Kendilik (Self) Nedir?


Kendilik [self], psikanalizde çeşitli anlamlarda kullanılır ve şu şekillerde tanımlanabilir:

  1. Kişinin dış dünyadaki bütün varlığı, bedenini ve zihnini kapsayan haliyle tüm kişiliği;
  2. Öznel kendilik duygusu [sense of self], yani “Ben (I)”;
  3. Benlik/ego [ego] içinde yer alan bir temsili yapı ya da temsiller bütünü;
  4. Kendiliğe ilişkin çeşitli yönleriyle kurgulanan bir fantezi [fantasy];
  5. Kendilik psikolojisi [self psychology] bakış açısından, yaşantı ve eylemi yöneten kişisel bir ruhsal çekirdek [psychic core].

Kendilik kavramı genellikle öteki [other] ile karşıtlık içinde ele alınır; öteki genellikle nesne [object] olarak adlandırılır. Kendilik terimi, şu kavramlardan da ayırt edilmelidir:

  • Benlik [ego]: Ruhsal dengeyi [homeostasis] ve çevreye uyumu sağlamakla görevli içsel psişik yapı,
  • Kimlik [identity]: Bireyin kendini benzersiz bir kişi olarak, ait olduğu kültürel çevre içinde süreklilik arz eden biçimde deneyimlemesi,
  • Karakter [character]: Kişinin kalıcı davranış örüntüleri, tutumları, bilişsel tarzları, duygudurumları ile birlikte, tipik öz-düzenleme biçimleri, uyum stratejileri ve başkalarıyla ilişki kurma yolları.

Son dönemlerde bazı psikanalistler özne [subject] terimini tercih etmektedirler; çünkü kendilik teriminin, aşırı derecede ayrışmış, nesneleştirilmiş ve yanıltıcı biçimde tekil bir zihinsel yapı anlamına geldiği yönünde eleştiriler öne sürülmüştür (bkz. Ogden, 1996b). Person [kişi] kavramı ise, yeterince içsel/ruhsal bir terim olmaması nedeniyle, psikanalitik kuram içinde teorik açıdan çok yer bulamamıştır.

Kendilik terimi, psikanaliz içerisindeki neredeyse tüm kuramsal yaklaşımlar açısından önemlidir; çünkü öznel yaşantının merkezinde yer alan “Ben” deneyimini konuşmaya imkân tanıyan bir kavramsal çerçeve sunar. Kendilik, aynı zamanda zihinsel yaşantıyı bileşenlerine ayırmaya çalışsak bile, bütünlüklü ve tutarlı bir zihinsel çekirdeğin varlığını sürdürebileceğini hatırlatan bir kavramdır. Son olarak, çoğu analist, bazı psikopatoloji türlerinin en iyi biçimde kendilik yaşantısındaki bozulmalarla ya da kendilik ve nesne temsillerindeki [self and object representations] bozulmalarla açıklanabileceği konusunda hemfikirdir.

Kendilik terimini kullanan analistlerin çoğu, bu kavramın bazı temel özellikleri konusunda uzlaşmaktadır:

  • Hem bilinçli hem bilinçdışıdır.
  • Hem gerçekçidir hem de savunmacı çarpıtmalara maruz kalabilir.
  • Birbirinden farklı birçok kendilik yaşantısından oluşur ve bu yaşantılar az ya da çok tutarlı bir bütünlük içinde örgütlenmiştir.
  • Hem durağan hem de değişkendir; bu değişim hem içsel hem de dışsal koşullara bağlıdır.
  • Ve doğuştan gelen özellikler, gelişimsel olgunlaşma ve başkalarıyla içselleştirilmiş etkileşimleri içeren karmaşık bir gelişimsel geçmişe sahiptir.

