Savunmayı Değerlendirme (5. Bölüm)


Okuyacağınız metin Nancy McWilliams’ın Psychoanalytic
Case Formulation
adlı kitabının 5. Bölümünün çevirisidir -çeviri için ChatCPT kullanılmıştır. Tüm bölümler için şuraya bakabilirsiniz.

Psikanalitik düşünce, uzun zamandır savunma süreçleri (defensive processes) olarak bilinen mekanizmaların anlaşılmasıyla karakterize edilmiştir. Freud’un psikopatolojiye yönelik orijinal merakı, dissosiyasyon (dissociation) veya inkâr (disavowal) olarak değerlendirebileceğimiz bazı gözlemlerle başlamıştır (Freud, 1894): Bir kişi nasıl hem bir şeyi bilebilir hem de aynı anda bilemez? Bu genel savunma konusunu, Psychoanalytic Diagnosis kitabımın Beşinci ve Altıncı Bölümlerinde ele aldım; kavramsal arka plan için okuyucuya bu bölümlere başvurmasını öneririm. Diğer özetler ve bakış açıları için ise A. Freud (1936), Laughlin (1967) ve Vaillant (1992) gibi kaynaklar incelenebilir. Burada esas kaygım, bir kişinin savunma eğilimlerini değerlendirmenin psikoterapiyi mümkün olduğunca etkili hale getirmeye nasıl katkıda bulunduğunu göstermek. Alışkanlık haline gelmiş savunmalar (habitual defenses), Reich’in (1933) etkileyici bir şekilde “karakter zırhı” (character armor) olarak adlandırdığı biçimde sertleşmiş olanlar ve daha çok durumsal olarak tetiklenmiş reaktif savunmalar (reactive defenses) üzerinde duracağım.

Bir anlamda, görüşme sürecinin tamamı savunma mekanizmalarını tetikler; bu durum, klinisyene danışanın özel ve acı verici bilgileri bir yabancıya açıklamaya davet edilmenin stresiyle nasıl başa çıktığını gözlemleme fırsatı sunar. İnsanlar, güçlü bir umut ve utanç (hope and shame) birleşimiyle terapistlere gelirler. Bir yandan mücadele ettikleri psikolojik meseleleri açığa vurmak isterken, diğer yandan bu meseleleri en aza indirgeyerek terapistin kendilerine karşı, kendi kendilerine oldukları kadar olumsuz yaklaşmamasını sağlamaya çalışırlar. Danışanlar, aynı anda hem savunmasız olmaya çabalar hem de anksiyeteleri (anksiyete) nedeniyle alışılmıştan daha savunmacı hale gelirler. Bu nedenle, terapistin savunma mekanizmalarına ilişkin gözlemlerinin çoğu, kişinin görüşme sırasında genel davranışlarından kaynaklanır. Bununla birlikte, savunma işlevini özellikle vurgulayan bazı spesifik sorular şunları içerebilir: “Kaygılı olduğunuzda genelde ne yaparsınız?”, “Üzgün olduğunuzda kendinizi nasıl teselli edersiniz?”, “Temel kişiliğinizi yansıttığı iddia edilen favori aile hikayeleriniz var mı?”, “Diğer insanlar sizinle ilgili ne tür gözlemler, eleştiriler veya şikayetlerde bulunma eğilimindedirler?”, “Bana karşı nasıl bir tepki verdiğinizi fark ediyorsunuz?”

Psikanalitik kavramlar arasında, bazıları ampirik yöntemlerle çalışılması zor olan bir üne sahip olsa da, savunma (defense) en titizlikle araştırılmış olanlardan biridir. Savunma süreçlerinin öznel ve istemsiz doğasına rağmen ve “savunma” (defense) hâlâ hipotetik bir yapı olarak kabul edilse de, “bastırma” (repression), “inkâr” (denial), “geri çekilme” (withdrawal), “idealleştirme” (idealization) gibi mekanizmaları operasyonel hale getirerek kontrollü deneylere açık hale getirmek mümkündür. Savunma kavramı -bazen psikanalitik çağrışımlardan arındırılmış bir terim olan “başa çıkma stili” (coping style) etiketiyle- yeterince ampirik doğrulama kazanmış ve DSM-IV’e dahi dahil edilmiştir (Eksen VI: Savunma İşlevi Ölçeği (Defensive Functioning Scale), “İleri Çalışmalar İçin Sağlanan Kriter Setleri ve Eksenler” başlığı altında). Ancak bu, teşhis bilgilerinin tamamlayıcı ve isteğe bağlı bir kategorisi olarak kabul edilmiştir. Vaillant ve McCullough (1998), savunmaların Eksen II tanımlamaları açısından teşhis edici önemine ilişkin araştırma bulgularını sunmuşlardır. Bu tanımların mevcut versiyonları daha çok gözlemlenebilir davranışlara odaklanmakta, içsel motivasyonları ise geri planda bırakmaktadır. Bu durum, geçerliliği (validity) güvenilirlik (reliability) lehine feda etme eğilimini beraberinde getirmiştir.

Vaillant’ın (1971) belirttiği gibi, savunmalar kişinin şu unsurların herhangi birini veya tamamını algılama şeklini değiştirebilir: kendilik (self), öteki (other), fikir (idea) veya duygu (feeling). Savunmalar şu alanlarda işleyebilir: Biliş (cognition): Örneğin, acı verici durumlardan fikirleri manipüle ederek rahatlama sağlamaya çalışan rasyonalizasyon (rationalization). Duygu (emotion): Örneğin, rahatsız edici bir duyguyu tersine çevirerek başa çıkan tepki oluşumu (reaction formation). Davranış (behavior): Örneğin, acı veren çatışmalardan dışsal davranışlarla kaçış sağlayan dışa vurum (acting out). Bunların bir kombinasyonu: Örneğin, tersine çevirme (reversal), hem biliş hem de davranış yoluyla işler: “Bu duyguyu hisseden ben değilim—sensin, bu yüzden senin varsayılan duygunu hafifletmek için sana bu şekilde davranacağım.”

Psikanalitik akademisyenler arasında, bazı savunmaların diğerlerine göre daha iyi genel uyumlar sağladığı konusunda genel bir fikir birliği bulunmaktadır (örneğin, Laughlin, 1967; Kernberg, 1984). Ayrıca, savunmaların göreceli psikopatoloji açısından bir hiyerarşiye yerleştirilebileceğini varsaymak için sağlam bir ampirik temel vardır (Weinstock, 1967; Haan, 1977; Vaillant, 1977). Ancak, sağlıksız savunmaların sağlıklı olanlardan sapma gösterdiği bir normatif savunma modeli mevcut değildir. Terapistler arasında, Kernberg’in (örneğin, 1984), ilkel ya da birincil (primitive or primary) ve ikincil ya da olgun (secondary or mature) savunmalar arasında ayrım yapma gerekçesi muhtemelen en yaygın kabul gören yaklaşımdır. Kernberg şöyle der:
“Bastırma (repression) ve buna bağlı yüksek düzeyli mekanizmalar -tepki oluşumu (reaction formation), izolasyon (isolation), telafi (undoing), entelektüelleştirme (intellectualization) ve rasyonalizasyon (rationalization) gibi- egoyu, dürtü türevlerinin ya da bunların düşünsel temsillerinin, ya da her ikisinin, bilinçli egodan reddedilmesi yoluyla, içsel çatışmalardan korur. Bölme (splitting) ve buna bağlı diğer mekanizmalar ise, egoyu, çelişkili kendilik ve önemli diğerleri deneyimlerini ayrıştırma ya da aktif olarak ayrı tutma yoluyla çatışmalardan korur.” (s. 15)

“Diğer ilgili mekanizmalar” (other related mechanisms) arasında ilkel idealleştirme (primitive idealization), yansıtmalı özdeşim (projective identification), inkâr (denial), her şeye kadirlik (omnipotence) ve ilkel değersizleştirme (primitive devaluation) bulunmaktadır. Daha önce belirttiğim gibi (McWilliams, 1994, s. 98), daha arkaik savunmalar (more archaic defenses), genellikle kendilik ile dış dünya arasındaki sınırla ilgilidir. Buna karşılık, daha üst düzey süreçler (higher-order processes) ego, süperego ve id gibi yapılar arasındaki veya egonun gözlemci (observing) ve deneyimleyen (experiencing) parçaları arasındaki içsel sınırlarla ilgilenir.
İnsanların savunma örüntüleri (pattern), sesleri ya da parmak izleri kadar bireyseldir. Bazı insanlar, öfkeye karşı savunma olarak üzüntüyü kullanırken, diğerleri üzüntüye karşı savunma olarak öfkelenir. Bazıları yaygın bir utanç (shame) duygusuna karşı savunma geliştirirken, diğerleri suçluluk (guilt) hissetmemek için çaba gösterir. Kimi bireyler geniş bir savunma repertuarına sahipken, kimileri koşullardan bağımsız olarak birkaç denenmiş ve güvenilir mekanizmayı tekrar tekrar kullanır. Birine yardımcı olabilmek için, onun düşünceleri, duyguları ve davranışları rahatsız edici içsel durumları hafifletmek için nasıl kullandığını anlamamız gerekir.

KLİNİK VE (VERSUS) ARAŞTIRMA AMAÇLI SAVUNMA DEĞERLENDİRMESİ

Araştırma amaçları için, gözlemlenebilir davranışları vurgulayan nosolojiler, içsel ve çıkarımsal süreçleri kullananlara göre tercih edilir. Ancak, klinik uygulamada, bir kişinin davranışını dışarıdan bir gözlemci gibi doğru bir şekilde tanımlamaktan ziyade, bu davranışın anlamını bilmek daha önemlidir. Antisosyal kişilik bozukluğu (veya betimleyici psikiyatri ve psikanalizin eski dilindeki adıyla psikopati) fenomeni, çoğunlukla gözlemlenebilir davranışlara dayalı bir değerlendirmenin, bir kişinin çıkarımsal savunma eğilimlerinin anlamını göz ardı etmesinin sınırlamalarını iyi bir şekilde örnekler. 1980’den itibaren DSM, psikopatik fenomenleri tanımlarken teorik türetim yerine betimsel (descriptive) ve ampirik olarak belirlenmiş (empirically determined) kriterleri tercih eden sosyolog Lee Robins’in (örneğin, 1966) antisosyal davranışlarla ilgili araştırmalarına büyük ölçüde dayanmıştır. Robins’in, antisosyal kişilik bozukluğunu değerlendirmek için geliştirdiği davranışsal ve gözlemlenebilir kriterler, psikanalistin motivasyon ve kişisel anlamla ilgilenmesine karşın, sosyoloğun geleneksel normlardan sapmalarla ilgisini yansıtır. Bu nedenle bu kriterler, geleneksel araştırmalara oldukça uyumludur. DSM-IV, Robins’in çalışmalarına bağımlılığını yansıtarak, Antisosyal Kişilik Bozukluğu için yedi kriter belirlemiştir; bunlardan yalnızca biri, “pişmanlık duymama” (lack of remorse), içsel bir özelliktir.

Ancak bir terapist için, psikopatik bir yönelimin kritik göstergeleri neredeyse tamamen içsel özelliklere dayanır. Bunlar arasında, sürekli gözlemlenen ve iyi belgelenmiş şu fenomenler bulunur: duygusal samimiyetsizlik (emotional insincerity) (Cleckley, 1941), vicdan eksiklikleri (defects of conscience) (Johnson, 1949), başkalarını “alt etmekten” duyulan küçümseyici bir keyif (contemptuous delight) (Bursten, 1973), aşırı uyarılmaya duyulan çekim (attraction to extreme stimulation) (Hare, 1978), empati eksikliği (lack of empathy) (Hare, 1991), benmerkezcilik veya büyüklük hissi (egocentricity or grandiosity) (Cleckley, 1941; Hare, 1991), öfke ve kıskançlık (rage and envy) dışında, duygulara karşı ilgisizlik (obliviousness to affects) (Modell, 1975), ve belki de en önemlisi (ve bu bölümün tartışması açısından hayati olan), ilkel her şeye kadirlik savunmasına (primitive defense of omnipotent control) dayanma eğilimidir (Kernberg, 1984; Meloy, 1988; Akhtar, 1992).
Terapistler, ilk görüşme sırasında gözlemlenebilen verilere dayanarak Antisosyal Kişilik Bozukluğu (Antisocial Personality Disorder) için DSM kriterlerini karşılamayan birçok insanla karşılaşırlar. Örneğin, bu kişiler, yasa dışı davranışlarda bulunma, dürtüsel hareket etme, açık şekilde huzursuzluk ve saldırganlık sergileme, kendilerinin ve başkalarının güvenliğine pervasızca kayıtsızlık gösterme, sorumluluk sahibi olmayan davranışlarda bulunma gibi belirtileri göstermeyebilirler. Bununla birlikte, kronik olarak manipülatif, empati yoksunu ve güç odaklı bir yaşam yaklaşımı benimseyen bazı insanlar, yüzeyde oldukça geleneksel, sevimli ve uyumlu bireyler olarak görünebilirler. Ancak deneyimli klinisyenler, bu tür bir kişilik yapısını, bireyin ilkel her şeye kadirlik savunmasına (primitive defense of omnipotent control) kronik olarak bel bağladığına dair kanıtlar yoluyla fark edebilirler. Bu durum, bir kadının biraz müdahaleci sorularından, bir erkeğin kadın terapistine kapıyı son derece çekici bir şekilde açışından ya da bir şirket yöneticisinin düşmanca bir devralma sürecindeki rolünü anlatırken duyduğu neşeden çıkarılabilir. DSM kriterlerinden hiçbirini açıkça karşılamayan, yüzeyde çekici ve görünüşte yasalara saygılı orta sınıf bireyler, projektif testler yapıldığında antisosyal taraflarını açığa vurabilirler (Gacano & Meloy, 1994).

DSM kriterleri, marjinal alt gruplarda -örneğin ergen çetelerinde ve suç örgütlerinde-psikopati teşhisinin aşırılığına ve buna karşılık, ana akım rollerde başarılı olanlar arasında yetersiz teşhis konmasına yol açabilir. Bu kriterler, antisosyal kişilik bozukluğu tanısını, genellikle maddi durumu kötü olan ya da güçlü bağlantıları olmayan bireylerde daha kolay bir şekilde teşhis koyar. Bu kişiler, kişiliklerinin yarattığı zorluklardan kurtulma olasılığı düşük olanlardır. Ancak, psikopatik bireyleri siyasette, iş dünyasında, orduda, eğlence sektöründe -güç kullanma fırsatının büyük olduğu herhangi bir rolde- bulmak nadir değildir. Başka bir deyişle, DSM, başarısız psikopatik bireyleri (örneğin, çocuklukta davranış bozukluğu tanısı almış ya da ergenlik veya yetişkinlikte yasa dışı eylemler nedeniyle tutuklanmış olanları) tanımlamakta oldukça etkili olabilir. Ancak, dolandırıcılık becerileri son derece gelişmiş ve etkili olan bireyleri tanımlamada fazla yardımcı olmaz.

Psikopatik eğilimleri olan bir kişinin içsel öznel dünyasını anlamak, onu “antisosyal” bir role yerleştirmekten terapötik açıdan çok daha yararlıdır. Bu tür bir anlayışın klinik yansımaları şunları içerir: terapistin, danışana karşı açıkça güç odaklı (power-oriented) bir duruş sergilemesinin önemi, yozlaştırılamaz (incorruptibility) bir tutum sergilemesi, karar alırken ahlaki bir pusula yerine faydacı (utilitarian) bir yaklaşım varsayan müdahalelerde bulunması (Greenwald, 1958; Meloy, 1988, 1992; Akhtar, 1992; McWilliams, 1994). Özellikle, bir kişinin antisosyal eğilimlerinin okul veya hukuk sistemi tarafından fark edilmediği daha incelikli durumlarda, terapistin savunma mekanizmalarını değerlendirmesi kritik önem taşır. Bu değerlendirme, görüşmeciye, psikopatik bir psikolojinin davranışsal sonuçları belirgin hale gelmeden çok önce antisosyal dinamikleri fark etme imkanı tanır -bu teşhis söz konusu olduğunda bu durum özel bir öneme sahiptir. Psikopatik bireyler sıklıkla terapiye, bir tür manipülasyon amacıyla başvururlar. Örneğin, terapistin lehlerinde ifade vermesini sağlamak, engellilik gelirine hak kazanmak, ya da, terapiye başvurdukları için yıkıcı bir davranış modelini değiştirmeye samimi şekilde çalıştıkları fikrini desteklemek gibi. Bu tür durumlar, genellikle, kişinin bu davranış modelinin ortaya çıkmasından korktuğu zamanlarda görülür.

Psikopati, bir danışanın genellikle görünmez olan savunma sisteminin doğasını değerlendirmenin önemine dair yalnızca bir örnektir, ancak oldukça çarpıcı bir örnektir. Görüşme sırasında bir kişinin her şeye kadirlik kontrolüne (omnipotent control) sürekli olarak başvurması, terapisti danışanın potansiyel psikopatik eğilimlerine karşı uyarabileceği gibi, başka bir savunmaya ya da bir dizi savunma mekanizmasına sürekli olarak başvurması da belirli karakterolojik eğilimlerle ilişkilendirilmiştir (veya benim bakış açıma göre, bu eğilimlerin tanımsal bir özelliğidir). Her bir eğilim, klinik ve teorik araştırmaların seçkin bir geçmişine sahiptir:

  • Bölme (splitting), yansıtmalı özdeşim (projective identification) ve diğer “ilkel” savunmalara başvurma, sınırda düzeyde kişilik organizasyonuyla ilişkilidir (Kernberg, 1975).
  • İdealleştirme (idealization) ve değersizleştirme (devaluation) narsisizmi işaret eder (Kohut, 1971; Kernberg, 1975; Bach, 1985).
  • Fanteziye çekilme (withdrawal into fantasy), şizoid eğilimleri gösterir (Guntrip, 1969).
  • Tepki oluşumu (reaction formation) ve yansıtıcı savunmalar (projective defenses), paranoyak süreçlerle ilişkilidir (Meissner, 1978; Karon, 1989).
  • Regresyon (regression), konversiyon (conversion) ve somatizasyon (somatization), psikosomatik kırılganlık ve duygulara sözcük bulamama (alexithymia) ile ilişkilidir (Sifneos, 1973; McDougall, 1989).
  • İçe atım (introjection) ve kendine yönelen saldırı (turning against the self), depresif ve mazoşistik psikolojilerde görülür (Menaker, 1953; Berliner, 1958; Laughlin, 1967).
  • İnkâr (denial), maninin temel savunmasıdır (Akhtar, 1992).
  • Yer değiştirme (displacement) ve sembolleştirme (symbolization), fobik tutumları işaret eder (MacKinnon & Michels, 1971; Nemiah, 1973).
  • Duyguları yalıtma (isolation of affect), rasyonalizasyon (rationalization), ahlakileştirme (moralization), bölümlendirme (compartmentalization) ve entelektüelleştirme (intellectualization), obsesyonel eğilimlerin tanımsal özellikleridir (Shapiro, 1965; Salzman, 1980).
  • Telafi (undoing), kompülsivitenin (compulsivity) temel savunmasıdır (Freud, 1926).
  • Bastırma (repression) ve cinselleştirme (sexualization), histerik meseleleri işaret eder (Shapiro, 1965; Horowitz, 1991).
  • Dissosiyatif tepkiler (dissociative reactions), travma sonrası zihinsel durumların karakteristiğidir (Putnam, 1989; Kluft, 1991; Davies & Frawley, 1993).

Bu düşünme tarzı, DSM ve genel olarak betimleyici psikiyatrik tanılama sistemlerinin etiketleme ve patolojikleştirme eleştirilerine tabi olsa da, savunmanın sofistike bir şekilde anlaşılmasıyla ilişkili etiketler en azından daha büyük ve karmaşık yapılar sunar. Bu etiketlere bağlı literatür, özenli bir klinisyenin tedaviye yön vermek için geniş bilgi birikimi elde edebileceği kaynaklar sağlar.

KARAKTEROLOJİK VE (VERSUS) DURUMSAL SAVUNMA TEPKİLERİ

Belirli bir savunma tepkisi, bireylerin karakter yapısından (character structure) veya bulundukları durumdan kaynaklanabilir. Bu, bir önceki bölümde ele alınan olgunlaşma meselelerinde olduğu gibi bir olgudur. Karakterolojik bir savunma kalıbına örnek olarak, paranoyak bir kişiliğe sahip bir adamı ele alabiliriz. Paranoyak işleyişin temel göstergesi, yansıtma savunmasına (projection) bağımlılıktır. Karakterolojik olarak paranoyak bir kişi, neredeyse her durumda yansıtma mekanizmasını kullanır:

  • Bir araba tarafından yolu kesildiğinde, öfkesini sürücüye yansıtarak, bu kişinin kasıtlı olarak düşmanca bir şekilde yolunu engellemeye çalıştığına inanır.
  • Tehdit edici bir cinsel çekim hissettiğinde, kendi erotik arzularını karşı tarafa atfeder ve o kişiyi şehvet düşkünlüğü (lustfulness) ile suçlar.
  • Kendisine kıskançlık uyandıran biriyle birlikte olduğunda, kendi sahip olduğu bir hayranlık uyandıran özelliğe odaklanır ve kıskançlığı diğer kişiye yansıtır.

Terapi sürecinde, bu kişi kişisel saplantılarını terapistin ifadelerine yansıtarak şu tür yorumlar yapabilir:

  • Terapistin yorgun görünümünü, kendisini sıkıcı bulduğu şeklinde algılayabilir.
  • Terapistin hava durumu hakkında yaptığı sıradan bir yorumu, cinsel yönelimiyle ilgili bir ima olarak değerlendirebilir.

Bu tür kişiler, başkalarının duygularını -terapistin duyguları da dahil olmak üzere- algılamakta oldukça sezgisel olabilirler. Ancak, herhangi bir duygunun anlamını yorumlarken genellikle yanlış sonuçlara varır ve kendine referanslı (self-referential) bir yaklaşım sergilerler, bu da gerçeklikten uzak bir anlayışa yol açar.

Karakterolojik olarak paranoyak bir kişiyi, doğası gereği paranoya uyandıran bir durumda bulunan birinden ayırt etmek zor olabilir. Travma, bir kişinin önceki beklentilerini ve temel güvenlik hissini alt üst ettiği için, daha önce paranoyak olmayan kişilerde paranoyak yan etkiler yaratabilir (Herman, 1992). Belirsiz durumlar da yansıtmayı (projection) teşvik eder; bu, analitik terapistlerin iyi bildiği bir olgudur. Daha sağlıklı danışanlarla çalışırken, genellikle danışanların bize yansıttıklarını (project onto us) keşfetmek amacıyla kendimizle ilgili yalnızca minimal bilgi vermeyi tercih ederiz. Yeterli dış bilgi olmadığında, insanlar başlarına gelenleri anlamak için içsel verilerine başvururlar. Bir kişinin içinde bulunduğu koşullar ne kadar acı vericiyse, bunları anlamak için sahip oldukları tek bilgi kaynağı olan içsel durumlarına daha fazla başvurma ihtiyacı hissederler. Bu nedenle, bir kişinin duygusal olarak hareketlendiği (örneğin, keyfi veya adaletsiz bir şekilde muamele gördüğü) ve ne olup bittiği hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı herhangi bir durumda yansıtma ortaya çıkar. İnsanlar utandıklarında, genellikle birinin onları utandırmaya çalıştığını varsayarlar. Kendilerini incinmiş hissettiklerinde, sıkça karşı tarafa zarar verme niyeti atfederler. Tabii ki, bu varsayımlar her zaman doğru değildir; çünkü insanların eylemlerinin sonuçları, genellikle bu eylemleri tetikleyen motivasyonlardan oldukça farklıdır.

Tüm savunma tepkileri, kişisel eğilimlerin (personal inclinations) ve durumsal kışkırtmaların (situational provocations) bir karışımını içerir. Bir tepkinin bu iki faktörden hangisini daha fazla yansıttığını değerlendirmek, klinik açıdan faydalıdır. Örneğin, bir danışan insanlık dışı bir çalışma ortamını tarif ederken patronunun ona zarar vermek istediğini söylediğinde, bu sonucun görünürdeki paranoyak niteliği, büyük ölçüde onun karakter yapısını mı yoksa yansıtmayı (projection) tetikleyen bir gerçekliğe uyumunu mu yansıtıyor olabilir. Bir savunmanın daha çok karakterolojik mi yoksa durumsal mı olduğunu belirlemenin klinik bir yolu, terapistin danışana karşı geliştirdiği içsel öznel tepkisidir.

  • Yansıtma savunması (projective defense) ağırlıklı olarak karakterolojik ise, terapist, danışanın ne kadar hızlı ve düşünmeden yansıtma yaptığına şaşıracaktır.
  • Eğer savunma daha çok reaktif ise, danışanın rahatsız edici durumla ilgili huzursuzluğuna rağmen, terapist kendisini ayrı, ilginç ve potansiyel olarak yardımcı bir figür olarak algılanmış hissedecektir.

Kişinin geçmişi ve rahatsız edici durum dışındaki davranışları hakkında kibarca sorular sormak da durumu netleştirmeye yardımcı olacaktır. Reaktif paranoya durumunda, yansıtıcı tepkiler yalnızca tepkiyi uyandıran durumla sınırlı olacaktır. Örneğin, iş yerinde kendisini baskı altında hisseden bir kişi, aynı hissi aile üyeleri veya yakın arkadaşlar tarafından yaşadığını ifade etmeyecektir.

Aynı noktayı farklı bir savunma mekanizmasıyla örneklemek gerekirse, inkârı (denial) ele alalım. İnkâr, ezici yaşam olayları tarafından otomatik olarak tetiklenebilen bir mekanizmadır. Hepimizin, korkunç bir haberle karşılaştığımızda verdiğimiz ilk tepki genellikle “Hayır, olamaz!” olur. Çoğumuz, karakterolojik olarak manik (characterologically manic) bir kişiyi -ki bu kişiler, tanım gereği, hemen her durumda inkâr mekanizmasını kullanır- bir yaşam zorluğuyla (örneğin, bir kanser teşhisiyle) başa çıkmaya çalışan ve felaketle daha uyumlu başa çıkma yollarını bulana kadar bir miktar inkâr kullanan birinden ayırt etmede sezgisel olarak oldukça iyiyizdir. Yine de, bir kişinin geçici ve durumsal olarak tetiklenen bir inkâr durumunda mı olduğu yoksa alışkanlık olarak rahatsız edici tüm bilgileri inkâr edip etmediği konusundaki terapistin değerlendirmesi, görüşmenin genel tonuna karşı duyarlılığına bağlıdır. Karakterolojik olarak manik ya da hipomanik (hypomanic) bir kişiye karşı tipik karşı aktarım (countertransference) tepkisi, bir şeylerin hızla döndüğü, kafa karıştırıcı olduğu, duygularla bütünleşmemiş bir his yaratır. Ciddi manik epizodlar yaşayan veya hipomanik kişilik yapısına sahip bireylerin, aslında olduklarından daha az rahatsız oldukları yönünde yanlış tanı konması oldukça yaygındır. Bu durum, terapistlerin birçok durumda inkârın kullanımına doğal bir empati geliştirmesinden kaynaklanıyor olabilir -öyle ki, siklotimik (cyclothymic) bir kişinin probleminin karakterolojik temeli gözden kaçabilir.

SAVUNMA MEKANİZMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİNİN KLİNİK YANSIMALARI

Uzun Vadeli ve (versus) Kısa Vadeli Yansımalar

Bir kişinin sabit savunma örgütlenmesini dikkatlice değerlendirmek için geleneksel gerekçe, uzun vadeli analitik terapide, savunma kalıplarının değiştirilerek bireylerin daha zengin deneyimler yaşayabilmesi ve daha geniş bir seçenek yelpazesine sahip olabilmesidir. Uzun vadede, danışanlar şunları öğrenebilir:

  1. Belirli bir savunma stratejisini otomatik olarak kullanmak üzere olduklarında bunu fark etmek ve durup bu yanıtın duruma en etkili yanıt olup olmadığını sorgulamak.
  2. Düşüncesiz, istemsiz ve genellikle kendine zarar veren tepkilerin yerine bilinçli, gönüllü ve daha etkili eylemler koymak.
  3. Belirli bir savunma stilinin daha olgun versiyonlarına geçmek:
    • Örneğin, duyguların tamamen yalıtılmasından (isolation of affect), duyguların varlığını biraz daha entelektüelleştirilmiş bir şekilde kabul etmeye geçiş.
    • Ya da, ilkel idealleştirmeden (primitive idealization) olgun bir idealleştirme biçimine ilerlemek.
  4. Daha geniş ve etkili bir başa çıkma mekanizmaları repertuarını benimsemek.

Bu tür değişiklikler, bireylerin savunma mekanizmalarına daha bilinçli bir şekilde yaklaşmalarını sağlar ve daha uyumlu ve üretken yaşam tarzlarına geçmelerine yardımcı olur.

Günümüzün ekonomik baskılarında, terapötik müdahalelerin asgari düzeyde tutulması yönündeki eğilime rağmen, birçok insan terapiye geldiklerinde çalışmak istedikleri konuların uzun zaman alacağını içgüdüsel olarak anlamaktadırlar. Bu kişilerden bazıları, bu tür bir büyüme ve gelişimin gerektirdiği yatırımları yapmaya hem istekli hem de hazırdır. Ancak, örneğin, otomatik olarak radikal ve tamamen dissosiyasyon (radical and total dissociation) türlerine bağımlı olan bireyler gibi, savunmaları son derece uyumsuz olan kişiler de vardır. Bu tür vakalarda, üçüncü taraf ödeme sağlayıcılar dahi bazen, bu bireylerin savunma kalıplarını değiştirmek için uzun vadeli tedaviye ihtiyaç duyduğunu kabul edebilir. Bununla birlikte, sadece kısa vadeli çalışma veya kriz müdahalesi yapılabildiği diğer durumlarda bile, bir kişinin karakterolojik savunmalarını anlamak büyük bir değere sahiptir. Bu bilgi, belirli bir danışan tarafından en iyi şekilde özümsenmesi muhtemel müdahale tarzını seçmemizi sağlar.

Klinisyenlerin çoğunun ideal durum olarak gördüğü senaryodan başlayalım: Danışan, kendi isteğiyle terapiye başvurmuş, tedaviye motive, bunu karşılayabilecek durumda ve yalnızca mevcut psikolojik problemlerinin belirtileriyle değil, bu sorunların kaynaklarıyla da çalışmak için gereken süre boyunca terapiye devam etmeye istekli.

Bu koşullarda, eğer danışanın belirli bir yaşam stresiyle başa çıkmak için kullandığı savunmaların hem uyumsuz (maladaptive) hem de durumsal (situational) olduğunu belirlersek, bu savunmaları ona işaret ederek başka yollar düşünmesini teşvik edebiliriz. Örneğin, genel olarak duygusal olarak ilgili bir adamın, bir ebeveyninin ölümcül hastalığına geri çekilme (withdrawal) davranışıyla tepki verdiğini düşünelim. Bu durumda şunları yapabiliriz:

  1. Ona, insanların acı verici durumlardan kaçınmaya çalışmasının doğal olduğunu, ancak hayatının son aylarında babasına daha yakın olmamasından dolayı daha sonra pişmanlık duyabileceğini söyleyebiliriz.
  2. Ölmekte olan babasıyla zaman geçirmenin ona derin bir yas getireceği korkusunu araştırabiliriz ve bu acıyı hissetmenin neden bu kadar korkunç olduğunu sorgulayabiliriz.
  3. Duyguları üzerinde “kontrolünü kaybetmenin” ne anlama geleceğine dair sahip olduğu fantezileri inceleyebiliriz.
  4. Geri çekilmesinin ne babasının yaşam süresini sihirli bir şekilde uzattığını ne de babasının son günlerini daha katlanılabilir hale getirdiğini gösterebiliriz.
  5. Yasını daha proaktif ve sonunda kendisi ve ailesi için daha tatmin edici olabilecek başka yollarla nasıl yönetebileceği üzerine birlikte fikir üretebiliriz.

Ve buna benzer pek çok müdahalede bulunabiliriz.

Eğer bir danışanın mevcut savunmalarının hem uyumsuz (maladaptive) hem de karakterolojik (characterological) olduğu belirlenirse, klinik zorluk önemli ölçüde artar. Önceki örnekte, nispeten ifade gücü yüksek ve alakalı bir adamın kendini açıklanamaz bir şekilde geri çekilirken bulduğu durum ele alındığında, terapist danışanın bu içe kapanma davranışını anormal (aberrant) ve kendine zarar verici (self-defeating) olarak görebilen kısmına ulaşabilir. Ancak, aynı durumda olan bir kişinin, hoş olmayan gerçekliklere yaşam boyu içe kapanma (withdrawal) ile tepki verdiği bir geçmişi varsa, ona erişilebilecek bir “gözlemci” kısmı (observing part) olmayacaktır. Bu tür bir kişinin geri çekilme eğilimi, o kadar doğal ve otomatik olacaktır ki, kişi, başka bir şekilde davranmayı hayal dahi edemez. Tıpkı soluduğu hava gibi, savunma kalıbı ona o kadar tanıdık gelir ki, bunu dışarıdan bakıp düşünebileceği bir şey olarak bile kavrayamaz. Bu durum, savunma mekanizmasını fark etmesini ve değiştirmesini daha zor hale getirir.

Bu tür durumlarda, bir savunma mekanizması o kadar yerleşik hale gelmiş ve kişi için o kadar görünmez olmuşsa, standart analitik uygulama, terapinin ilk aylarını ve hatta yıllarını, kişinin benliğe uyumlu (ego-syntonic) olarak gördüğü savunmayı benliğe yabancı (ego-alien) hale getirmekle geçirmektir. Savunmanın doğrudan ve erken bir şekilde yorumlanması, kişi tarafından yardımcı değil, eleştirel ve yıkıcı olarak algılanır. Bunun nedeni, kişinin temel yaşam tarzının (modus vivendi ) saldırı altında olmasıdır [kişinin öyle hissetmesi]; bu kişi, başka bir şekilde hareket etmeyi hayal dahi edemez. Terapist, bu tür bir danışanla sabırlı bir şekilde çalışmalı ve yalnızca yavaş yavaş, karşılaştığı stresleri ele almanın başka yollarını sorgulamaya başlamalıdır. Bir savunma mekanizması, kişinin başa çıkmaya çalıştığı ana yapı olduğunda, bunu hemen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Psikanalitik literatürde, bu uzun vadeli terapötik süreci, belirli bir karakter türüne nasıl uygulandığına dair tamamen ele alan birçok kitap bulunmaktadır. Örneğin: Mueller ve Aniskiewitz (1986), histerik hastalarla çalışmayı ele almıştır; bu kişiler bastırma (repression), regresyon (regression), konversiyon (conversion) ve dışa vurum (acting out) savunmalarını kullanır. Salzman (1980), obsesyonel danışanlar için bu süreci incelemiştir; bu kişiler duyguları yalıtma (isolation), bölümlendirme (compartmentalization), rasyonalizasyon (rationalization), entelektüelleştirme (intellectualization) ve telafi (undoing) savunmalarına başvurur. Davies ve Frawley (1993), sürekli olarak dissosiyasyon (dissociation) kullanan bireylerle nasıl çalışılacağı üzerine yazmıştır. Bu tür uzun vadeli çalışmalar, kişinin savunma mekanizmalarını fark etmesini ve daha uyumlu başa çıkma stratejileri geliştirmesini hedefler.

Peki, yalnızca kısa vadeli çalışmalar ya da kriz müdahalesi yapabildiğimiz durumlarda ne olacak? Zaman sınırlı olduğunda, savunmanın karakterolojik olduğunu fark etmek yine de değerlidir, çünkü bu tür bir savunmayı doğrudan ele almak, uzun vadeli bir terapinin erken aşamalarında olduğu gibi mümkün değildir. Örneğin, temel olarak mazoşistik bir karakter yapısına sahip bir kadını ele alalım -bu, kişinin otomatik ve sürekli olarak kendine karşı dönme (turning against the self) ve tersine çevirme (reversal) savunmalarına dayandığını ifade etmenin kısayoludur. Bu kadın, kendi ihtiyaçlarını ancak onları başkalarına yansıtarak ve o başkalarına bakarak yerine getirebilir; kendisine gelince, sürekli olarak kendini hiçe sayar (self-effacing). Uzun vadeli bir terapide, böyle bir kişinin reddettiği, yansıttığı ve başkalarına yönelttiği dürtü ve ihtiyaçları daha iyi entegre etmesi ve ele alması makul bir şekilde beklenebilir. Ancak kısa vadede, bu kadının kendisi için kabul edilemez olarak gördüğü yönleriyle bu şekilde başa çıktığını anlamak ve bu psikoloji içinde çalışmak gereklidir. Dolayısıyla, böyle bir danışanı, kendisine kötü davranan bir partnerine karşı farklı bir davranış sergilemeyi düşünmeye teşvik etmek istiyorsanız, savunmalarına doğrudan saldırarak şu şekilde bir yaklaşım benimseyemezsiniz: “O sana kötü davranıyor! Buna katlanmamalısın. Ona durmazsa oradan çıkıp gideceğini söyle!” (Bu yaklaşım işe yarasaydı, terapide olan çok daha az insan olurdu; çünkü bu, genellikle mağdur durumdaki tanıdıklarına yardım etmeye çalışan profesyonel olmayanların tercih ettiği yöntem gibi görünmektedir.) Bunun yerine, bu kişinin psikolojik yapısını anlamak ve ona daha etkili bir şekilde destek olmak için savunmalarını dikkate alarak bir strateji geliştirmek gerekir.

Savunmalara doğrudan saldırılar, savunma halindeki kişiyi yalnızca iki seçenekle baş başa bırakır: 1) Savunmadan vazgeçmek, ancak yerine başka bir başa çıkma mekanizması geliştirilmediği için anksiyete, utanç veya suçluluk duygularıyla boğulmak. 2) Savunmasını savunmak ve hayatla başa çıkmak için değer verdiği yöntemine saldıran kişiye karşı koymak. İnsanlar neredeyse her zaman ikinci seçeneği tercih ederler. Bazen, bir savunmadan vazgeçme süreci, terapistin idealizasyonu yoluyla mümkün olabilir. Bu durumda kişi şunu düşünebilir: “Terapistimin benden üstün biri olduğuna olan inancım nedeniyle uyum sağlayacağım. Karakterime aykırı davranma konusundaki kaygılarım, terapistimin benim için neyin iyi olduğunu benden daha iyi bildiğine dair inancımla telafi ediliyor.” Ancak bu durumda, problem sadece yer değiştirir: Artık terapist, emirler veren ve danışanın bu emirleri kendi onuru ve özerkliği pahasına yerine getirdiği hakim bir figür haline gelir. Danışanın kendine zarar veren belirli bir davranışı durdurulmuş olabilir, ancak bağımlılık eğilimi güçlendirilmiş, zayıflatılmamıştır. Bu nedenle, savunmaların üstüne gitmek yerine, danışanın bu mekanizmaları anlamasına ve daha uyumlu yollar geliştirmesine yardımcı olmak daha etkili ve sürdürülebilir bir yaklaşımdır.

Bu nedenle, tercih edilen savunmalara doğrudan saldırılar başarısız olmaya mahkûm olduğundan, kısa vadeli çalışmalarda çoğu terapist, danışanların savunma kalıplarını dolaylı yollarla ele almayı öğrenir ya da bu savunmaları danışanların büyümesini desteklemek yerine onları felç eden bir unsur olmaktan çıkarmaya çalışır. Örneğin, varsayımsal olarak mazoşistik bir kadınla çalışırken, savunma ihtiyaçlarından çok uzak olmayan bir dil kullanarak müdahaleler yaparsanız, onu daha girişken olmaya ikna etme şansınız çok daha yüksek olur. Bu durumda şöyle bir yaklaşım benimsenebilir:

“Bob’un seni böyle itip kakmasının onun için gerçekten iyi olup olmadığını merak ediyorum. Onun bir zorba gibi davranmasına izin vermenin onu yozlaştıracağından endişe etmiyor musun? Bu, onun gurur duyabileceği bir öz-imaj (self-image) değil. Taleplerine yanıt verebileceğin bir yol var mı, bu da ona daha mantıklı bir yetişkin olduğu, çatışmaları eşitlik temelinde müzakere ettiği hissini verebilir mi?”

Bu tür bir yaklaşım, danışanın savunmalarına doğrudan meydan okumadan, daha yapıcı ve uyumlu bir davranış biçimini benimsemesine yardımcı olma potansiyeline sahiptir.

Bilinçdışı nedenlerle eylemlerini her zaman başkaları için neyin iyi olduğu perspektifinden değerlendirmek zorunda hisseden bir kadın, bu davranışlarının diğer kişi için sağlıklı bir model oluşturmadığını fark ederse, alışkanlık haline gelmiş davranışlarını yeniden değerlendirebilir.

Bu ilkenin, bir kişinin savunmalarını anlamayı ve yorumları, o kişinin alışılmış düşünme, hissetme ve davranma biçimlerine zarar vermeyecek şekilde çerçevelemeyi temel alan dramatik bir şekilde farklı bir örneğini ele alalım: Karakterolojik olarak psikopatik (characterologically psychopathic) danışanlarla yapılan terapötik müdahalelerin zorluğu. Antisosyal kişiliğe sahip bir adam, her şeyi kapsayan her şeye kadirlik savunmasını (omnipotent control) hesaba katmayan yorumları içselleştiremez. Deneyimli bir polis memuru da bir suçluyu suçunu itiraf ettirmek için, bu kişinin kendisini her zaman kontrolün zirvesinde gören kimliğiyle doğrudan çatışan bir suçlamada bulunamayacağını bilir. Örneğin, “Kontrolden çıktın,” gibi bir açıklama, bir bahane sunsa da zayıflık temelinde olduğu için itirafı teşvik etmez. Benzer şekilde, suçluluk duygusuna hitap eden ifadeler de (“Mağdurlar üzerindeki etkilerini düşünmelisin”) işe yaramaz. Her şeye kadirlik, kusur ya da ahlaki hatayı kabul etmez; bu savunma tamamen güçle ilgilidir. Bu nedenle, bir katile “Mağdurun ailesi için yaptıklarını kabul etmelisin,” demek yerine, polis memurları şöyle der:
“Şayet ne yaptığının farkında olmadığını iddia edersen, insanlar seni akıl sağlığı bozuk biri olarak görecek. İnsanların seni böyle görmesini mi istiyorsun?” Çoğu antisosyal kişi, zayıf ve akıl sağlığı bozuk olarak algılanmaktansa hapse girme riskini göze almayı tercih eder. Bu yaklaşım, bu tür bireylerle iletişimde daha etkili olabilecek bir stratejidir.

Bu adli örneğin terapötik karşılığı, terapistin yalan söylemeyi bırakmasını istediği psikopatik bir danışanla ilgilidir. Bu tür bir danışana, neden aldatma ihtiyacı hissettiğine dair empatik yansımalar yapmak, dürüstlüğü teşvik etmeyecektir; çünkü her şeye kadirlik hissini sürdürmeye çalışan bir kişi, ihtiyaçlarını kabul etmeyecektir. Aynı şekilde, dolaylı olarak ahlak dersi veren ifadeler de aynı şekilde dirençle karşılanır ve hayatın acımasızlığını göremeyecek kadar akılsız bir kişinin ikiyüzlü rasyonalizasyonları olarak küçümsenir. Bunun yerine, terapist şu şekilde bir yaklaşım benimseyebilir: “Bak, iyisin. Oldukça ikna edicisin ve burada dürüst olmanı teşvik etmeme rağmen bana yalan söyleme cazibesine karşı koyamadığını görebiliyorum. Eminim beni kandırmayı başaracağın birçok zaman olacak. Ama burada bunu yapman aslında senin yararına değil; çünkü bana masallar anlatmak sadece paranı ve benim zamanımı boşa harcar. Sen kendi psikolojinin uzmanısın: Burada doğruyu söyleyecek cesareti bulman için sana nasıl yardımcı olabilirim?” Danışanın büyüklük hissini (grandiose sense of self) kabul ederek ve dürüstlüğü cesaretle ve bir güç pozisyonuyla ilişkilendirerek, terapist danışanın iş birliği yapma olasılıklarını en üst düzeye çıkarır. Bu yaklaşım, danışanın savunmalarını tehdit etmek yerine onları daha uyumlu bir şekilde yönlendirmeyi amaçlar.

Savunmaları Sistematik Olarak Ortaya Çıkarmak ve (versus) “Savunmaların Altında Kalmamak”

Kişilik meseleleri üzerinde derinlemesine çalışmak için hem zaman hem de danışandan bir bağlılık sağlandığında, yine de kişinin özel savunma yapısını değerlendirmek gerekir. Bu, terapistin o kişiye ulaşmak için en etkili iletişim tarzını bilmesini sağlar. Klasik psikanalitik yaklaşım, savunma analizini “yüzeyden derine” (from surface to depth) doğru yapmayı içerir (Fenichel, 1941). Bu yaklaşımda, danışanın zihinsel örgütlenmesi katmanlar halinde görselleştirilir ve her katman, daha derin bir katmandaki içeriği savunur. Terapist, kişinin bilinçli veya neredeyse bilinçli deneyim bölümlerini sistematik ve nazik bir şekilde ele alır. Danışan, giderek daha fazla anlaşıldığını ve güvende olduğunu hissettikçe, savunma, anlam veya deneyim katmanlarının her biri ortaya çıkar. Terapist, bu katmanların her biri ortaya çıktıkça, terapi ilişkisi içinde onları ele alır. Bu süreç, kişinin savunmalarını doğrudan tehdit etmeden, güvenli bir şekilde derinleşmeyi ve danışanın savunmalarının altında yatan temel meselelerle çalışmayı mümkün kılar.

Örneğin, histerik özellikler sergileyen bir kişi genellikle hoş görünmeye çalışarak (ingratiating) kendini ifade eder. Bu yüzeysel sunumun altında genellikle güvensizlik, düşmanlık ve rekabet duyguları bulunur. Bu daha sert tutumların altında ise ciddi korkular ve derin bir kişisel kırılganlık hissi yer alır. Başka bir deyişle, hoş görünme çabası, düşmanlık tutumlarına karşı bir savunma mekanizmasıdır ve bu düşmanlık da korku ve zayıflık hissine karşı bir savunmadır. Bu dinamikleri sergileyen histerik bir kişilik yapısına sahip bir bireyle çalışırken, terapist başlangıçta şöyle bir yorum yapabilir:
“Fark ettim ki, benimle her zaman hemfikirsiniz ve genel olarak oldukça uyumlusunuz. Elbette bazen bu kadar uyumlu hissetmediğiniz zamanlar oluyordur.” Bu tür bir yorum, genellikle danışanın kendine yönelik bir öz-eleştiri yapmasına yol açar. Bu süreçte, savunma sistemi zorlanmış ancak tehdit edici boyutta olmadığı için, danışan kendini savunma pozisyonuna geçmeden durumu sorgulamaya başlar. Danışan, hoş görünme çabasını genel bir tarz olarak tanımlamaya başlayabilir ve terapist, danışanla birlikte bu hoş görünme tutumunun hangi duyguları ya da tutumları gizliyor olabileceğini keşfetmeye çalışabilir. Bu yaklaşım, savunmaların doğrudan tehdit edilmeden ele alınmasını sağlar ve danışanın derinlerde yatan duygularına ulaşmayı kolaylaştırır.

Eğer bunun yerine savunma yapısının “altına inmek” için şu tür bir yorum yapılırsa:
“Bence bana karşı gerçekten düşmanca duygularınız var” veya “Belki de bu hoş görünme maskesinin altında bana karşı ölümüne korkuyorsunuz” Çoğu danışan, bu tür bir atfı ya kendi bilinçli deneyimlerinden çok uzak bulduğu için belirtilen duyguyu fark etmekte zorlanır ya da kendini travmatik bir şekilde ifşa edilmiş ve tehdit altında hisseder ve tedaviyle iş birliği yapmayı reddeder. Bu yorumun doğru olduğunu varsaymak, elbette fazlasıyla iddialı bir varsayım olur. Aslında, savunmaların işlevleri hakkında hipotezler oluştururken büyük ölçüde yanılma riski olduğundan, yüzeyden derine dikkatlice ilerlemenin geleneksel nedenlerinden biri budur. Terapist, mümkün olduğunca, danışanın terapistin söylediklerini kabul edebileceği ya da reddedebileceği, bunu da üzerinde konuşulan deneyim düzeyiyle bağlantıda kalarak yapabileceği bir seviyede çalışmayı hedefler. Bu tür bir yaklaşım, danışanın, savunmalarını tehdit etmeden sürece katılımını sağlar ve terapist ile danışan arasındaki güveni güçlendirir.

Yüzeyden derine doğru yorum yapmanın uygunluğuna dair bir başka örnek için, obsesif-kompulsif özelliklere sahip bir danışanı ele alabiliriz. Bu tür bir danışanın klinik sunumu genellikle, derin bir utancı gizleyen tartışmacı ve detaycılık (nitpicking) eğilimine karşı savunma oluşturan, son derece entelektüelleştirilmiş ve iş birliğine açık bir tavırdır. Terapist, genellikle utanç duygusunu doğrudan ele almak yerine, kişinin entelektüelleştirme eğilimini hedef alarak başlar. Bu eğilimin keşfi, genellikle danışanın daha saldırgan bileşenlerine ulaşılmasını sağlar. Danışan, bu tür hoş olmayan düşmanca tutumlarına rağmen giderek daha fazla anlaşıldığını ve kabul edildiğini hissettikçe, bu düşmanlık yumuşar ve nihayetinde utanç alanlarının ortaya çıkmasına olanak tanır. Eğer savunmalarını katman katman geçmeden doğrudan utanç duygusuna ulaşmaya çalışırsanız, danışanı ya derinden utandırma (mortify) riskiyle karşı karşıya kalırsınız ya da yaptığınız yorumun, danışanın entelektüelleştirme eğilimi nedeniyle soğuk bir şekilde reddedilmesiyle karşılaşırsınız. Bu nedenle, danışanın savunmalarını tehdit etmeden güvenli bir şekilde ilerlemek, daha derin duygusal deneyimlere ulaşmanın en etkili yoludur.

Yüzeyden derine doğru yorum yapmak, neredeyse her zaman tercih edilen yaklaşımdır ve çoğu terapist, psikanalitik metapsikoloji eğitimi almış olsun ya da olmasın, bunu doğal ve sezgisel olarak yapar. “Danışanın olduğu yerden başla” ve “Kişinin savunmasını, yerine koyacak başka bir şey olmadıkça kurcalama” gibi ifadeler, deneyimli süpervizörlerin öğrencilerine her gün söylediği şeylerdir. Ancak, bazı savunma kalıpları, terapistin daha derinlere inen bir strateji benimsemesini gerektirir. Özellikle, hipomanik ve paranoyak danışanlar, terapistlerinin savunmalarının üst tabakasında kalmak yerine bu savunmaların “altına inme” gerekliliğini anlamasına ihtiyaç duyarlar. Bu tür durumlarda, daha doğrudan ve derinlere inen bir müdahale, bu savunma yapılarıyla etkili bir şekilde çalışmak için gerekli olabilir.

Hipomanik veya siklotimik kişilik kalıpları, öncelikli savunma mekanizması olarak inkârı (denial) kullanan kişiler için kullanılan psikiyatrik etiketlerdir. Hipomanik kişiler genellikle ruh halleri açısından “yüksek” bir modda olur ve bir partinin neşesi, cazibesi, esprisi ve enerjisiyle dikkat çekerler. Ancak, geçmişleri, samimiyet ve hakiki duygusal bağlar konusunda derin zorluklar yaşadıklarını gösterir. Kendileri için önemli hissettirmeye başlayan ilişkilerden hızla kaçarlar. Bu kişiler, inkâr savunmasının zayıfladığı durumlarda, kayıplar, kırılganlık, ölüm gibi hayatın tatsız gerçeklerine maruz kalmaları nedeniyle ani bir şekilde depresyona sürüklenirler. İnkâr bu tür gerçeklerle yüzleşmeyi daha ilkel bir şekilde engeller. Hipomanik bireyler genellikle terapide, bu depresif çöküşlerle başa çıkmak için yardım isterler ve ruh halleri düzeldiği anda terapiyi terk etmeleriyle tanınırlar. Terapistlere genellikle cazibeli ve neşeli bir izlenim verirler, bu yüzden terapistler, bu kadar enerjik ve hafif ruhlu bir kişinin, zaman zaman derin bir umutsuzlukla mücadele ettiğini ifade etmesine şaşırabilirler. Bu dinamikler, hipomanik kişilerin, yüzeydeki enerjik görünümlerine rağmen, derin duygusal acılarla mücadele ettiklerini anlamanın önemini vurgular.

Hipomanik kişiler inkârı (denial) kullanmada ustadır. İnkâr, son derece katı ve “ya hep ya hiç” tarzında bir savunma mekanizması olduğundan, diğer danışanlarda işe yarayan yüzeyden derine doğru kademeli bir yaklaşımla nazikçe ele alınamaz. Madde bağımlılığı gibi, inkârın kötü şöhretle sıkça rol oynadığı bir durumda deneyimi olan herkes, bazen bu savunma mekanizmasına doğrudan ve güçlü bir şekilde müdahale etmek gerektiğini bilir. Örneğin, bir terapist, hoş görünme savunmasını kullanan bir kişiye hiçbir zaman, “Bana hoş görünmeye çalışıyorsun, bunu bırak!” demeyecekken, özellikle bir danışan kendine zarar verici bir şekilde davranıyorsa, şöyle bir çıkış yapabilir: “İnkârdasın! Gerçeklerle yüzleş!” Bu tür saldırgan bir ifade yerine, “İçkinin kontrolden çıkmaya başladığından endişe ediyor musun?” gibi nazik bir soru yöneltmek genellikle daha fazla inkârı tetikler. Hipomanik bireylerle çalışırken, bu savunma mekanizmasını doğrudan hedef alan, daha kararlı bir yaklaşım gerektiği anlaşılır.

Hipomanik hastalarda, inkârın karakterolojik doğası (örneğin, yalnızca bir bağımlılıkla sınırlı bir alanda işlememesine karşılık), terapistlerin bunu ele almak için yaratıcı yollar bulmasını gerektirir. Ancak, doğrudan bir saldırı, genellikle ters teperek süreci baltalayabilir. Klinik deneyimler, yüzeyi atlayarak doğrudan derinlere inmenin -inkâr katmanını görmezden gelmenin -çoğu zaman tercih edilen bir teknik olduğunu göstermektedir. Örneğin, siklotimik bir kadın, terapistin yaklaşan tatili bağlamında kendine zarar verici ve dürtüsel davranışlar sergiliyorsa, terapist şu şekilde bir müdahalede bulunabilir: “Bunun farkında olmayabilirsiniz, ama benim yaklaşan tatilime karşı çok fazla anksiyete ile tepki verdiğinize inanıyorum. Sanırım bu, benim geri dönmeyeceğime dair bilinçdışı korkularınıza dayanıyor.” Bu tür bir müdahale, danışan tarafından kabul edilebilir ya da reddedilebilir, ancak genellikle etkili bir şekilde derinlere işler. Öte yandan, terapist daha yüzeyden derine bir yöntemle şu şekilde bir soru yöneltse: “Son dönemdeki içki tüketiminizin ve rastgele ilişkiler kurmanızın benim yaklaşan tatilimle bir ilgisi olup olmadığını merak ediyorum,” Danışan muhtemelen inkârla yanıt verir ve süreçte ilerlemek mümkün olmaz. Bu nedenle, hipomanik danışanlarda inkârı aşmak için yüzeyi atlayarak doğrudan derinlere yönelmek daha etkili bir yaklaşım olabilir.

Paranoyak hastalar da savundukları şeyin derinine inmek için savunmalarının aşılmasını gerektirir, ancak biraz farklı nedenlerle. Paranoyak kişiler, bilinçdışı düzeyde tehlikeli derecede güçlü olduklarından korkarlar. Bu içsel tehditkâr kötülük hissiyle başa çıkmak için inkâr (denial), reaksiyon formasyonu (reaction formation) ve yansıtma (projection) gibi katı ve ilkel savunmaları kullanmaları, tehdit algısını dışarıdan gelecek şekilde dönüştürür. Bu kişiler, savunmalarını tetikleyen duygulara ve ihtiyaçlara ulaşmak için terapistin savunma yapılarını aşmasına ihtiyaç duyarlar. Bunun iki temel nedeni vardır: 1) Terapisti güçlü ve zeki biri olarak görmeleri gerekir, çünkü aksi takdirde bilinçdışı olarak kendi “kötü güçlerinin” ona zarar vereceğinden korkarlar. 2) Basit bir duyguyu pek çok kez dönüştürdüklerinden, yüzeyden derine doğru çalışmak, onların temel endişelerine asla ulaşamayacaktır. Bu nedenle, paranoyak danışanlarla etkili bir şekilde çalışmak, onların savunmalarını bypass ederek, savundukları temel duygulara ve ihtiyaçlara odaklanmayı gerektirir. Bu yaklaşım, danışanın hem terapiste hem de sürece güven duymasını sağlar ve derinlemesine çalışmayı mümkün kılar.

İkinci noktayı açıklamak için şu örneği ele alalım: Paranoyak bir kadın, terapiste, kocasının başka bir kadınla görüştüğüne dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen bu düşünceden kaynaklanan kaynayan bir öfke ifade eder. Terapist, bu takıntının basit bir yalnızlık hissi ve bir kadın arkadaşıyla yakın olma arzusundan başladığını fark edebilir. Ancak bu his, bir dizi katı savunma mekanizması aracılığıyla şu şekilde dönüşmüştür:

“Ben kötü biriyim, bu yüzden bir kadından sevgi istemem benim bozulmuşluğumu yansıtıyor. Bu ihtiyaç o kadar güçlü ki, onu erotik olarak deneyimliyorum. Bu kabul edilemez. Belki de bu homoseksüel düşünceleri zihnime koyan kişi o. Kötü olan ben değil, o. Ve bu kadını arzulayan ben değilim—bu benim kocam.”

Bu dönüşüm, danışanın savunmaları nedeniyle orijinal duygularını bastırıp dışsallaştırdığını gösterir. Terapist, bu katmanları bypass ederek savunmaların altında yatan temel duyguya ulaşmalı ve bu duyguyla çalışmalıdır. Bu tür bir yaklaşım, danışanın hem kendi hislerini anlamasına hem de terapi sürecinde ilerlemesine yardımcı olur.

Bu nedenle, inkâr (denial), reaksiyon formasyonu (reaction formation), yansıtma (projection) ve yer değiştirme (displacement) yoluyla, basit bir ihtiyaç paranoyak bir takıntıya dönüşür. Eğer terapist yüzeyden derine doğru çalışmayı denerse (örneğin, “Kocanızın bir ilişki yaşadığı fikri hakkında aklınıza ne geliyor?” gibi bir soru sorarsa), bu yalnızca daha fazla paranoyak düşünce döngüsünü tetikleyecektir. Bu tür bir yaklaşım, savunmaları daha da güçlendirebilir ve danışanın temel duygularına ulaşmayı zorlaştırabilir. Bu nedenle, savunmaları bypass ederek, danışanın savunduğu temel ihtiyaçlara ve duygulara odaklanmak daha etkili olacaktır.

Terapist, bu kadınla şu şekilde bir ifadeyle bağlantı kurmayı başarabilir: “Son zamanlarda kendinizi oldukça yalnız hissettiğinizi düşünüyorum, bu yüzden doğal olarak güvendiğiniz kişilerin sadakati konusunda endişeleniyorsunuz.” Bu, yalnızlığın normal bir duygu olduğu ve danışanın arkadaş bulmak için sahip olduğu seçenekler üzerine bir sorun çözme tartışmasına yol açabilir. Savunmaları bypass eden bir başka müdahale ise şu şekilde olabilir: “Bilinçdışı düzeyde, kendinizde korkunç ve tehlikeli bir şey olduğuna dair güçlü bir inancınız olduğunu hissediyorum. Belki irrasyonel bir seviyede, kocanızın sizin bu kötülüğünüzü gördüğünü ve doğal olarak sizi başka biriyle değiştireceğini düşünüyor olabilirsiniz.” Bu tür bir yaklaşım, paranoyak bir danışanın ilgisini çekebilir ve danışan ile terapist, savunmaların yarattığı paranoyak endişelerin baskısından bir ölçüde kurtulabilir. Bu, hem danışanın savunmalarının altında yatan duygulara ulaşmayı hem de terapötik bir bağ geliştirmeyi kolaylaştırır.

ÖZET

Bu bölümde, psikanalitik savunma kavramına dair bazı yönlendirici açıklamalar yaptım ve insanların acıdan korunmak için kullandıkları içsel, öznel ve refleksif yolların klinik pratikteki önemini vurguladım. Okuyucunun, karakterolojik savunma tepkilerini belirli stres faktörlerinin tetiklediği tepkilerden ayırt etmesine yardımcı olmaya çalıştım ve bu ayrımı yapmanın bazı klinik sonuçlarını ele aldım. Bir kişinin savunmalarının kristalleşerek kişilik bozukluğu olarak değerlendirilebilecek bir duruma dönüştüğü durumlarda, bu gözlemin uzun vadeli ve kısa vadeli tedaviler için teknik sonuçlarına değindim. Son olarak, savunmalarla genellikle uygulanan “yüzeyden derine” çalışma yaklaşımının geçerli olmadığı durumları ele aldım. Bu konular, terapistlerin savunmaları daha etkili bir şekilde ele almasına ve danışanlarının öznel deneyimlerini daha iyi anlamasına olanak tanır.

Vaillant ve McCullough’un (1998, s. 154) gözlemlediği gibi, hepimiz anlaşıldığımızda daha olgun dinamikler sergileriz. Bir kişinin acı veren duygulara karşı nasıl savunduğunu anlamak, onun genel psikolojisini anlamak için kritik öneme sahiptir. Bu anlayışı, kişinin savunmalarını filtreleyip, ona çarpıtamayacağı şekilde iletmeyi öğrenmek ise psikoterapi sanatı için esastır.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir