Bastırma Nedir?


Bastırma [repression], zihinsel yaşantıların bilinçli farkındalığa erişimini engelleyen bilinçdışı bir savunma sürecidir [unconscious defensive process]. Bastırma, yargılama ya da kınama gibi bilinçli süreçlerden farklıdır. Aynı zamanda, bir düşünceyi bilinçli ve kasıtlı olarak düşünmemeye çalışma anlamına gelen baskılama [suppression] ile de karıştırılmamalıdır. Geleneksel olarak bastırma, inkâr [denial] (kabul etmeme [disavowal]) ile de ayırt edilir: çünkü inkâr, dışsal gerçekliği ya da bilince yakın ve açık olan kendilik yönlerini görmezden gelmeye hizmet ederken; bastırma, içsel gerçekliğin belirli yönlerinin bilince ulaşmasını tamamen engeller. Bastırma ayrıca, bilinçli zihinsel yaşantının sürekliliğinde bir kopma anlamına gelen çözülmeden [dissociation] de ayrılır. Bununla birlikte, çoğu analist, savunma mekanizmalarının birbiriyle örtüştüğü konusunda hemfikirdir ve özellikle bastırmanın, hemen her savunma biçiminde bir rol oynadığını kabul eder.

Freud (1914d), bastırma kuramının yalnızca fikirleri arasında en özgün olanlardan biri değil, aynı zamanda “psikanalizin tüm yapısının üzerine inşa edildiği temel taş” olduğunu ünlü bir biçimde ifade etmiştir. Psikanalitik kuramda, bastırma, hem patolojik hem de normal tüm zihinsel yaşantılara katkıda bulunan evrensel bir savunma mekanizmasıdır. Daha da önemlisi, bastırma, bilinçten ayrı bir ruhsal alan olarak dinamik bilinçdışının [dynamic unconscious] kurulmasında rol oynayan bir süreçtir. Freud (1930), eserleri boyunca, uygarlığın temellerini bile içgüdüsel yaşamın bastırılmasına dayandırarak tanımlamıştır. Bastırmayı anlamak ve onu çözümlemek üzerine yapılan çalışma, her psikanalitik tedavinin bir parçasıdır.

Freud, erken dönem çalışmalarında ve “Histeri Üzerine Çalışmalar (Studies on Hysteria)” adlı eserin bazı bölümlerinde (Breuer ve Freud, 1893/1895), Fransız psikopatologlarla aynı görüşü paylaşarak, histerinin özünün “zihnin bölünmesinde [splitting of the mind]” yattığını kabul etmiştir. Ancak zamanla Freud, savunma histerisi [defense hysteria] olarak adlandırdığı devrim niteliğindeki kavramını ortaya koymuştur. Bu kurama göre, histeri, dejeneratif zihinsel zayıflıktan (Janet ve diğerlerinin öne sürdüğü gibi) değil, “savunma güdüsüyle” sıradan bilinçten uzak tutulan fikirlerin (çoğu zaman travmanın “anımsanmaları”) sonucu olarak ortaya çıkar. Freud, uyumsuz düşünce ya da anıların bilinçten ayrıştırılması sürecini tanımlamak için bastırma terimini kullanmıştır. Freud’un bastırmaya dair erken dönem tartışmaları, bu kavrama ilişkin en önemli fikirlerinden birçoğunu içerir: Bastırma, rahatsız edici duygulanımdan kaçınma gereksinimiyle güdülenen, dinamik ya da niyetli bir [dynamic or intentional] süreçtir; bastırma bilinçdışı bir düzeyde işler; bastırma, sansürleme edimi niteliği taşır; bastırılmış düşünceler, kendisine başka düşünceleri çekebilen bilinçdışı bir psişik çekirdek oluşturur (bastırmanın çekme-itme özelliği); bastırılmış fikirler, psişik olarak etkin kalmaya devam eder; bastırma, klinikte gözlenen direnç olgusunun arkasında yatan süreçtir; bastırılmış düşünceler [idea] potansiyel olarak patojeniktir. Freud (1894c, 1896c, 1900), bastırma kavramını yalnızca histeriyle sınırlı kalmaksızın, obsesyonel nevroz dâhil olmak üzere diğer psikopatolojilere de uygulamıştır. Genel olarak, bastırma terimi, savunma [defense] kavramıyla birbirinin yerine kullanılacak şekilde kullanılmıştır; bazı durumlarda ise, “bastırılmış olan [the repressed]”, doğrudan ” bilinçdışı [the unconscious]” ile eşanlamlı olarak kullanılmıştır ki bu yaklaşım, daha sonra zihnin topografik modeli olarak anılan kuramsal yapının temelini oluşturmuştur.

Freud (1915c), bastırma kavramına dair en ayrıntılı tartışmasını 1915 tarihli “Bastırma” başlıklı makalesinde sunmuştur. Dürtü (libido) kuramının [drive (libido) theory] formüle edilmesinden sonra kaleme alınan bu metinde, bastırma, dürtünün psişik temsilcilerine [the psychic representations of the instinct] karşı yöneltilen bir süreç olarak ele alınır. Yapısal kuram [structural theory] henüz ortaya konmamış olduğundan, bastırma burada dürtünün [=drive=trieb=dürtü] bir dönüşümü [vicissitude] olarak kavramsallaştırılmıştır. Bu makalede Freud, bastırmayı üç evreye ayırarak tanımlamıştır: İlk evre, ilksel bastırmadır (ya da birincil bastırma) [primal repression or primary repression]; bu, dürtü türevlerinin [drive derivatives] bilince erişiminin engellendiği süreçtir. Bu süreç, bilinçdışının özgün çekirdeğini oluşturur ve sonraki tüm dürtü türevleri üzerinde çekici bir etki [pull] yaratır. İkinci evre, asıl bastırmadır [repression proper] bu evrede, bastırılmış dürtü türevleriyle ilişkili tüm düşünceler ve/veya düşünce dizileri, “sonradan uygulanan bir baskı [after-pressure]” aracılığıyla bilince erişimden alıkonur. Üçüncü evre, bastırılanın geri dönüşüdür [return of the repressed]; bu süreç ilk kez 1896c yılında ortaya konmuştur. Bu evrede, bastırılmış dürtünün türevleri, “yerini tutan oluşumlar [substitutive formations]” şeklinde bilince sızar; bunlar, düşler, şakalar, dil sürçmeleri [parapraxes] ve nevrotik semptomlar biçiminde ortaya çıkar. Farklı ikame oluşum [substitute formation] biçimleri, farklı nevroz türlerine karşılık gelir.

Freud (1905b), “Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme [Three Essays on the Theory of Sexuality]” adlı eserine 1915 yılında eklediği bir dipnotta, ilksel bastırma ile asıl bastırma arasındaki ayrımın, çocukluk amnezisi [infantile amnesia] ile histerik amnezi [hysterical amnesia] arasındaki ayrıma benzerlik taşıdığını belirtmiştir. Freud, aynı yıl kaleme aldığı “Bastırma [Repression]” başlıklı makalesinde, bastırmaya dair daha önceki birçok fikrini de ayrıntılandırmıştır. Bu fikirler arasında şunlar yer alır: Bastırmanın itme-çekme [push-pull] özelliği; bastırılmış düşüncelerin psişik olarak etkinliğini sürdürme derecesi; düşüncelerin (ya da dürtüsel temsilcilerin) bastırıldıklarında neden daha yıkıcı hale geldikleri; bastırılmış olanın serbest çağrışım [free association] yoluyla nasıl ortaya çıkarıldığı; ve bastırmanın tek seferlik bir edim olmadığı, aksine sürekli bir güç harcamasını [countercathexis] gerektirdiği gerçeği.

Yapısal kuramın geliştirilmesinin ve ego psikolojisinin ayrıntılandırılmasının ardından, Freud, ego’nun çatışma durumlarında başvurduğu tüm teknikleri tanımlamak için yeniden savunma terimini kullanmaya başlamıştır. Bu bağlamda bastırma, artık yalnızca savunma mekanizmalarından biri olarak değerlendirilmiş ve özellikle histeriye özgü bir savunma biçimi olarak konumlandırılmıştır. Freud’un (1926a) yeni kuramında, savunma, tehlike beklentisiyle egonun başlattığı bir süreç olarak kavramsallaştırılmıştır; anksiyete [anxiety], artık bastırmanın sonucu değil, onun nedeni olarak ele alınmaktadır. Bu dönemde Freud (1924c, 1927b, 1938b), bastırmaya dayanmayan savunma türlerini de incelemeye başlamıştır; bunlar arasında inkâr [denial] ve/veya ego bölünmesi [splitting of the ego] gibi savunmalar yer almaktadır.

Genel olarak, Freud sonrası psikanalistler, bastırmayı, psikolojik yaşamın merkezi ve evrensel bir özelliği olarak görmeye devam etmişlerdir. A. Freud (1936), ünlü savunma mekanizmaları listesinde, bastırmaya ilk sırada yer vermiştir. Bununla birlikte, Klein (1940) ve Fairbairn (1952), bastırmaya değil, egonun içindeki bölünmelere [splits] dayanan savunmalar üzerine Freud’un erken dönem incelemelerini derinleştirmeye devam etmişlerdir. Daha yakın dönemde, Kernberg (1970a), Klein ve Fairbairn’in çalışmalarını izleyerek, yalnızca nevrotik düzeydeki kişilik örgütlenmesinin bastırmaya dayalı savunmalar üzerine kurulu olduğunu, buna karşılık sınır düzeydeki kişilik örgütlenmesinin ise bölme [splitting] temelinde işlediğini öne sürmüştür. Kendilik psikologları [self psychologists] da, psikopatolojinin nedeni olarak yalnızca bastırma [yatay yarık – horizontal split] değil, aynı zamanda psişikteki dikey bir yarılma [vertical split] üzerinde de durarak bu kavrama özel bir vurgu yapmışlardır.

Bazı kişilerarası psikanalistler [interpersonal psychoanalysts], psikanalitik klinisyenin karşılaştığı güdülenmiş bilmeme [motivated not-knowing] en önemli biçiminin bastırma değil, çözülme [dissociation] ve/veya “biçimlenmemiş deneyim [unformulated experience]” olduğunu ileri sürmüşlerdir; bu görüş, Sullivan’ın (1953a) “seçici dikkatsizlik [selective inattention]” kavramına benzerlik taşımaktadır (D. B. Stern, 1997).

Psikanaliz, bilişsel psikoloji ve sosyal psikoloji alanlarında, bastırma kavramını inceleyen çok sayıda ampirik çalışma bulunmaktadır; bu çalışmalar, bastırmayı farklı şekillerde, örneğin “güdülenmiş unutma [motivated forgetting]” ya da “çatışmalı bilişsel içeriklerin uzaklaştırılması [warding off of conflictual cognitive contents]” biçiminde adlandırmaktadır. Psikanalistler arasında, Shevrin ve arkadaşları (1996), bastırma ve dinamik bilinçdışı süreçleri incelemek üzere deneysel paradigmalar geliştirmiştir. Bu araştırmalarda söz konusu kavramlara, psikodinamik, bilişsel ve nörofizyolojik bakış açılarıyla yaklaşılmıştır. Singer (1995), bastırma kavramını çevreleyen tarihsel, kuramsal, psikobiyolojik ve yöntemsel meseleleri, ayrıca araştırma modellerini ve ampirik verileri incelemek amacıyla, psikanalitik ve bilişsel psikolojik perspektiflerden gelen araştırmacıları bir araya getirmiştir. Westen (1997), bastırmaya yönelik psikanalitik yaklaşımı, bilişsel ve sosyal psikolojiden elde edilen ampirik verilerle bütünleştirmeye çalışmıştır. Gassner ve arkadaşları (1982) ise, klinik ortamda savuşturulmuş [warded-off] içeriklerin nasıl ortaya çıktığını incelemişlerdir. aron ve Widener (2001), bastırılmış anılar [repressed memories] olgusunu incelemişlerdir. Eagle (2000) ile Weinberger, Schwartz ve Davidson (1979) ise, bastırıcı tarz [repressive style] kavramına ilişkin ampirik kanıtları gözden geçirmiş; bu tarzın fiziksel (fizyolojik) karşılıkları, maliyetleri ve faydaları üzerinde durmuşlardır.

Okuduğunuz metin  “PSYCHOANALYTIC TERMS & CONCEPTS (2012), Edited by Elizabeth L. Auchincloss ve Eslee Samberg, American Psychoanalytic Association”ın Repression maddesinin çevirisidir.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir