müdahaleden sonra kaydı durdurup onlara bunun hakkında sorular sorarım. Daha sonra, müdahaleyi değerlendirmeme dayanarak danışanın nasıl tepki vereceğini tahmin ederim. Süpervizyon alanlar, tahminlerimin sıklıkla doğru çıktığını gördüklerinde genellikle şaşkınlığa uğrarlar. Bu durum başlangıçta biraz korkutucu ve göz korkutucu olabilir, ancak onlara bunun öğretilebilir bir beceri olduğunu vurgularım. Süreç, sandıkları kadar gizemli değildir.
Danışanın bir müdahaleye verdiği yanıtın doğrudan okunmasını vurgulayan yaklaşımlara nadiren rastlanır, oysa bence çoğu deneyimli terapist Langs’ın (1973) kriterlerine teorik düzeyde itiraz etmeyecektir. Bununla birlikte, bazı terapistlerin vaka çalışmaları yayımladığını ve bu çalışmalarda danışanın bir müdahaleye yüksek düzeyde belirgin sıkıntı ile tepki verdiğini, terapistin profesyonelliğini veya insanlığını sorguladığını, ancak terapistin müdahalenin olumlu olduğuna inanmaya devam ettiğini görüyoruz. Bu durum hakkında söyleyebileceğim tek şey, pek çok danışanın, terapistinin kendisine incitici veya zarar verici şeyler söylediği bir terapi ilişkisini sürdürmeye devam edebileceğidir. Bunun iki olası nedeni vardır: ya danışan bunun bir istisna olduğunu düşünerek ilişkiyi sürdürmek için büyük bir istek duymaktadır ya da tüm terapötik ilişki, sadomazoşistik tekrarlar üzerine kurulmuştur.
Kavramları pratik olarak uygulamaya çalışırken bazı sorunlar ortaya çıkabilir. Örneğin, Langs’ın (1973) “seans sırasında veya sonrasında eyleme dökme (acting out)”ye yaptığı atıf, bu bölümde daha ayrıntılı olarak ele alacağım bir konudur. Günümüzdeki eğilim, bu tür bir değerlendirmenin yapılmasından uzaklaşarak, terapistin böyle bir yargıda bulunmaya yetkili olmadığı yönünde bir yaklaşımı tercih etmektedir. Ben, mutlak yargılardan kaçınmamız gerektiğini düşünmekle birlikte, yine de beceri, eğitim ve deneyimle şekillenen gözlemler yapabileceğimizi ve bunları danışanla paylaşabileceğimizi savunuyorum. Şöyle diyebiliriz: “Az önce söylediklerimden sonra gerginleşmiş, öfkelenmiş ya da içine kapanmış gibi görünüyorsun.” Daha sonra danışanın yanıt vermesine fırsat tanıyabiliriz.
Bu tür bir etkileşim, Langs’ın önerdiğinin ötesine geçmektedir. Langs, terapistin kendi özel değerlendirmelerini yapmasını ve bu süreçte danışanın açık ve örtük geri bildirimlerine duyarlı olmasını önermektedir. Ancak, benim benimsediğim yaklaşım, danışanla aktif ve sürekli bir etkileşim içinde olmayı içerir. Danışana ne düşündüğünüzü söylemek, benim süregelen iş birliği anlayışımın bir parçasıdır. Buna, gözlemleri kontrol etmek, hedefleri güncellemek ve ortaya çıkan çatışmalar ya da çıkmazlar hakkında danışanla birlikte düşünmek de dahildir. İş birliği ve bilgi paylaşımı, danışanı zayıf, hasta veya gerçeği kaldıramayacak kadar kırılgan biri olarak görmek yerine, ona saygı duyan ilişkisel bir tekniğin merkezinde yer alır. Bu yaklaşım, danışanın yalnızca kendi iç dünyasını keşfetmesini değil, aynı zamanda belirli bir anda terapist ve danışan arasındaki dinamikleri birlikte anlamlandırmasını da sağlar.
Yakın zamanda potansiyel bir danışan beni arayarak nasıl çalıştığımı anlatmamı istedi. Web sitemi incelediğini ve orada etkileşimsel psikodinamik yaklaşımı (interactive psychodynamic approach) benimsediğimi gördüğünü söyledi. Bunun ne anlama geldiğini sordu. Kendisine karşılıklı etkileşim ve iş birliği konusundaki temel görüşlerimi aktardım. Ancak, bunun her bireysel danışanla nasıl uygulamaya döküleceğinin, danışanın ihtiyaç ve isteklerine bağlı olduğunu da belirttim. Benim terapideki etkileşim düzeyim önceden belirlenmiş değildir; aksine, danışanlarımın gereksinimlerine yanıt veren bir yaklaşımdır. Bir danışanla büyük ölçüde onu dinleyerek, ona doğru sorular sorarak ve empatik tepkiler vererek çalışabilirim. Bazı insanlar içgüdüsel olarak neye ihtiyaç duyduklarını bilirler ve esas olarak, temel becerilere sahip, süreci takip eden ve onların önüne engel koymayan bir terapiste gereksinim duyarlar.
Diğer danışanlar zaman zaman geri bildirime, tavsiyeye ya da yüzleşmeye ihtiyaç duyarlar. Travma yaşamış, borderline kişilik bozukluğu ya da bipolar bozukluk gibi tanıları olan zorlayıcı danışanlar ise, sürekli olarak çeşitli müdahaleler arasında denge kurulmasını gerektirebilir. Danışanların davranışlarında belirli bir öngörülebilirlik olduğunu savunuyor olsam da, aynı zamanda çok çeşitli davranış biçimlerinin de söz konusu olduğunu ve bunların eşit derecede çeşitli terapötik yaklaşımlar gerektirdiğini kabul ediyorum. Özellikle, anlık olarak neşeden öfkeye geçebilen duygusal olarak değişken danışanlarla çalışan terapistin hem esnek hem de yaratıcı olması gerekir.
Elbette terapistler bir danışanın seansa nasıl başlayacağını veya o an ne hissedeceğini önceden bilemezler. Ancak, terapistin niyeti doğrultusunda danışanın müdahaleye nasıl yanıt vereceği belirli bir öngörülebilirlik taşımalıdır. Eğer amacım, kontrolünü kaybetmiş bir danışanın seansta duygularını yönetmesine yardımcı olmaksa, o halde müdahalemin bu doğrultuda olması beklenir. Eğer danışan, kontrol sağlamasına yönelik çabama öfkeyle patlayarak yanıt verirse, müdahalemin açıkça başarısız olduğu söylenebilir.
Eğer bir danışanın deneyiminin derinlerine inmesini istediğimde ona bir soru sorar ve o bunun yerine içine kapanıp bakışlarını benden kaçırırsa, müdahalem başarısız olmuş demektir. Ancak amacım bu tür başarısızlıkları tamamen ortadan kaldırmak değildir; çünkü bunlar kaçınılmazdır ve öğreticidir. Yeni terapistleri denetlerken her zaman onlara, hepimizin her gün küçük şekillerde başarısız olduğunu söylerim. Gerçek başarı, bu günlük başarısızlıkları fark etme ve bunlara uygun şekilde yanıt verme yeteneğimizde yatar. Psikanalist Edgar Levenson (1996), terapistin kusurlarının ve hatalarının terapötik işlevini zarif bir şekilde şu sözlerle açıklar: “Hasta, terapistten ve analizden adım adım hayal kırıklığına uğrayarak kendi iç sesini dinlemeyi öğrenir” (s. 696).
DOĞRULAYICI TEPKİLER
Doğrulayıcı tepkiler (confirmatory response), elbette, terapistin müdahalelerinin yardımcı olduğunu doğrulayan tepkilerdir. Langs (1974), en yaygın ve gerçek zamanlı doğrulama biçimlerini şu şekilde sıralar:
“daha önce bastırılmış düşüncelerin, fantezilerin, deneyimlerin ve çocukluk anılarının hatırlanması; çeşitli türlerde yeni ve taze materyalin eklenmesi; daha önce açıklanamayan sorunların ve semptomların netleşmesi; semptomların hafiflemesi ve rahatsız edici davranışlarda değişiklikler; terapistin anlayışının/anlayışlılığının (perceptiveness) dolaylı olarak kabul edilmesi.
(s. 81).
Danışan bilinçli olarak olumlu bir müdahaleyi kabul edip içselleştirmese bile, terapistin doğru olduğunu önceki bir zamana atıfta bulunarak ifade edebilir. Langs (1974) bu durumu şöyle açıklar: “Bir başka varyasyon, zeki, parlak, uyumlu ya da bir şekilde bilgili birine yapılan bir referanstır” (s. 58).
Bence, danışanın bir müdahaleye verdiği olumsuz tepkiyi (onaylayıcı olmayan) açıkça ele almak, olumlu tepkisini (onaylayıcı) ele almaktan genellikle daha önemlidir. Olumlu tepkiler terapinin ilerlemesini sağladığından neredeyse fark edilmezler. İdeal olarak, bunlar süregelen küçük olaylardır, dolayısıyla üzerinde durmak gereksiz olur. Danışanın Langs’ın örneğindeki gibi otorite figürüne üstü kapalı olumlu bir referans yapması durumunda, bu referansı danışanın dikkatine sunmada pek başarı elde edemedim.
Danışanın muhtemelen terapiste yönelik olumlu bir referans yaptığını sözelleştirmek, ironik bir şekilde olumsuz bir müdahaleye dönüşebilir. Bu, danışanda utanç duygusu yaratabilir, terapistin ihtiyaçlı veya aşırı narsistik olduğu şeklinde yorumlanabilir ya da danışanın söylemek üzere olduğu şeyden dikkatinin dağılmasına neden olabilir. Bu tür durumlarda, olumlu referansı sessizce not eder ve bunun, sürecin doğru yönde ilerlediğine dair bir işaret olduğunu varsayarım.
Eğer danışan, minnettarlık duygularını veya semptomlarında hafifleme yaşadığını doğrudan ifade etmeye eğilimliyse, bunu konuşmaktan memnuniyet duyarım. Danışan iyileşmesi için bana teşekkür ederse, onun terapime yönelik olumlu değerlendirmesini kabul ederim, ancak aynı zamanda elde edilen başarının bizim ortak çabamızın bir sonucu olduğunu vurgularım. Bu yaklaşım, danışanların yalnızca zayıflıkları ve başarısızlıkları için değil, aynı zamanda güçlü yönleri ve başarıları için de sorumluluk almasını ve bunlara sahip çıkmasını teşvik eder.
Bir terapist için önemli bir diğer bilgi kaynağı da sözsüz iletişimdir. Langs’un yazdığı dönemde bu konu literatürde neredeyse hiç ele alınmamıştı. Ancak danışanın sessiz yüz ifadeleri, beden hareketleri ve hatta mide-bağırsak sistemine ait sesler, onun duygusal durumuna ilişkin zengin bilgiler sağlayabilir. Bu bölümün ilerleyen kısımlarında yer alan vaka örneği, danışanın hem sözel olmayan hem de sözel düzeyde sergilediği doğrulayıcı (confirmatory) ve doğrulamayıcı (nonconfirmatory) tepkilerin geniş bir yelpazesini ele almaktadır.
DOĞRULAMAYICI TEPKİLER
Doğrulamayıcı tepkiler (nonconfirmatory response), terapistin müdahalelerinin yararlı olmadığını gösteren olumsuz tepkilerdir. Robert Langs (1974), psikodinamik klinisyenlerin müdahalelerin değerlendirilmesini kabul etmeye hazır olmadığı bir dönemde, 30 yılı aşkın bir süre önce bu konuda temel bir rehberlik sağlamıştır. Schlessinger (2003) gibi, Langs da terapistin, herhangi bir müdahaleye danışanın tepkisini dikkatle izlemesini tavsiye etmektedir. Danışanın terapistin müdahalesini faydasız bulduğunu gösteren doğrulamayıcı tepkileri çeşitli kategorilere ayırmaktadır. Bunlar arasında; seans sırasında veya sonrasında akut semptomların, psikosomatik tepkilerin ortaya çıkması; seans sırasında ya da sonrasında eyleme dökme [acting out] davranışları; ego işlevlerinde bozulma; terapötik ittifakta belirgin aksaklıklar (örneğin, seansa geç kalma, seansı iptal etme, terapiden ayrılmala tehdit etme) gibi durumlar yer almaktadır.
Seans sırasında veya sonrasında ortaya çıkan akut semptomlar anksiyeteden içe çekilmeye, fiziksel rahatsızlıktan diğerleriyle yaşanan alışılmadık çatışmalara kadar değişebilir. Okuyucu, bir terapistin danışanın sık yaşadığı semptomlar ile terapistin müdahalelerine yanıt olarak gelişen semptomlar arasındaki farkı nasıl ayırt edebileceğini sorabilir. Eğer kronik depresyon, anksiyete veya dissosiyasyon nedeniyle terapiye gelen bir danışanı tedavi ediyorsam, bu semptomların kötü bir müdahalenin sonucu olup olmadığını nasıl bilebilirim? Elbette, danışanın semptomları ne kadar kronik ve şiddetliyse, bu değerlendirme o kadar zorlaşır. Dahası, gerçeği her zaman bilmek mümkün değildir. Ancak, terapist önceki bölümde açıklanan karşılıklı işbirliği ve danışma atmosferini oluşturduysa, müdahaleleri değerlendirmek çok daha kolay hale gelir.
Üçüncü Bölüm’de terapötik olarak olumlu bir regresyon örneği olarak ele alınan Sally vakasında, kötü müdahalelerimden kaynaklanan semptomlar ile regresyonun semptomlarını ayırt etmek nispeten kolaydı. Eğer bir danışanın neden semptomatik hale geldiğinden emin değilsem, basitçe ona bunun hakkında ne düşündüğünü sorarım. Sally, regresyon yaşadıktan sonra sürekli hareket halinde olmaktan, çocuklarını okula gönderdikten sonra hiçbir şey yapmak istememeye geçti. Sık sık uyukluyor ve kimseyle görüşmeye pek ilgi duymadığını bildiriyordu. Daha önce belirttiğim gibi, eşi bu belirgin davranış değişikliği karşısında oldukça endişelendi ve onun daha da kötüleştiğini düşündü.
Sally bana bu semptomları bildirdiğinde, bunların terapötik bir regresyondan kaynaklandığını fark ettim. Onun farklı olduğunu hissedebiliyordum. Sadece evde daha az telaşlı olmakla kalmamış, aynı zamanda seanslarda da çok daha sakin ve duygusal olarak ulaşılabilir hale gelmişti. Kaçmaktan vazgeçmiş ve hissetmeye başlamıştı. Üzüntüsü elle tutulur derecede belirgindi, ancak savunmacı konuşmaları ve kendini küçümseyen mizahına kıyasla çok daha tercih edilir bir durumdaydı. İkimiz de önemli ve olumlu bir şeyin gerçekleşmekte olduğunu hissedebiliyorduk.
Bir danışan, derin duyguların açığa çıkması nedeniyle ortaya çıkan semptomları terapistin hatasından kaynaklanan semptomlardan ayırt ederek bildirdiğinde, genellikle tereddüt etmez, seansında olmaktan memnuniyet duyar, özgürce konuşur ve aşırı kaygılı hissetmez. Sally, haftalar boyunca üzüntü ve halsizlik hissettiğini bildirdikten sonra, ona bu sürecin kendisini yük altında hissettirip hissettirmediğini sordum. Aksine, bu durumun ona özgürleştirici geldiğini söyledi. Daha huzurlu hissetmenin, daha içe dönük ve sakin olmanın ne kadar güzel olduğunu dile getirdi. Ancak, hemen ardından, eşi ve çocuklarının onun içe çekilmesinden -sebebi ne olursa olsun- pek memnun olmadıklarını ekledi.
Sally’nin tepkisini, kendini yanlış anlaşılmış, ihlal edilmiş, görmezden gelinmiş veya reddedilmiş hisseden bir danışanın deneyimiyle karşılaştırın. Terapist bir hata yaptığında, danışan seansa daha kopuk, içine kapanmış, muhtemelen kontrol dışı veya terapiste ve sürece karşı eleştirel bir tutumla gelir. Odada bir gerginlik atmosferi oluşur ve terapist, önceki seansın iyi geçmediğine dair bilinçli ya da bilinçdışı bir farkındalık nedeniyle savunmacı veya suçlu hissedebilir. (İkinci Bölüm’de anlatılan, Noel hediyelerini kabul edişimdeki soğuk tavrım nedeniyle derinden reddedildiğini hisseden Laura vakasını düşünün.) Terapötik ittifaktaki bu kopmalar, seansların herhangi bir anında meydana gelebilir. Aşılabilir, ancak daha sonra tekrar ortaya çıkabilirler. Daha önce de söylediğim gibi, iyi bir terapistin özelliği mükemmel olması değil, kaçınılmaz hatalardan sonra çabuk toparlanabilme ve onlara karşı esneklik gösterebilme yeteneğidir. Tekrar doğru yola girildiğinde, her zaman yeni bir hata yapma ihtimali vardır. Eğer bu tür kopmalar seans içinde ele alınmazsa, seanslar arasında yüksek anksiyete, intihar düşünceleri, diğer insanlarla tartışmalar veya psikosomatik semptomlar ortaya çıkabilir.
Şüphe duyduğumda, her zaman danışana yaşadığı deneyim hakkında ne düşündüğünü sorarım. Bazen emin olamadığım durumlar olur, bu yüzden doğrudan sormaktan çekinmem. Yakın zamanda, bir danışanım eşiyle günler süren bir tartışma yaşadı. Daha önce, duygularını kontrol etme becerisi kazandıkça eşinin buna uyum sağlamakta zorlandığını ve onun eskisi gibi eyleme dökmesini özlediğini söylemişti. Ancak haftası çok zor geçtiği ve evlilik çatışması son seansının hemen ardından başladığı için, sıkıntısının terapiyle ilgili olup olmadığını sormakta tereddüt etmedim. Danışan, bunun terapiyle ilgisi olmadığını hemen söyledi. Hızlı ve sakin bir şekilde yanıt verdi, göz teması normaldi; bu da bana sorunun bizim aramızda değil, onun ve eşinin arasında olduğunu gösterdi. Eğer seanslar ve benimle olan ilişkisi hakkında sorgulamaya devam etseydim (kariyerim boyunca birçok kez yaptığım bir hata), muhtemelen netlik kazandırmayan yanıtlar alacaktım.
Bence bilinemez olana çok fazla vurgu yaptık ve bilinebilir olana yeterince odaklanmadık. Danışanların terapisti memnun etme eğilimine sıkça dikkat çeksek de, benim deneyimime göre, baştan itibaren işbirlikçi bir ilişki kurularak bu eğilim önemli ölçüde azaltılabilir. En korkmuş, onay arayışında olan danışanlar bile yanlış yorumlarımı kabul etmezler. Örneğin, bir danışanın duygularına odaklanmakta zorlandığı bir durumda “Bu seni kızdırdı mı?” diye sorabilirim. Eğer yanlışsam, genellikle başını sallayarak, göz teması keserek ya da “Hayır” diyerek yanıt verir -bunu çoğunlukla kendi düzeltmesi takip eder. Bazen, “Evet, sanırım öyle” gibi bir yanıt alırım (ki bu çoğu zaman “Sen öyle diyorsan” anlamına gelir). Ancak bu zayıf onaylar genellikle sadece göz temasının eksikliğiyle değil, aynı zamanda danışanın bedenini benden uzaklaştırması ya da “Belki, biraz” gibi belirsiz eklemeler yapmasıyla da kendini gösterir. Danışanlar, terapötik olmayan bir ifadeye coşkuyla yanıt vermezler.
Zayıf, yatıştırıcı tepkiler -terapistle çatışmadan kaçınmak ya da yetersiz öz-farkındalık nedeniyle verilen yanıtlar- genellikle kararlılıktan yoksundur. Danışan, terapistin farkında olmadığı bir şeyi gözlemlediğini düşünebilir ve tam olarak doğru olmayan bir şeye ihtiyatlı bir şekilde katılabilir. Son derece zayıf ve belirsiz yanıtlar genellikle onaylayıcı olmayan beden diliyle birlikte görülür. Dikkatli bir terapist, bu tür durumları fark edebilir ve uygun şekilde müdahale edebilir. Olumlu bir müdahale örneği şu olabilir: “Sanırım burada biraz yanıldım. Bana yaşadığın deneyimi daha iyi anlamam konusunda yardımcı olabilir misin?”
Terapistler, bu tür bir istişareden ne sıklıkla sadece kendilerini savunmasız hissettirdiği için kaçınıyorlar? Terapinin yolunda gitmesini sağlamak, sürekli izlemeyi, hataları hızla fark etmeyi ve yetersiz hissetmeden yön değiştirme becerisini gerektirir. Yeni terapistler, danışanlarla çalışırken bu tür spesifik yönlendirmeleri genellikle [dikkate] almadıklarını bana sıkça söylüyorlar.
Sonuç olarak, bu durum onların kendilerini sahtekâr ya da aldatıcı biri gibi hissetmelerine yol açar. Yanlış yolda devam etmek, seansın sonunda hem terapist hem de danışan için bir boşluk ve huzursuzluk hissi bırakır. Danışan hatta şöyle diyebilir: “Biliyor musunuz, bugün gerçekten aklımda olan şeye ulaşamadığımı hissediyorum” veya “Bu seans, nedense son birkaç seans kadar iyi gelmedi.” Elbette, bu tür bir raydan çıkmanın başka nedenleri de vardır, ancak bunların tümü terapistin hatası veya duygusal olarak erişilemezliği kapsamında değerlendirilebilir.
REBECCA VAKASI
Birinci Bölüm’de tanıtılan Rebecca, iki yıl önce hukuk fakültesine devam etmek için buraya taşındığında terapiye başladı. Daha önce üç kez terapi görmüş olduğu için sadece bilinçli bir danışan değil, aynı zamanda şüpheci biriydi. Önceki terapilerinde sınırlı ilerleme kaydetmişti ve hala şiddetli depresyon, zaman zaman kendine zarar verme, orta düzeyde bir yeme bozukluğu, belirgin derealizasyon ve dissosiyasyon atakları ile derin bir başkalarına güvenmeme sorunu sergiliyordu. İradesi dışında bir kez hastaneye yatırılmıştı ve bu deneyim onun için travmatik olmuştu. Terapiye başladığı ilk yıl boyunca, onun için endişelendiğimi belirttiğimde veya semptomlarının şiddeti hakkında soru sorduğumda korkuya kapılır ve onu hastaneye yatırmayı düşünüp düşünmediğimi sorardı. Prognozu ve genel olarak terapi konusunda alaycı bir bakış açısına sahipti, ancak yine de yardım almak istiyordu
Bir yanıt yazın