Okuyacağınız metin PSYCHODYNAMIC TECHNIQUES: Working with Emotion in the Therapeutic Relationship kitabının çevirisidir.
GİRİŞ
Gerçek dünyada gerçek danışanlarla [client] çalışmaya başlayan yeni terapistler, ne kadar iyi eğitim almış olurlarsa olsunlar, bir noktada başka bir insanın acısına yanıt verme gerçeğine karşı tek başlarına hazırlıksız olduklarını fark ederler. Elbette, güven zamanla bilgi ve deneyimle gelişir. Ancak burada sunulan temel fikir, terapistlerin terapötik süreci daha yakından incelemekten fayda sağlayabileceğidir; özellikle de terapinin, bilinçli ve bilinçdışı iletişimin sürekli devam ettiği bir ilişki olduğunu akılda tutarak. Bu iletişimin temel bileşeni, duygulanım [affect] ve bağlanma [attachment] süreçleridir. Duygulanımsal iletişimi kolaylaştıran tekniklerin öğretilebileceğine kesinlikle inanıyorum.
Bu kitap öncelikle yeni terapistler için yazılmıştır, ancak deneyimli terapistlere de önemli katkılar sağlayacağına inanıyorum. Bu kitabı yazmaktaki amacım, danışanlarının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan terapistlere rehberlik etmek ve onlara destek olmaktır. Danışanlar, karşılarında bilgili ve yardımcı bir terapist bulmayı beklerler; ancak bu beklentiyi karşılamak zaman zaman zorlayıcı olabilir. Ayrıca, psikodinamik terapinin hâlâ önemli ve geçerli bir tedavi yöntemi olduğunu ve bu yaklaşımın öğretilebilir beceriler gerektirdiğini göstermek istiyorum. Yeni bir terapist, genellikle belirli teknikleri net bir şekilde tanımlanmış olduğu için davranışçı yaklaşımlara yönelir. Ancak ben sizi, uygulama kılavuzlarının ötesine geçmeye, psikodinamik teori ve pratiğin insan doğasının derinliğini ve karmaşıklığını nasıl ele aldığını keşfetmeye davet ediyorum.
Bu kitapta sunulan bakış açısı, terapist ve danışanın iş birliğine dayalı bir çalışma ilişkisi kurduklarında en iyi sonuçları elde ettikleri yönündedir. Alan yazını incelediğimde, çoğu çalışmanın terapistin danışan hakkında nasıl düşündüğüne odaklandığını, ancak terapistin ilişki hakkında nasıl düşündüğüne yeterince dikkat edilmediğini görüyorum. Terapistler genellikle kendilerine “Ne yapmalıyım?” diye sorarlar, ancak asıl önemli soru “Şu anda bu terapötik ilişkide ne olması gerekiyor ve bunu nasıl en iyi şekilde kolaylaştırabilirim?” olmalıdır. Bu kitap, terapinin asimetrik bir ilişki olduğu gerçeğini kabul ederek, söz konusu ilişkinin profesyonel sınırlar içinde var olan bir ilişki olarak ele alınmasını savunur. Terapist ve danışanın bu ilişkide nasıl düşündüğünü ve hissettiğini inceler. Daha da önemlisi, terapötik süreçte duygunun rolünü anlamaya dayalı olarak danışanlara nasıl yanıt verilmesi gerektiğine dair spesifik yöntemler sunar.
Duygulanım ve bağlanma üzerine yapılan araştırmalar, hepimizin sürekli olarak duygularımızı ifade ettiğini, ancak bazen bunun bilinçli farkındalığımızın dışında gerçekleştiğini göstermektedir. Terapötik ilişki içinde bu duygusal akışı yönetmek, terapist için büyük bir zorluk oluşturur ve hem bilgi hem de beceri gerektirir. Ben de danışanlarla çalışmaya başladığımda, bu bilgi ve becerilere sahip değildim. Yeni bir terapist olarak karşılaştığım en çarpıcı gerçek, ne kadar kırılgan olduğumdu. İyimser ama hazırlıksız bir şekilde, seans sırasında oldukça sevimli fakat aynı zamanda fazla uyarıcı bir danışanla oturduğumu ve içimden “Ne yaptığımı hiç bilmiyorum” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Aldığım eğitimler, bu duygusal iniş çıkışlara hazır olmamı sağlayamamıştı.
Aldığım eğitimler bana iyi bir başlangıç yapmamı sağladı. Empatik, iyi bir dinleyici, samimi bir şekilde ilgili, dikkatli ve profesyoneldim. Danışanlarım, kendi deneyimlerine gittikçe daha derinlemesine dalmaya başladı. Bu kaçınılmaz olarak benim de kendi duygularımın derinliklerine inmemi sağladı. Ancak, duygulanım yönetimi [affect management] konusunda pratik bir bilgim yoktu. Seans sırasında odadaki tüm bu yoğun duygulara hem içsel olarak hem de dışsal olarak nasıl yanıt vermem gerektiğini merak ediyordum.