Bununla birlikte, kendiliğin doğrudan ve öznel yaşantısını tanımlayan terim ile faillik [agency] ve güdülenme [motivation] gibi daha soyut yönleri açıklamak için kullanılan kavramları nasıl bütünleştireceğimiz konusunda her zaman bir tartışma olagelmiştir. Örneğin, geleneksel ego psikolojisinde [ego psychology], temel güdüleyici öğeler dürtülerdir [drive]; ego ise bu dürtüleri yönetmek ve onları dış dünya ile uzlaştırmakla görevli işlevler bütünüdür. Bu yaklaşımda kendilik, ego yapısı içinde yer alan bir temsil [representation] ya da içerikler bütünü olarak kavramsallaştırılır. Buna karşılık, özellikle kendilik psikolojisi alanındaki kuramcılar, kendiliğin kendi başına bir yapısal bütünlük olduğunu ve kendi özgün güdüleyici dinamiklerine sahip, indirgenemez bir motivasyon kaynağı olduğunu öne sürerler. Kendilik kavramına ilişkin diğer tartışmalar şunları içerir:

  • Kendilik yaşantısının ne kadarı özneldir ve ötekiyle kurulan yaşantıdan bağımsızdır?
  • Bütünlüklü ve birleşik bir kendilik yaşantısına sahip olmak ne ölçüde mümkündür?
  • Kendiliğe ait evrensel özellikler var mıdır?
  • Kendilik, biçimlendirilmemiş ya da temsili olmayan yaşantıları da kapsar mı?

Freud, yazılarında kendilik (Selbst) ve benlik (das Ich) terimlerini esnek biçimde kullanmıştır. Das Ich -standard Edition’da İngilizceye “Ben (the I)” değil, “ego (the ego)” olarak çevrilmiştir- hem bir zihinsel etmenlik hem de kişisel bir kendilik yaşantısını ifade etmek için kullanılmıştır. Kendilik kavramının benlikten ayrı ve özgül bir yapıyı temsil edecek şekilde gelişimi ise, zamanla ortaya çıkmış ve bu gelişim hem klinik hem de kuramsal baskılarla şekillenmiştir. Örneğin, 1914 yılında, büyük ölçüde Jung’un libido kuramına yönelik eleştirilerine bir yanıt olarak, Freud (1914e), narsisizmi [narcissism], ego’ya yapılan libidinal yatırım olarak kavramsallaştırmıştır. Freud, narsisizm kavramını kullanarak her şeye yetebilme [omnipotens], büyüklük fantezileri [grandiyözite], idealizasyon [idealization] ve narsisistik nesne seçimleri [narcissistic object choice] gibi fenomenleri açıklamaya çalışmıştır. Özellikle, Freud kendilik-değerinin [veya öz-değerin] [self-esteem] kökenlerini çocuksu narsisizmin her şeye yetebilme yaşantısına dayandırmış ve kendilik-değerinin, bireyin ideallerini gerçekleştirmesi, ego idealiyle [ego ideal] benzer niteliklere sahip bir kişiyi sevmesi ya da onun tarafından sevilmesi yoluyla pekiştirildiğini öne sürmüştür. Jung ise bu yaklaşımdan farklı olarak, kendiliği, ego’dan ayrı, örgütleyici bir arketip olarak kavramsallaştırmış ve bu yapının bireyde daha bütünlüklü [wholeness] bir yaşantıya yol açtığını ileri sürmüştür. Ancak Freud (1923a), ego ile kendilik arasında hiçbir zaman tam anlamıyla net bir ayrım yapmamıştır. 1923’te, egoyu kişisel olmayan bir “psişik aygıt [psychic apparatus] içinde yürütücü etmen [executive agency] olarak konumlandırmasına rağmen, ego kavramını belirsiz biçimde kullanmaya devam etmiştir. Daha sonraki kuramların öncüsü sayılabilecek bir yaklaşımla Freud, kendiliğin gelişimini nesne ilişkileri bağlamında da vurgulamış ve özdeşim [identification] kavramına dikkat çekmiştir. Şöyle ifade etmiştir: “Egonun karakteri, terk edilmiş nesne yatırımlarının [abandoned object cathexis] tortusudur.” Burada Freud, çocuğun anne babaya yönelttiği libidinal arzularından vazgeçip, onların yerine özdeşimleri koymasıyla birlikte karakterin oluştuğunu kastetmektedir.

