Bu yazı Textbook of Psychoanalysis‘in [3. Edisyon] 6. Bölümünün çevirisidir.
Nesne ilişkileri [object relations], insanların içsel nesne ilişkileri [internal object relationships] bağlamında, kişilerarası [interpersonally] ve içruhsal [intrapsychic] olarak nasıl etkileşimde bulunduklarını tanımlamak için kullanılan terimdir. Bu ifade, Sigmund Freud’un bir nesne (bir kişi ya da kişinin bir parçası) arayan dürtülere (libidinal ve saldırgan [libidinal and aggressive]) yaptığı vurgu ile, insanların birincil motivasyonlarının [primary motivation] bir ilişki kurma arzusu olduğu görüşü arasında bir ayrım yapar. Biz haz peşinde koşan varlıklar değil, bir nesneye (kişiye) duyulan ihtiyaç tarafından güdülenen varlıklarız.
Bu bölüm, nesne ilişkileri kuramının kapsamını layıkıyla aktaramaz.
Okuyucunun, Karl Abraham, Melanie Klein, Ronald Fairbairn, Donald Winnicott, Wilfred Bion, Harry Guntrip, Michael Balint, Otto Kernberg, Jay Greenberg, Stephen Mitchell ve Thomas Ogden’in birincil kaynaklarına başvurması teşvik edilir. Nesne ilişkileri kuramı, Harry Stack Sullivan, Heinz Kohut, John Bowlby, Joseph Sandler ve daha çağdaş psikanalitik düşünürlerden Christopher Bollas, Mitchell J. King, Michael Parsons, Antonino Ferro, Nina Coltart, Roger Kennedy, Gregorio Kohon, Neville Symington, Paul Williams, Enid Balint, Jan Abram, Pearl King, Paula Heimann ve Juliet Mitchell’in çalışmalarında derin bir etki yaratmıştır. Sigmund Freud, nesnenin [object] rolünü, çocukluk itkilerinin doyum sağlamak amacıyla yöneldiği herhangi bir şey olarak tanımlamıştır. Freud için dürtü [drive], beden ve zihin arasında ortaya çıkan bedensel-psişik [somatopsychic] bir fenomendir. Nesne, cansız bir varlık değil, gerçek ya da fantezideki canlı bir varlıktı; dürtüler ve itkiler bu varlıktan doyum elde etmeye çalışırdı. İçgüdüsel amaç [instinctual aim] ve içgüdüsel nesne [instinctual object], Freud’un asla vazgeçmediği kategorilerdir; ilkini yapısal etkenler, ikincisini ise çocukluk gelişimi etkiler. Freud, içgüdüsel nesne [instinctual object] kavramını, cinsel içgüdülerin [sexual instincts] işleyişine dair anlayışı üzerinden kurmuş ve yaşamsal işlevlere hizmet eden hayatta kalma içgüdüleri [self-preservative instincts] (örneğin beslenme gereksinimi) tanımlamıştır. Cinsel içgüdüler ile hayatta kalma içgüdüleri arasında, cinsel içgüdülerin kendilik-koruyucu içgüdülere dayandığı anaklitic bağımlılık [anaclitic dependence] yoluyla bir bağ önerilmiştir. İçgüdü [instinct], nesne [object] ve nesne seçimi [object choice] terimleri, Freud’un yazılarında tekrar tekrar karşımıza çıkar. Bazı anlarda Freud, “nesne ilişkisi” terimini de kullanır, ancak bunu dürtü kuramından bir kopuşu yansıtacak şekilde kullanmaz.
“Narsisizm Üzerine: Bir Giriş [On Narcissism: An Introduction]” adlı eserinde Sigmund Freud (1914/1963a), bazı bireylerin egoyu sevgi nesnesi olarak aldığını göstermiştir; burada ego [ego] hem işlev gören bir özne [a functioning agency] hem de bir nesne olarak hareket eder. “Yas ve Melankoli [Mourning and Melancholia]”de (Freud, 1917/1936b), egonun [benliğin] kaybedilen bir nesneyle özdeşim kurması [identification], kaybedilen nesneye olan suçlayıcı yaklaşımın özneye, yani bireyin kendisine yönelmesine yol açar. [Çeviri notu: Melankolide kişi, kaybedilen nesneyle özdeşleşir; ve bu nesneye yönelik öfke, artık benliğe döner: yani kişi kendini suçlamaya, azarlamaya başlar. Bu suçlamalar aslında kaybedilen nesneye yöneliktir, ama kişi farkında olmadan bu suçlamaları kendine yöneltir → buna self-reproach (kendini suçlama) denir.] Freud’un bu alandaki özdeşim düşüncesi Klein üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Özdeşim süreçlerinin, ego ve süperego yapılarının, preödipal nesne bağlarının ve gelişen ilişki kurma biçimlerinin tanıtılması, zamanla nesneyi hem gerçeklikte hem de ruhsal ekonominin [psychic economy] oluşumunda artan ölçüde önemli bir figür haline getirmiştir.
Karl Abraham
Abraham, Klein’in (ölümünden önce kısa bir süreliğine) analisti, libidinal gelişim [libidinal development] ve bilinçdışı fantezi [unconscious phantasy] bağlamında nesnenin rolüne önem veren ilk kişiydi. Abraham’ın nesnelere yönelik ambivalans görüşü, “kendilik-nesne [self-object] ayrımının deneyimi üzerindeki çeşitli psikolojik çatışma biçimlerini” içeriyordu (Ogden, Grotstein and Rinsley, 1994, s. 91). Abraham, oralite [orality], nesne sevgisi [love of the object] ve yıkıcılık [destructiveness] arasında bir bağlantı kurdu. Grotstein (1982), Abraham’ın oral-sadistik evresini [oral-sadistic stage], nesnenin dışkıyla özdeşleştirildiği, dışarı atıldığı ve ardından fantezide içselleştirilmiş bir nesne [internalized object] olarak ağız yoluyla yeniden içe alındığı nokta olarak gördü. Abraham, beden ürünleri [body product], bölgeler [zones] ve gelişim evresine uygun nesneler [phase-appropriate objects] arasındaki sürekli birlikteliği yarattı; bunlar fantezide birbirine bağlanır ve kandilikte hayali psişik yapılar olarak içe alınır.
“Fantezi [phantasy]” terimi (ilk olarak Sigmund Freud tarafından kullanılmıştır), filogenetik mirası yansıtan ve hem bilinçli fantezilere eşlik eden hem de onları şekillendiren bilinçdışı fantezilerin yüklenimini ifade etmek için kullanılmıştır. Klein fantezi terimini, bilinçdışı zihnin nasıl düşündüğünü belirtmek için kullanmıştır -fanteziler, nesnelerle ilişkili olarak bilinçdışında zihinsel temsil bulan biyolojik yaşam ve ölüm dürtüleri temelinde sonsuz bir biçimde üretilir. Bunlar [yani phantasies], örneğin engellenme gibi durumlara verilen hayali tepkiler ya da gelip geçici fantezilerden [fantasies] ayırt edilmelidir. [Çeviri notu: Burada, İngilizce’de Ph ile ve F ile yazılan fantezi arasında ayrım gözetilmektedir.]
Melanie Klein
Klein’e göre libidinal gelişim, nesneye yönelik yıkıcı dürtülerin ve fantezilerin bütünleştirilememesi durumunda sekteye uğrar; bu bütünleştirme süreci doğumdan kısa bir süre sonra, yaşamın ilk yılında başlar. Emzirme ve sütten kesilme ile bunların fantezi üzerindeki etkisi, bu birincil gelişim evresinde merkezi bir rol oynar. Nesneyle bu çok erken dönemde kurulan ilişki biçimi (kısmi-nesneler dahil) doğuştan itibaren bir nesne ilişkili-egonun [object-relating ego] varlığını gerektirir; bu, Klein kuramının temel ilkelerindendir. Sigmund Freud ölüm dürtüsünün varlığını öne sürmüştü ve bu dürtü kişilikte saldırganlık deneyimiyle yakından ilişkilidir. Klein’a göre erken gelişim bağlamında saldırganlığın çeşitli görünümleri (haset, yıkıcılık ve zulüm biçiminde) bebeğin gelişiminde “paranoid-şizoid evre [paranoid-schizoid stage]” olarak adlandırdığı döneme katkıda bulunur. Haz alma ve engellenme deneyimleri, nesnenin ne ölçüde iyi, haz verici ya da düşmanca ve zulmedici olduğuna ilişkin inançlara göre “iyi [good]” ve “kötü [bad]” olarak bölünmüş nesne imgelerinin ortaya çıkmasına neden olur. Klein, doğuştan itibaren nesneye yönelmiş ölüm ve yaşam dürtülerinin neredeyse kaynaşmış olduğunu düşünür; bu görüş, süperegonun ortaya çıkışı açısından köklü sonuçlar doğurur. Klein, süperegonun doğuma çok yakın bir dönemde oluştuğunu öne sürerek diğer psikanalitik kuramcılardan ayrılır. Bu, klinik açıdan önemlidir; çünkü melankolik durumlarda ölüm dürtüsünün çözülmesi [defusion], süperegonun egoyu kendi yıkımına sürükleyebilecek bir kapasite kazanmasına yol açar (Bronstein, 2001).
Çocuğun sevgisi, en başından itibaren nesneye yönelik temel bir bakım biçimi olarak görülür. Bilinçdışı fantezi [unconscious phantasy] ve bilinçli fantezideki [conscious fantasy] sevgi ve nefret arasındaki çatışma, çocukluk zihinsel yaşamının dinamik temelini oluşturur. Klein, bilinçdışı fantezilerin her şeye kadir ve gerçekçi niteliğinde ısrar eder: bebek, annenin memesini ya da babanın penisini ele geçirdiğine inanır. Hayal kırıklığına uğradığında bebek annenin memesine ya da bedenine, içeriğine veya ebeveynlerin cinsel birleşmesine saldırır, “gerçekten” dışsal ya da içsel nesneleri yok eder ve bu da büyük bir misilleme cezası doğurur. Elbette iyi ve kötü deneyimlerin kendi nitelikleriyle ayırt edilebilmesi için sağlıklı bölme [healthy splitting] gereklidir. Yaklaşık altı aydan itibaren, yeterince iyi annelik deneyimi yaşayan bir bebek, annenin “iyi” ve “kötü” parçalarını bütünleştirebilir hale gelir ve bu da nesneyi daha “bütün [whole]” olarak görme kapasitesinin temelini oluşturur; bu gelişim evresiyle birlikte depresif anksiyete (“depresif konum [the depressive position“]) deneyimi ortaya çıkar. Kişiliğin olgunlaşması, sevgi ve nefretin, bilinçli ve bilinçdışı fantezilerin çalkantılı iç dünyasıyla birlikte “gerçek” [“real” experiences] deneyimlerin eşliğinde nesneyle ilişkide ele alınmasını içerir. Klein’ın erken nesne ilişkilerine dair tasviri, bebeklik zihinsel yaşamının gerçekliğini kanıtlamasa da, bilinçdışı fantezi ve ilişkilerde içsel ve parça-nesneler arasındaki etkileşimin incelenmesi yoluyla ergenlik ve yetişkinlikteki ruhsal çatışmaları anlamak için güçlü bir model sunmuştur. Post-Kleinciler, bilinçdışı fantezideki içsel nesneler ile parça-nesneler arasındaki ilişkileri ve bu içsel nesne ilişkilerinin oluşumunda yansıtma ve içeatım etkinliklerinin [projective and introjective activity] içeriği ve işlevine dair ayrıntılı bir anlayışı vurgularlar (Britton, 1998; bu ciltte “Kleinci ve Post-Kleinci Psikanaliz” başlıklı 7. Bölüm; Joseph, 1989; Riesenberg-Malcolm, 1999; Steiner, 1993).
Çeviri devam ediyor…
Bir yanıt yazın