Mesleğe başladıktan kısa bir süre sonra kendi analizime başlamam, danışanlarımın aslında ne aradığını daha iyi anlamama yardımcı oldu. Ancak, analistim fazla mesafeli duruyor ve benimle gerçek bir diyalog kurmayı reddediyordu. Kısa sürede, danışanlarımın yaşadığı hayal kırıklığını bizzat deneyimledim. Fakat hâlâ benim ne yapmam gerektiğini ya da analistimin ne yapması gerektiğini bilmiyordum. Ondan beklediğim her şeyin mümkün olmadığını veya terapötik açıdan uygun olmadığını biliyordum. Peki, ondan gerçekten neye ihtiyacım vardı? Bana gerçekten faydalı olacak şey neydi? Ve ben kendi danışanlarıma ne sağlamalıydım? Bilmiyordum, ama bunu keşfetmek istiyordum. Bu yüzden deneyler yapmaya başladım.
Bu erken dönem deneyimlerimi ilk kitabım olan The Power of Countertransference (1991)’de anlattım. Bu kitap, danışanlarımın bana onlara karşı ne hissettiğimi açıklamam için baskı yaptığı anlara odaklanıyordu. Bu deneyleri ter içinde kalan avuçlarım ve midemdeki rahatsız edici bir hisle gerçekleştirdim, ancak sonunda terapötik çıkmazların aşıldığını gördüğümde, bu çabanın karşılığını aldığımı fark ettim. Peki, her yeni terapist bu tür bir ateşle sınanmadan geçmeli mi? Yoksa paylaşılan klinik bilgeliğin ve deneyimin sağladığı bir rehberlik, bu süreci daha akıcı ve yapıcı hâle getirebilir mi?
Birçok meslektaşım, klinik örnekler ve öneriler sunmanın, kaçınılmaz olarak yanlış uygulanabileceği ve katı kurallar gibi algılanabileceği konusunda endişelerini dile getirdi. Bunun tamamen önüne geçemeyeceğimi kabul etsem de, bu kitapta sunduğum rehberliğin kesinlikle böyle bir ruhla yazılmadığını belirtmek isterim. Şüphesiz, terapist ile danışan arasındaki etkileşim her zaman benzersiz ve organiktir. Aynı sorunları veya geçmiş deneyimleri paylaşsalar bile, tüm danışanları etkili bir şekilde tedavi etmek için tek tip, her duruma uyan bir reçete yoktur. Bu nedenle, adım adım ilerleyen bir psikoterapi kılavuzu oluşturma fikrinin gerçekçi olmadığını kabul ediyorum. Ancak, yeni terapistlere hiçbir pratik öneri veya rehberlik sunmamak da aynı derecede gerçek dışıdır.
Terapistler, danışanlarını dönüşüm [transformation] yolculuklarında nasıl destekleyeceklerine dair bir fikre sahip olmalıdırlar. İlk seanslar tamamlandıktan sonra ne olması beklenir? Müşterilerimiz bizim onları anladığımıza ve yanımızda güvende olduklarına güvendiklerinde ne olur? Evet, bazı danışanlar sadece konuşmaya ve uzun bir süre boyunca dinlenmeye ihtiyaç duyarlar. Ancak diğerleri, erken aşamalarda geri bildirim talep ederler ve terapistte duygusal tepkiler uyandırırlar. Sonuç olarak, her danışan, zamanla yalnızca empatiyi ve davranışsal önerileri aşan bir terapötik yanıt gerektirir. Onların ihtiyaç duyduğu yanıt, terapistle paylaştıkları duygusal [emotional] bağdan doğal olarak doğan bir tepki olmalıdır.
Özellikle daha genç danışanlar, sık sık terapistten tavsiye isteme eğiliminde olurlar ve terapistin kendilerini nasıl gördüğünü bilmek isterler. Geleneksel olarak, bu tür sorulara verilen yanıt genellikle “Sizce ben sizi nasıl görüyorum?” şeklinde olurdu. Ancak, somut bir yanıt bekleyen danışanlar, bu tür kaçamak yanıtlarla hayal kırıklığı, öfke veya geri çekilme ile karşılık verme eğilimindedirler. Bu kitapta, çeşitli duygusal karşılaşmalar sırasında danışanlarıma nasıl yanıt verdiğime dair birçok klinik örnek sunuyorum. Ayrıca, belirli bir müdahaleye nasıl ulaştığıma dair içsel sürecimin ayrıntılı açıklamalarını, aynı zamanda o an danışanlarımın ne söylediklerini de ekledim. Biliyorum ki, bu kadar detay vermek beni eleştirilere ve geriye dönük değerlendirmelere açık hale getiriyor. Ancak, aynı zamanda okuyucuya terapötik süreci doğrudan gözlemleyebileceği değerli bir bakış açısı sunuyor.
Bu kitap spesifik klinik teknikler sunsa da, terapistlerin bireysel olarak kendilerini ifade etmeleri için geniş bir alan bırakıyorum. Bu tekniklerin kendi kişisel tarzlarına uygun şekilde uyarlanmasını teşvik ediyorum. Ben dışa dönük ve sosyal bir yapıya sahibim, ancak terapistler için ideal bir kişilik tarzı olduğuna inanmıyorum. Bu kitapta önerdiğim tüm müdahaleler, hem içe dönük hem de dışa dönük terapistler tarafından eşit derecede etkili bir şekilde uygulanabilir. Benim müdahale seçimlerimdeki temel ilke duygusal dürüstlüktür. Terapistlerin, kendilerini rahat hissetmedikleri bir şekilde ifade etmelerini asla önermem, çünkü bu durumda terapötik bir etki yaratmaları mümkün olmayacaktır.
Bu kitap, öncelikle terapist ve danışanın paylaştığı ortak kaygılar, umutlar ve beklentilere dair temel bir inceleme ile başlamaktadır. Takip eden bölümler, terapötik sürecin ilerlemesiyle ortaya çıkan daha karmaşık duygusal dinamikleri ele almaktadır -özellikle uzun süreli tedavilerde karşılaşılan zorluklara odaklanmaktadır. Kitapta ayrıca, daha az tartışılan ancak terapötik sürecin önemli yönlerini oluşturan şu konular da ele alınmaktadır: Temel empatinin zamanla nasıl daha derin ve karmaşık bir hâl aldığı, regresyonun nasıl tanımlanıp yönetilebileceği, terapist ve danışanın katkılarını göz önünde bulundurarak iş birliğine dayalı bir terapötik ilişkinin nasıl kurulacağı, kendini açmanın[self-disclosure] ve tavsiye vermenin en etkili şekilde nasıl uygulanacağı, duygulanımın nasıl yönetileceği, duygunun eksik olduğu durumlarda seansa nasıl dahil edilebileceği, cinsel ve sevgi dolu ifadelerin ne zaman terapötik olduğu ve ne zaman olmadığı, yüzleştirmenin [confrontation] nasıl yapıcı bir şekilde kullanılabileceği, müdahalelerin nasıl değerlendirileceği. Bu konular, terapötik sürecin daha derinlemesine anlaşılmasına ve etkili şekilde yönetilmesine yardımcı olacak kapsamlı bir perspektif sunmaktadır.
Bu kitap, terapist ve danışanın paylaştığı ortak kaygılar, umutlar ve beklentilere dair temel bir inceleme ile başlamaktadır. Bunu takip eden bölümler, süreç ilerledikçe -özellikle daha uzun süreli bir tedavide- ortaya çıkan daha büyük duygusal karmaşıklıkların tartışılmasına ayrılmıştır. Daha az sıklıkla ele alınan konular da dahil edilmiştir. Bunlar arasında, temel empatinin zamanla nasıl daha derin ve karmaşık hale geldiği, regresyonun nasıl tanımlanıp yönetileceği, terapist ve danışanın katkılarını dikkate alarak iş birliğine dayalı bir terapötik ilişkinin nasıl kurulacağı, kendini açma ve tavsiyenin en iyi şekilde nasıl uygulanacağı, duygulanımın nasıl yönetileceği -özellikle duygunun eksik olduğu durumlarda seansa nasıl dahil edileceği-, cinsel ve sevgi dolu ifadelerin ne zaman terapötik olduğu ve ne zaman olmadığı, yüzleştirmenin nasıl verimli bir şekilde kullanılabileceği ve müdahalelerin nasıl değerlendirileceği yer almaktadır.
Umarım okuyucular bu materyale kendilerini tamamen kaptırır ve terapötik sürece dair daha derin içgörüler edinirken, aynı zamanda terapötik başarı için pratik araçlar kazanırlar. Belki de biraz rehberlikle, daha fazla terapist terapötik ilişki içinde duyguların derinliklerine inmeye yetecek kadar kendine güven duyacak -ve böylece danışanlarının sağlık, kişisel özgürlük ve diğerleriyle tatmin edici ilişki arayışlarına destek olacaklardır.