Jung’un yanı sıra, öznel, yaratıcı ya da yaşantılayan psişik yönleri tanımlamak amacıyla çeşitli kendilik (self) kavramları öneren başka kuramcılar da olmuştur (Ticho, 1982). Örneğin, Federn (1952) her ne kadar ego terimini kullanmaya devam etmiş olsa da, bu terimi kişinin kendi zihin ve bedenine dair öznel yaşantısını, yani kendilik duyumu kavramını [sense of self] ifade etmek için kullanmıştır. Sullivan (1953a) özellikle Freud’un yapısal kuramını reddetmiş ve bunun yerine, kişiliğin merkezinde yer alan öznel “Ben” olarak tanımladığı bir kendilik kavramından söz etmiştir. Ona göre bu kendilik, birey ile dış dünya arasındaki etkileşimin merkezi olarak işlev görür ve bakım verenlerin “yansıtılmış değerlendirmeler”inin [reflected appraisals] içselleştirilmesi yoluyla gelişir. Kendilik, çeşitli kendilik kişileştirmelerini [self personifications] içerir. Bunlar arasında “iyi-ben [good-me]”, onaylayıcı ve sakin bir anneyle kurulan etkileşimde gelişir; zamanla kendilik-değeri ve özgüveni [confidence] destekler. “Kötü-ben [bad-me]”, kaygılı ya da sıkıntılı bir anneyle etkileşim sonucu gelişir ve cezalandırıcı bir vicdan yapısına yol açar. Üçüncü bir bileşen olan “ben-olmayan [not-me]”, annenin “yasaklayıcı jestlerine [forbidding gestures]” karşılık gelişir ve bilinçli farkındalığa kapalı, biçimlendirilmemiş yaşantılar [unformulated experience] içerir. Kendilik sistemi [self system] ya da kendilik dinamizması [self dynamism], kendiliğe aykırı deneyimlerin ortaya çıkmasını engellemeye yönelik tüm savunma manevralarından oluşur. Rado (1956b) da ego yerine eylem-kendilik [action self] terimini tercih etmiştir; çünkü kendilik kavramının, daha az mekanistik ve daha betimleyici bir yapıya sahip olması gerektiğini savunmuştur.

Anaakım psikanaliz içinde, Hartmann (1950), kişi [person], kendilik [self] ve ego [ego] kavramlarını birbirinden ayıran kuramcı olmuştur. Ona göre:

  • Kişi, tıpkı dış nesne [external object] gibi dış dünyada var olan bir yapıdır.
  • Kendilik ya da kendilik temsili [self representation] ise, “Ben”e ait zihinsel temsillerin bir toplamıdır ve bu temsiller, nesne temsilleriyle karşılıklı bir ilişki içerisindedir.
  • Kendilik temsilleri (ve nesne temsilleri) ego yapısı içinde yer alan betimleyici kavramlardır.

Kendilik, ego ile aynı soyut metapsikolojik düzlemde yer almaz; çünkü psişik aygıt içinde bir sistem ya da işlevsel bir fail (agency) değildir. Hartmann, Freud’un terimsel belirsizliğini düzeltmeye çalışarak, narsisizmi, kendiliğe bir yatırım, ya da daha doğru bir ifadeyle kendilik temsilinin libidinal yatırımı [cathexis] olarak tanımlamıştır -ve bunu, ego’ya yapılan yatırımdan farklı bir biçimde ele almıştır. Jacobson (1964), kendilik ile ego arasındaki ayrımı daha da keskinleştirmiştir. Kendiliğin (ve kendilik temsilinin) gelişimini, nesne ilişkilerinin gelişimiyle eşzamanlı olarak tanımlamıştır. Ona göre, kendilik-değeri (self-esteem), kendilik temsili ile kişinin arzulanan kendilik kavramı [wishful concept of the self] arasındaki mesafenin bir yansımasıdır. Yaklaşık aynı dönemde, Erikson (1950, 1956), ergenlikte kimliğin oluşumuyla sonuçlanan gelişimsel evrelerin sonunda ulaşılan bir yapı olarak ego kimliği [ego identity] kavramını öne sürmüştür. (Bu kavram, daha sonra Hartmann’ın ego ile kendilik arasındaki ayrımı netleştirme çabalarına saygı gösterilerek yalnızca kimlik [identity] olarak adlandırılmıştır.) Schafer (1968b), kendilik deneyiminin anlatısal [narratif] yönlerini ayrıntılandırmış ve kendiliği şu biçimlerde tanımlamıştır: mekân olarak kendilik [self as place], etmen olarak kendilik [self as agent] ve nesne olarak kendilik [self as object]. Ayrıca, reflektif kendilik temsilinin [reflective self representation] -ya da bu temsilin yokluğunun- zihinsel yaşamın birçok yönündeki rolünü de açıklamıştır. W. Grossman (1982) ise, kendilik deneyiminin fantezi [fantasy] boyutuna özellikle vurgu yapmıştır.

Hartmann ve Jacobson’un aksine, Klein, kendilik ve ego terimlerini genellikle birbirinin yerine kullanmış, ancak çoğunlukla ego terimini tercih etmiştir. Klein’ın kuramında ego (ya da kendilik), nesne ilişkileriyle birlikte, potansiyel olarak yok edici nitelikteki saldırganlıkla ilişkili tehlikeler içinde gelişir. Onun tanımladığı paranoid/şizoid [paranoid/schizoid] ve depresif konum [depressive positions], sevgi ve nefretin -ve bunlarla birlikte kendilik ve nesnenin– iç dünyada nasıl yönetildiğini anlatan temel gelişimsel yapıları ortaya koyar.

Kendilikkavramı, Biritanya Orta Kuşak [British Middle School] ile birlikte köklü bir dönüşüm geçirmiştir. 1940’larda, Fairbairn (1941), psikolojik güdülenmenin merkezine yerleştirilen libido kavramının üstünlüğüne meydan okumuş ve ego terimini, günümüzdeki kendilik anlayışına daha yakın biçimde kullanmıştır. Freud’un egosunun aksine, Fairbairn’ın egosu, gerçekliğin hazsız deneyimleri [unpleasurable experiences] sonucu id’den türememekte, doğuştan var olan ve nesne arayışına yönelmiş bir yapı olarak tanımlanmaktadır. Fairbairn’a göre, ilk ilişkilerde yaşanan hayal kırıklıklarına [frustration] yanıt olarak, başlangıçtaki “saf ego [pristine ego]” üçe bölünür:

  1. Merkezi ego” [central ego] ya da “Ben”,
  2. Libidinal ego [libidinal ego]”,
  3. Anti-libidinal ego [antilibidinal ego]” ya da “içsel sabotajcı [internal saboteur]”.

Bu üç ego durumu (ya da kendilikler) ayrı ayrı içsel nesnelerle eşleştirilmiştir. Winnicott (1958b, 1960a, 1960b, 1963a) ise Fairbairn’ın izinden giderek egoyu kendilik ya da bütün kişi [whole person] olarak yeniden tanımlamış, başkalarıyla ilişkide tanınma ve destek arayan özne olarak ele almıştır. Winnicott’a göre kendilik, “spontan mimiğin [spontaneous gesture]” ve “kişisel fikrin [personal idea]” kaynağıdır. Fairbairn’dan farklı olarak Winnicott, annenin gerçek kişiliğine ve onun öznel yaşantısına daha fazla vurgu yapmıştır. Ona göre, annenin tutan [holding] bir çevre oluşturduğu koşullarda, bebeğin kendini her şeye kadir [omnipotent] olarak deneyimlemesi, sağlıklı ve yaratıcı bir kendilik [healthy and creative self] gelişimi için gereklidir. Bu süreçte, “yeterince iyi anne [good-enough mother]“, çocuğun yaşantılarını ve jestlerini aynalayarak [mirroring] dünyayı çocuğa tanıtır. Çocuk baktığında, görülür -böylece var olur. Winnicott, gerçek kendilik [true self] ile sahte kendilik [false self] arasına net bir ayrım koymuştur. Gerçek kendilik, bireyin içinde yaşadığı canlılık duygusunu, yaratıcılığı ve özgünlüğü ifade ederken; sahte kendilik, anlamsızlık [futility], sömürülme [exploitation] ve dağılmışlık [fragmentation] deneyimleriyle ilişkilidir.

Kohut’un (1971, 1977) çalışmaları, hem narsisizm kuramı hem de kendilik kavramı açısından önemli bir dönüm noktası olmuş ve kendilik psikolojisinin [self psychology] gelişimine öncülük etmiştir. Kohut, kendiliği hem yaşantıya yakın -yani öznel deneyimin merkezibir kavram olarak hem de yaşantıdan uzak, metapsikolojik bir kavram -yani kendine özgü bir eylem programına sahip üst-düzey bir yapı- olarak olarak değerlendirmiştir. Kohut’a göre kendilik, eylenliğin/özneliğin [agency] kaynağıdır; eylemleri başlatandır; duygulanım düzenlemesinin [affect regulation] merkezidir. Aynı zamanda, öz-değerin [self esteem] ve zamansal ve mekânsal süreklilik duygusunun da kaynağıdır. Sonuç olarak, Kohut, kendiliği iki kutuplu bir yapı olarak [bipolar self] tasarlamıştır. Bu yapının bir kutbunda, güç ve tanınma arzuları [strivings for power and recognition] yer alır, diğer kutbunda ise, idealleştirilmiş hedefler [idealized goals] bulunur. Bu iki kutup arasında ise, temel yetenekler ve becerilerden oluşan bir gerilim yayı [tension arc] yer alır; bu yay, bireyin hem hırslarını [ambitions] hem de ideallerini [ideals] gerçekleştirmesine olanak tanır. Winnicott’a benzer biçimde, Kohut da yapısal olarak sağlıklı bir kendiliğin, ancak başka bir kişiyle kurulan empatik bir ilişki yoluyla gelişebileceğine inanmıştır. Bu ilişkiyi sürdüren kişi -Kohut’un terimiyle “kendiliknesnesi [selfobject]“- gelişmekte olan kendiliğin henüz kendi içinde barındırmadığı yaşamsal işlevleri sağlar. Gerçekten de Kohut için kendilik, ayrılmaz biçimde bir kendilik–kendilik nesnesi matrisi içine gömülüdür. Winnicott’a benzer şekilde, bütünlüklü kendilik deneyimini, çevresel desteğin yokluğuyla ortaya çıkan kendilik parçalanması [fragmentation of the self] ya da kendilik bozukluklarıyla [disorders of the self] karşıtlık içinde ele almıştır. Kendilik bozuklukları, özellikle bütünleşmemiş, çocuksu grandiyöz bir kendiliği [grandioseself] yansıtan çözülmüş [dissosiye olmuş] bir kendilik durumunu [self
state
] ifade eder. Psikanalitik tedavi sürecinde, kendilik bozukluğu olan hastalar, kendiliğin özgün ihtiyaçlarının, çeşitli kendilik nesnesi aktarımı [selfobject transference] biçimlerinde yeniden etkinleşmesini yaşarlar.

Klein, Jacobson, Fairbairn, Winnicott ve Kohut’un çalışmalarını kendi sentezinde birleştiren Kernberg (1975), nesne ilişkileri kuramı ile ego psikolojisinin bir entegrasyonunu önermiştir. Kernberg, sağlıklı nesne ilişkilerinin gelişiminde iki temel görevin önemini vurgulamıştır:

  1. Kendilik-nesne ayrışması/farklılaşması [self–object differentiation]
  2. Kendilik ve nesneye ilişkin “tümüyle iyi [all good]” ve “tümüyle kötü [all bad]” yaşantıların, normal ve “bütünlüklü [whole]” kendilik ve nesne temsillerinde bütünleştirilmesi.

Mahler’in çalışmalarını takiben, Kernberg, kendilik yaşantısının çelişkili yönlerini bütünleştirme kapasitesine kendilik sürekliliği [self constancy] adını vermiştir. Kernberg’e göre, bu gelişimsel görevlerin başarıyla tamamlanamaması, psikotik ve/veya sınır psikopatoloji ile ilişkilidir. Narsisistik patoloji, patolojik grandiyöz kendilik [pathological grandiose self] olarak adlandırılan bir yapının oluşumunu yansıtır (bu terim A. Reich ve Kohut’tan ödünç alınmıştır). Bu yapı, fiili kendiliğin [actual self], ideal kendilik [ideal self] ve ideal nesne temsilleriyle savunmacı füzyonunun [defensive fusion] bir ürünüdür.

Çağdaş kişilerarası [interpersonal] ve ilişkisel [relational] psikanalistler, kendiliğin ve kendilik sisteminin kişilerarası matris içinde gelişimine vurgu yaparak, klinik durumu, biçimlendirilmemiş [unformulated], bilinçdışı kendilik durumları biçiminde varlığını sürdüren dissosiyatif [dissociated] deneyimlerin ortaya çıkmasına olanak tanıyan bir bağlam olarak görürler. Terapi etkileşimi, daha bütünlüklü bir kendilik tanımına [self definition] ulaşma olasılığı sunar (P. Bromberg, 1991; D. B. Stern, 1997). Benzer bir bakış açısından hareketle, Fonagy ve arkadaşları (2002), anne tarafından yeterince aynalanmamış [mirroring] yaşantıların bütünleştirilemeden kaldığını ve sonrasında yabancı bir kendilik [alien self] olarak deneyimlendiğini öne sürmüşlerdir. Tedavi yoluyla geliştirilen zihinselleştirme [mentalization] kapasitesindeki artış, daha bütünlüklü bir kendilik entegrasyonu için olanak sağlar. Son kırk yıl içinde, bebek araştırmacılarının çalışmalarına karşılık olarak, kendilik kavramı giderek daha gelişimsel bir yöne evrilmiştir. Pek çok psikolog ve psikanalist, kendiliğin gelişimine yönelik modelleri araştırmaya devam etmiş; bu süreçte mizaç, bedenin erken yaşantıları ve bebek–bakımveren etkileşimlerinin katkılarına odaklanmışlardır. Aynı zamanda, sosyal psikoloji, bilişsel psikoloji, bağlanma kuramı ve bilgi işleme gibi komşu disiplinlerden gelen bilgiler de bu modellerle bütünleştirilmiştir. Örneğin, D. N. Stern (1985), bebek ile bakımveren arasındaki öznelerarası matris [intersubjective matrix] içinde bebeklik döneminde gelişen dört ve daha sonra beş kendilik duyumunu [senses of self] tanımlamıştır: duyumların ve duygulanımların bütünleşmesine dayanan ortaya çıkan kendilik [emergent self]; etmenlik duygusu, kişisel duygular ve kişisel tarihe köklenen çekirdek kendilik [core self]; başkalarının zihinlerinin farkına varılmasıyla kurulan ve öznel yaşantılar hakkında iletişim kurmayı mümkün kılan öznel kendilik [subjective self]; yaşantıyı semboller aracılığıyla ifade edebilen sözel kendilik [verbal self]; ve ebeveynler ve kardeşlerle birlikte inşa edilen otobiyografik öykülerden türeyen, önceki tüm kendilik duyularını daha ileri düzeyde örgütleyen anlatısal kendilik [narrative self]. Stern ayrıca, bebeğin gelişen öznelerarasılık kapasitesinin bir parçası olarak, hem kendilik ile öteki arasındaki [self versus other] ayrımı hem de öteki ile birlikte bir kendilik [self with other] duyumunu nasıl oluşturduğunu da tanımlamıştır. Emde (1988), doğuştan itibaren var olan temel içsel güdüler arasına öz-düzenlemeyi [self-regulation] de dahil etmiştir. Stern’e benzer biçimde, Emde de “bağlantılılık içinde özerklik [autonomy with connectedness]” kavramını öne sürmüş ve ayrılık ile ilişkiselliğin bir arada var olduğunu savunmuştur.

Kendilik kavramının çeşitli yönleri ampirik araştırmalara konu olmuştur. Auerbach ve Blatt (1996), ağır psikopatolojilerde kendilik temsilini incelemişlerdir. Westen (1985, 1990a), kendiliğin dört yönünü ayırt etmiştir: benmerkezcilik [egocentrism], kendiliğe ve ötekilere yapılan duygusal yatırımın [emotional investment] düzeyi ve niteliği, kendilik kavramı [self concept] ve kendilik-değeri [self-esteem]. Bu dört olgu arasındaki ilişkileri inceleyen Westen, bunların birbirine bağımlı ancak ayrı gelişimsel çizgiler olduğunu sonucuna varmıştır. Westen, bu dört olgu arasındaki ilişkileri incelemiş ve bunların birbirine bağımlı ancak ayrı gelişimsel çizgiler olduğunu sonucuna varmıştır. Hem Westen hem de Horowitz (1987), kendiliğin psikanalitik kavramını [psychoanalytic concept of self], bilişsel, sosyal ve gelişimsel psikolojiden elde edilen ampirik kanıtlarla bütünleştirmeye çalışmışlardır. Bers ve arkadaşları (1993), tedavi süreci boyunca kendilik temsilinin çeşitli yönlerinin nasıl değiştiğini incelemeye çalışmışlardır. Gallese ve Umità (2002) ise, kendilik kavramına ilişkin bilişsel psikoloji ve bilişsel sinirbilimden elde edilen kuramsal ve ampirik verileri, psikanalitik kuramlarla bütünleştirme girişiminde bulunmuşlardır.

Okuduğunuz metin  “PSYCHOANALYTIC TERMS & CONCEPTS (2012), Edited by Elizabeth L. Auchincloss ve Eslee Samberg, American Psychoanalytic Association”ın Self maddesinin çevirisidir.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir