Okuyacağınız metin Psychodynamic Therapy: A Guide to Evidence-Based Practice kitabının 9. bölümünün çevirisidir. Tüm bölümler için şuraya bakınız.
Anlatı çok kısıtlıydı; kendi göbek bağıyla boğulan bir fetüs gibiydi.
-John Gregory Dunne
Freudcu model, tarih katmanlarını kazarak derinlerde gizli, paha biçilmez ve doğruluğu kanıtlanabilir arkeolojik hazineleri bulma anlayışından, yaşam döngüsünün farklı noktalarında, farklı terapistlerle ve farklı psikoterapi modelleri kullanılarak keşfedilen, kişi hakkında birden fazla gerçeğin olduğu bilincine doğru evrilmiştir. Anlatı [narrative] kavramı, psikoterapi hikâyelerinin içerik ve yapısını incelemek için yeni bir yol sunar; böylece süreç, doğrulanabilir kişisel geçmişin bilimsel bir araştırılmasından daha öznel bir girişime dönüşür.
Anlatı geleneksel olarak edebiyat, hikâye anlatımı ve metin okuma bağlamında incelenmiştir. Bu fikirlerin, hastaların birer metin olarak ele alınmasına ve psikoterapinin bu metinlerin ortaklaşa okunması olarak görülmesine uygulanması, psikoterapide anlatı çalışmalarının özünü oluşturur. Gerçekten de, daha terapötik olan yeni anlatılar geliştirmek bazıları tarafından psikoterapinin özü olarak görülmektedir ve bazı psikoterapi yaklaşımları, tamamen kişisel ya da paylaşılan bir anlatının yazılmasına ve yeniden yazılmasına odaklanır (Josselson, 2004; Singer, 2004). Adler, Harmeling ve Walder-Biesanz (2013), anlatı bütünlüğü [narrative coherence] ve anlatının işlenmesinin [processing the narrative] psikodinamik terapide ani kazanımlarla ilişkili olduğunu bulmuşlardır.
Roy Schafer (1981), Donald Spence (1982) ve diğerleri, psikanalizin nesnelci geleneğinden ayrılarak, psikanalitik süreçten doğan ortaklaşa oluşturulmuş anlayışa vurgu yapmışlardır. Bu yazarlar, birden fazla anlatının varlığını ve nesnel gerçek ile anlatısal gerçek arasındaki farkı vurgularlar. Lieblich, McAdams ve Josselson (2004), editörlüğünü yaptıkları derlemede psikoterapide anlatılar üzerine literatürü gözden geçirmişlerdir. Bu alandaki çalışmaların, psikolojik olanın ötesinde birden fazla açıklayıcı çerçevenin değerini, psikoterapide kullanılan anlatı türlerindeki çeşitliliği ve anlatının psikoterapide güç, istismar ve cinsiyet meselelerini ele almak için özel bir uygulama alanı sunduğunu ortaya koydukları sonucuna varmışlardır.
Bizim perspektifimize göre, anlatı, kritik biyografik bilgileri tutarlı bir şekilde içeren ve özetleyen bir yaşam öyküsüdür. Anlatı, erken çocukluğu, tüm önemli ilişkileri, büyük yaşam olaylarını, önemli geçişleri ve aydınlanmaları, kültürel ve ırksal bağlamı, bireysel biyolojik faktörleri ve başlıca yetişkinlik deneyimlerini -ve bunların neden bu şekilde algılandığını- kapsayarak daha kapsamlı ve bütüncül olabilir. Ancak anlatılar her zaman bu denli epik bir kapsama sahip değildir; bazen hastanın karakterinin bir yönünü aydınlatan ve tarihine ve bağlamına kısa bir bakış sunan bir kısa hikâye gibi daha odaklı da olabilir. Genellikle, psikoterapi ne kadar yoğun ve uzun soluklu olursa, geliştirilen yeni anlatı da o kadar kapsamlı olur.
Hastalar terapiye, kendileri tarafından kurulmuş anlatılarla başlarlar ve terapistin yardımıyla, yeni ve (umulur ki) daha faydalı, daha karmaşık ve daha çok kendilik farkındalığı içeren anlatılar oluştururlar. Bu durum tüm psikoterapi türlerinde görülür ve davranışçı terapistler, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olan hastalar için bilişsel davranışçı terapinin (BDT) hedeflerinden birinin, daha eksiksiz, ayrıntılı ve akıcı bir anlatı inşa etmek olduğunu öne sürerler (Resick, Monson & Chard, 2016).
Biz, yeni anlatıların, geçmiş ve şimdiye dair yeni anlayışları yeterince doğru bir şekilde içerdiklerinde, temel psikodinamik sorun ve formülasyon üzerine inşa edildiklerinde ve aşırı suçlama ile suçluluk duygusunu azalttıklarında terapötik olduklarına inanıyoruz. Bu anlatılar genellikle kişinin kendisine ve başkalarına dair hikâyelerdir ve içinde ortaya çıkan gerilimleri ve çatışmaları barındırır; bu gerilim ve çatışmalar daha sonra çözümlenir.
Derin biçimde önem verdiğimiz başkalarını betimlemenin yanı sıra, anlatılar içsel bir mantıkla ilerler. Bu anlatılar, yaşamlarımızda daha fazla ustalık, özerklik, özgürlük ve güvenlik elde edebilmek için düzensizlik, çatışma ve kaosla nasıl başa çıktığımızla ilgilidir. Yararlı bir anlatıyı tanımlayan her zaman bir gerilim ve çözülme eğrisi vardır. Psikoterapi anlatılarının yapı ve içerik açısından taşıdığı sınırlılıklar, iyi bir Hollywood filmi kadar katı olmasa da, iyi bir anlatıyı oluşturan bazı nitelikler var gibi görünmektedir. Zengin ve ilgi çekici karakterler, karmaşıklık ve belirgin olaylar olmadan, ne bir gerilim ne de bir çözüm vardır -dolayısıyla iyi bir hikâye de yoktur ve iyi bir hikâye, bir anlatının terapötik olmasına katkı sağlar.
Beyaz bir Katolik rahip olan Paul, kilisedeki cinsel istismar skandallarının patlak vermesinin kendi çocukluk dönemine ait cinsel istismar deneyimlerini uyandırmasının ardından terapiye başvurdu. Bu deneyimlerin önemli olduğunu biliyordu, ancak nasıl ve neden önemli olduklarından emin değildi. Paul ayrıca, yoğun ve ezici suçluluk nöbetleriyle, başarılarına rağmen aşağılık duygularıyla ve başkaları tarafından sevilme ve saygı görme yönünde güçlü bir ihtiyaçla mücadele ediyordu.
Devam ediyor…
Bir yanıt yazın