İnkâr [denial], bazen yadsıma [disavowal: ret, tekzip, inkar] olarak da adlandırılır; bireyin, belirli bir gerçekliğin bazı ya da tüm yönlerini reddetmesi yoluyla, bu gerçekliğe eşlik eden acı verici duygulanımları azaltmasına ya da bunlardan kaçınmasına olanak tanıyan bir savunma mekanizmasıdır. İnkâr, dış gerçekliğin bazı yönlerini reddetmek amacıyla kullanılabilir (örneğin, eşi kalp krizi geçirmiş olan bir kişinin, yaklaşan Alp tatilini iptal etmeyi reddetmesi). Aynı zamanda, davranışlar, karakter özellikleri ve hatta öznel yaşantılar gibi -bilinçli hâle gelmiş olan ya da kolaylıkla gelebilecek olan- benliğe ait yönlere karşı da yöneltilebilir (örneğin, gözyaşlarını tutmaya çalışan bir kişinin, üzgün olduğunu fark edememesi gibi). Zaman içinde, inkâr terimi, ayrı bir savunma mekanizmasını tanımlamak için kullanılmaktan ziyade, herhangi bir savunma işleminin gerçekliği reddeden yönünü ya da bireyin rahatsız edici herhangi bir gerçeklikle yüzleşmeyi reddettiği genel bir savunma tutumunu ifade etmek için daha yaygın biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca, psikanalitik bağlamda kullanılan inkâr terimi, gündelik dildeki kullanımından da ayrıştırılmalıdır; zira günlük dilde inkâr, genellikle bir şeyin doğru olmadığını öne sürmek anlamına gelir ve bu, çoğu zaman aldatma niyetiyle yapılır.
İnkârın bir unsuru, tüm savunma manevralarında rol oynar ve inkâr, birçok diğer savunma mekanizmasıyla örtüşür. İnkâr, bastırmadan [repression] şu yönüyle ayrılır: İnkâr, dış gerçekliği ya da benliğe ait açık ve/veya bilince yakın yönleri fark etmekten kaçınmaya hizmet ederken; bastırma, dışsal ya da içsel gerçekliğe ait bazı unsurların bilince hiç ulaşmamasını sağlamaya yöneliktir. Bu fark doğrultusunda, terapötik ortamda inkâr, genellikle yüzleştirme [confrontation] ile ele alınırken; bastırma, yorumlama [interpretation] yoluyla çalışılır. Ayrıca, inkâr, bilinçli olarak bir şeyi düşünmemeye yönelik çaba anlamına gelen baskılama [suppression] mekanizmasından da ayrılır. İnkârın kullanımı, gerçeklik değerlendirmesinde görülen bozulmanın şiddetine göre bir süreklilik [continuum] üzerinde yer alır; bu süreklilik, psikoz ve manide görülen psikotik inkârdan [psychotic denial] (Freud, 1927b; B. Lewin, 1932, 1950) normal inkâra kadar uzanır. İnkâr, normal çocukların oyunlarında yaygın olarak görülür ve belirli ölçüde geçici inkâr, her yaşta stres, travma ve yakın birinin kaybı gibi durumlara karşı beklenebilir ve normal bir tepkidir. İnkâr, aynı zamanda normal iyimserlik hâllerinde de rol oynayabilir (Angel, 1934). Gerçeklik algısını silikleştirmek amacıyla sıklıkla fanteziye başvurulur; örneğin, kendini güçsüz hisseden bir çocuğun, kendini güçlü ya da her şeye kadir [omnipotent] hissettiği bir fantezi yaratması gibi. Ayrıca, inkâr, çoğu zaman eylem yoluyla da desteklenir (A. Freud, 1936).
Freud’un inkâr/yadsıma terimlerini ilk kez kullanışı, “Histeri Üzerine Çalışmalar”da [Studies on Hysteria] olmuş; burada, bir hastanın kendi serbest çağrışımının bazı yönlerini reddetme girişimiyle bağlantılı olarak ele alınmıştır (Breuer ve Freud, 1893/1895). Ancak, Freud’un yadsıma (disavowal) terimini bir savunma mekanizması olarak özgül biçimde ilk kullanımı, bir çocuğun, kadın bedeninde penisin bulunmadığını kabullenmeyi reddetmesiyle ilgilidir (1923b, 1925a). Freud, çocukta zararsız olan bu gerçekliği tanımayı reddetme tutumunu, erişkinde görülen psikoz psikopatolojisine benzer bir durum olarak değerlendirmiştir (1924c). Freud ayrıca, yadsımanın [disavowal], fetişizm [fetishism] olgusunun merkezinde yer aldığını öne sürmüştür. Fetişist, aynı anda hem kadın kastrasyonu [female castration] gerçekliğini [reality] yadsır, hem de bunu kabul eder; bu tutarsızlık, Freud’un “ego yarılması [splitting of the ego]” olarak adlandırdığı durumu temsil eder (1927b, 1938a).
A. Freud (1936), çocuklarda inkârın yaygın kullanımını tanımlamış ve buna ek olarak fantezide inkâr [denial in fantasy], sözde inkâr [denial in word] ve eylemde inkâr [denial in act] terimlerini ortaya koymuştur. Kernberg (1975) ise, sınırda kişilik bozukluğu olan hastalarda, ilkel inkâr [primitive denial] terimini kullanmış; bu hastaların, yaşadıkları anla çelişen durumlarda olayların duygusal anlamını ortadan kaldırmalarını tanımlamak için bu kavramı geliştirmiştir. İlkel inkâr, bölme savunmasına [splitting] dayanmaktadır. Kohut (1971, 1977), yadsıma (disavowal) terimini, bazı bireylerde benliğe ilişkin iki bilinçli ve çelişkili yaşantının varlığı anlamına gelen dikey yarık terimini [vertical split] açıklamak için kullanmıştır. A. Ornstein (1985), yadsımayı, toplama kamplarındaki mahkûmlar tarafından kullanılan önemli bir savunma olarak belirtmiş; bu savunmanın, günlük işlevselliğin sürdürülmesine olanak tanırken, aynı zamanda değerlerin ve geleceğe dair bir vizyonun korunmasını sağladığını ifade etmiştir. Lacan (1959) ise, Freud’un reddetme [repudiation], bastırma [suppression] ve/veya yadsıma [disavowal] kavramlarını, kendi geliştirdiği “dışlama [foreclosure]” terimiyle genişletmiştir; bu terimle, “kastrasyon kompleksinin göstergesi olarak fallus” gibi temel bir gösterenin, öznenin simgesel evreninden dışlanması kastedilir. Litowitz (1998) ise, inkârı, reddetme [rejection] ve geri çevirme [refusal] gibi savunmaları içeren bir olumsuzlama [negation] gelişim çizgisinin son aşamasına yerleştirmiştir.
Okuduğunuz metin “PSYCHOANALYTIC TERMS & CONCEPTS (2012), Edited by Elizabeth L. Auchincloss ve Eslee Samberg, American Psychoanalytic Association”ın Denial maddesinin çevirisidir.
Bir yanıt yazın